Uyanır uyanmaz, sanki gizli bir ses çağırıyormuş gibi, uyurgezer adımlarıyla anne - babanın odasına gitmek...
O yatağa çıkmak...
Onların arasına uzanmak...
Bu faaliyetin içinde, bir dağcının hedefine ulaştığında yaşadığı mutluluk gizli.
Zirveye, bayrağı dikmek gibi bir şey bu.
Her sabah anne-babanın yatağını bir daha, bir daha fethetmek...
Kendini o yatağın kralı ilan etmek...
Olabilir tabii, yaşın ilerledikçe, seni kovabilirler, ‘Hadi yürrrüüü!’ diyebilirler. Asla ciddiye almayacaksın, hedefinden şaşmayacaksın; kızsan babanı, oğlansan anneni kullanacaksın, sonuna kadar duygu sömürüsü yapacaksın...
Onlara sıkı sıkı sarılacaksın...
Bitmiştir.
Sana ‘Hayır!’ denmesi artık mümkün değildir.
Küçükken, insanın en büyük keyfi budur.
*
Peki, insan büyüdükten sonra...
Kocamanken, en büyük keyfi nedir?
Hiç nazlanmadan hemen söyleyeyim:
Küçücük çocuğunun, sallanan adımlarla yatağa gelmesi (yanlış anlaşılmasın, benimki henüz yürüyemiyor, o kadar dahi değil! O işi her sabah babası yapıyor, kucağına alıp getiriyor.)
İnsanlar küçükken de, büyükken de aynı şeylerden hoşlanırlar.
Ama bunun farkına sonradan varırlar.
Korkuların evrimi üzerine saçma bir deneme
İsterseniz gülebilirsiniz ama bizim evde ben en çok Edward Norton’dan korkuyorum.
Tabii ki birlikte yaşamıyoruz, sanal olarak korkuyorum.
Karanlıklar içinde, elinde sigarayla duvara dayanmış olduğunu hayal ediyorum.
Bizi gözetliyor, bir pundunu bulduğunda bize kötülük yapacak...
Mış...
Gibi hissediyorum.
Manyak olan ben değil miyim, istediğimi hissederim!
Aslında sebebi basit: Çok fazla Edward Norton filmi izliyorum. Adam da müthiş bir oyuncu, özellikle de şizofrenleri çok iyi oynuyor.
Anlayın ne kadar inandırıcı olmuş!
Sevgilim, onu kızdırdığımda ‘Seni Edward’a veririm’ diye beni korkutuyor.
Bir de Alya için gece kalkmalarında, tam ışığı yakmak için elektrik düğmesine dokunacakken... Sanki tüylü bir yaratık gelecek de, elimi tutacakmış gibi geliyor.
Ya da ruhlar, gecenin karanlığında Alya’nın odasındaki oyuncakları oynatmaya başlayacaklarmış gibi...
Tuhaf tuhaf, türlü türlü saçma korkular...
‘Ulaaaaaaaaaaan!’ dedim geçen gün kendi kendime, nadir düşünme anlarımdan birinde fark ettim ki, benim artık korkmaya bile hakkım yok.
Benim minicik (dediğime bakmayın hızla King Kong olma yolunda ilerliyor, üstelik dikkatinizi çekerim sadece King Kong anne sütüyle) bir yavrum var.
Benim vazifem: O korkacak, ben onu koruyacağım.
Bense hálá korkmak gibi bir lüksüm olduğumu zannediyorum.
Ne münasebet!
O andan itibaren Edward Norton’la bütün karanlık ilişkilerimi kestim.
Ben artık korkusuz anneyim!
