Paylaş
Biri yüzünüze kezzap atıyor.
Sokağın ortasında, daha siz ne olduğunu anlayamadan, bir şişe kezzabı yüzünüze boca ediveriyor.
Müthiş bir acı...
Yüzünüzün yarısı fokurduyor, eriyor...
Derinizi yanmaya devam ediyor...
Ne yapacağınızı bilemiyorsunuz.
İnanılmaz bir çaresizlik.
Bunun sizin başınıza geldiğini düşünün.
Ve failin, elini kolunu sallayarak yürüyüp gittiğini.
İşte Zeynep Bektaş, böyle bir şey yaşadı.
Bir üçüncü sayfa haberi.
Ve ne yazık o yaşadıklarıyla, çektiği acıyla kaldı.
Yapanlar hâlâ aramızda...
Bizimle aynı kalabalık caddede yürüyor dahi olabilirler...
Ayşe ARMAN
Siz kimsiniz?
- Zeynep Bektaş. Marmara Üniversitesi Müzik Eğitim Fakültesi’ni ve İstanbul Devlet Konservatuvarı yarı zamanlı müzikal oyunculuğu bölümünü bitirdim.
Ne yapıyorsunuz?
- Müzik öğretmeniyim.
Nerede?
- Pendik Velibaba İlk Öğretim Okulu’nda. Aynı zamanda solistim. Uzun süre Moda Deniz Kulübü’nde, Büyük Kulüp’te, Polat Rönesans’ta orkestra solistliği yaptım. Son iki yıldır da özel davetlerde, kongrelerde, organizasyonlarda bireysel sahneye çıkıyorum. Kendi halinde, kendi yağında kavrulan biriyim. Albümüm yok, çıkarmak gibi bir hevesim yok, ünlü olma derdim de yok.
Sizin başınıza ne geldi?
- Ancak üçüncü sayfa haberlerinde okuyabileceğiniz bir şey. Bir kabus!
Lütfen anlatın…
- Sıradan, normal bir gündü. Okula gittim. Yaz tabii, öğrenciler yok, biraz işlerim vardı, onları hallettim. Okuldaki öğretmenlerle şakalaştık, “Hadi görüşürüz ben gidiyorum” dedim. O gece de Suada’da bir emlak firmasının toplantısı vardı. Orada sahneye çıkacaktım, kuaföre filan gitmem gerekiyordu, acele ediyordum. Arabamı, okulun hemen önüne park etmiştim. Baktım, bana doğru iki genç çocuk geliyor. Boyları uzundu, eski öğrencilerim zannettim, gülümsedim. Ama bir tuhaflık olduğunu hemen anladım, ifadesiz bakıyorlardı. Üstelik çocuklardan biri elinde bir şey tutuyordu. “Eyvah!” dedim, “Tinerci galiba, bıçaklayacak beni!”, sonra elinde tuttuğu şeyin bir şişe olduğunu fark ettim. İşte o sırada, ben daha ne olduğunu anlayamadan, şişenin içindeki sıvıyı yüzüme fırlattı ve kaçtı…
O ıslaklığı yüzünüzde hissedince ne düşündünüz?
- Hiçbir şey düşünemedim. Bloke oldum, şoke oldum. Geri okulun içine koştum. “İmdat! Bana yardım edin” diye çığlık atmaya başladım.
Hiçbir şey hissetmediniz mi yani?
- Olur mu? Müthiş bir yanma hissediyordum yüzümde. Ama nasıl! Öleceğim acıdan. Bir de köpürüyorum. Yüzümün sol tarafı, fokurduyordu sanki. Çığlıklarıma arkadaşlarım koştu, “N’oldu?” diye soruyorlar, “Bilmiyorum” diyorum, “Yüzüme bir şey attılar” “Kim?” “Bilmiyorum…”
SANKİ YÜZÜME ÇAKMAK TUTUYORLARDI
O acıyı nasıl tarif edebilirsiniz?