F A Y D A L I B İ L G İ L E R
Başlangıç noktamızsınız
Yazınızın çıktığı gün, ilk telefon saat 8.30’da geldi. Diyarbakır’dan arayan bir bey, ‘Bayilik verir misiniz?’ dedi. ‘Yandık!’ dedim. O günden itibaren telefonumuz 24 saat hiç susmadı. Arayanların yarısı sipariş vermek isterken, diğer yarısı da bizi tebrik etti. Ardından basından yoğun bir ilgi başladı: Hemen hemen tüm gazete ve aylık dergilerde yer aldık. Çok komik, eğlenceli ve ilginç hediye hikayelerimiz oldu. İlk siparişimizden beri, hediye paketlerini kendimiz hazırlamaktan ve hediyeyi alan kişinin tepkisini merak etmekten hiç vazgeçmedik. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz, bakın şu altı aylık sürede neler öğrendik:
Erkeklerin hediye alırken, en son sordukları şeyin fiyat olduğunu... Kadınların hediye konusunda daha yaratıcı ama bir o kadar da pinti olduklarını... Türk halkının, telefonda hiç tanımadıkları insanlara (onlar biz oluyoruz!) ilişkilerindeki sorunları anlatmaya ne kadar meraklı olduklarını... İnsanların son dakikacı olduğunu, bu nedenle sitede yazan teslim süresine (3 gün) hiç aldırmadıklarını... Eli kalem tutan herkesin bu ülkede şiir yazmaya yeminli olduğunu... Kadınların sevgililerinden gelen mesajları asla silmediğini... Evli insanların yasak ilişkilerinin tahminimizden çooook daha fazla olduğunu... Nüfus artışının ne kadar hızlı olduğunu (Bakınız: Bebek sepetleri!)... Anadolu’daki erkeklerin eşlerine sürpriz yapmakta, İstanbullu erkeklere göre daha hevesli olduklarını...Erkeklerin de giden sevgililerinin ardından çoook ağladığını (Bize ağlıyorlar!)
Bunları sizinle paylaşmak istedik. Ne de olsa siz bizim başlangıç noktamızsınız. Bir de siteye bakıp, fikrinizi belirtirseniz, çok seviniriz: www.hediyeciniz.com
Derya ve Mutlu. İnsan köşesine övgüyle yazdığı bir şeye, ister istemez kefil oluyor. İleriki günlerde o yazdığı yerin, kitabın, albümün, şarkının, insanın takipçisi oluyor. Beni utandıracak mı diye bakıyor. Demek istiyorum ki, iyi ki yazmışım sizi! Bir dolu insan bana hediyeciniz.com’dan söz ediyor. Sevgilisine, karısına, kocasına sizden hediye yolluyor. Sizin başarınız beni de memnun ediyor. Bu arada siteyi çok beğendim. Yaratıcı ve muzır hediyeler çoğaltılabilir. Öptüm.
www.e-bakici.net
Ben ve ortağım www.e-bakici.net diye bir site kurduk. Çünkü çalışan anne olmanın zorluğunu bizzat yaşadık. Hayalimiz uğruna, yıllardır emek verdiğimiz işlerimizden istifa ettik. Öyle her önüne gelen değil de, sadece eğitimli insanlar bu işi yapsın, annelerin de gözü arkada kalmasın istedik. Ne mi yapıyoruz? Danışmanlık firmalarını teker teker geziyoruz, referans alıyoruz ve eğer sitemize layık görürsek, üye yapıyoruz. Onlar da ellerindeki eleman CV’lerini sisteme giriyorlar, aileler de seçimlerini istedikleri özelliklere göre yapıyorlar. Bu danışmanlık firmalarını gezerken, inanılmaz şeylerle karşılaştık, bu sektörde hiçbir denetlemenin olmadığını gördük. Amacımız, gerçekten iyi olan danışmanlık firmalarını bir araya getirmek ve bir kalite standardı oluşturmak. Eğer günün birinde Alya’ya bakıcı aramak zorunda kalırsanız (sizin Gülşen Hanım’ın baktığı bebeklere çok bağlanmamak için bir yıl sonra ayrıldığını yazmıştınız) bizi hatırlayın. Bu arada biz, ne ailelerden ne de bakıcılardan ücret talep ediyoruz. Aklınıza, yanlış bir şey gelmesin...
Pemra Ulufer, sizi tebrik ediyorum. Fikir şahane. Hemen girdim baktım sitenize. Siz bu işi büyütsenize, daha çok bakıcıya yer versenize... Onlar hakkında daha fazla bilgi olabilir, bir de fotoğrafları bulunabilir diye düşündüm. Yalnız şunu anlamadım, ‘Yıllardır emek verdiğimiz işlerimizden ayrıldık’ diyorsunuz, sonra da ekliyorsunuz, ‘Yanlış anlamayın, ne ailelerden ne bakıcılardan para alıyoruz.’ O zaman siz nasıl para kazanıyorsunuz? Sadece danışmanlık şirketlerinden mi ücret alıyorsunuz? Detayları yazarsanız sevinirim. Ama fikri çok yaratıcı ve faydalı buldum, bilginize...