- Plastik torbayı yakarsınız bir anda erir gider ya, öyle bir şey. Eriyordum resmen. “Götürün beni” diye bağırıyordum, “Hastaneye götürün…” Önce çiş zannettim. Sidik yani. Şişenin içine işemişler, dalga geçmek, eğlenmek için böyle bir şey yaptılar. Çünkü tuhaf bir kokusu ardı. Fakat, “Derimi neden bu kadar yaksın ki?” diye düşündüm. Her yerim köpürüyordu, alnım, yanağım, boynum, kulağım...
Suratınızı ne zaman gördünüz?
- Arabaya binince, dikiz aynasında. Dağlanmıştı. Yaratık gibiydim. Acı da hâlâ devam ediyor, sanki biri çakmak tutup yanağımı yakıyor. Allah’tan saçlarım topluydu o gün, bir de onlar yapışmış olsa tenime, iyice mahvolmuştum.
Arkadaşlarınız?
- Hepsi ağlıyor. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bana ne olduğunu da…
Hastaneye kaç dakika içinde gittiniz?
- 10 dakika sonra Pendik Araştırma Hastanesi’ndeydik. Doktorlar da şaşırdı, “N’oldu size” diyorlar. “Bilmiyorum, biri yüzüme bir şey attı” diyorum, “Nedir bu?” diye soruyorum. Yüzüme bakıyorlar ama cevap veremiyorlar. Hatta Plastik Cerrahi’den biri geldi, “Hiç böyle bir şey görmedim, bir hocama sorup, geleyim” dedi koşarak gitti. Sinirlendim tabii. O arada, orta yaşlı bir doktor geldi baktı, “İz kalır mı?” dedim, “Çok derin, kalır” dedi. O an, işte benim bittiğim an… Yıkıldım!
Peki hiçbir tedavi uygulamıyorlar mı?
- Serum fizyolojikle yüzümü siliyorlar, o kadar. “Sizi, Kartal Yanık Merkezi’ne sevk edeceğiz” dediler. “Ne zaman?” “Ne zaman ambulans gelirse…” “Ben burada köpürerek ambulansın gelmesini mi bekleyeceğim, eriyorum görmüyor musunuz! Sevk kağıdını verin, ben giderim” dedim. Ve öyle de yaptım.
Orada ne oldu?
- Tam 10 gün kaldım. Oradakiler çok profesyoneldi. Kartal Yanık Merkezi, Türkiye’nin en büyük yanık hastanesi. Önce yıkama bölümüne aldılar, hortumla suratımı yıkadılar. 40 dakika filan suyun içinde kaldım…
Acı devam…
- Ama en azından bir gelişme kaydediliyor. Tentürdiyotlu bir sabunları var, onunla yeniden yıkadım. Aradan zaman geçtikten sonra da yüzümdeki yanıkları sıyırdılar. Sürekli moral vermeye çalışıyorlardı, “Düzeleceksin merak etme” bir önceki hastanedeki doktor hanım, “Düzelmez” dedi ya, inanmıyordum. “Nedir bu?” diye sordum, “Kimyasal yanık” dediler, “Şansına şükret, toplu iğne başı kadarı gözüne girseydi, anında kör olurdun…”
BU ALÇAKLIĞI YAPANI BULUN LÜTFEN
Yüzünüze atılanın, kezzap olduğunu nasıl öğrendiniz?
- Polisler söyledi. Okuldan arkadaşlar, polise haber vermiş, Olay Yeri İnceleme geldi. “Kezzap tarzı bir şey” dediler.
Kezzabı duyunca ne hissettiniz?
- Şaşırdım tabii. Kezzap atma hikayeleri, şehir efsanesi olarak anlatılır, bir de acıların kadın Bergen vardı ama ancak Türk filmlerinde olur diye düşünürdüm. Benle ne alaka? Bana niye biri kezzap atsın?
Polis de size bu soruları sormadı mı?
- Sordu. Cinayet masasından iki dedektif, “Düşmanın var mı?” dedi. “Bildiğim kadarıyla yok!” dedim. “Sevgilin var mı?” “Vardı ayrıldık.” “O yaptırmış olabilir mi?” “Mümkün değil” dedim. “Sapık hayranın var mı?” “Yok.” Sürekli, “Bizden sakladığınız bir şey var mı?” diyorlar, “Yok, hayır” diyorum; “Niye olsun? Ben de bu alçaklığı yapanı bulun istiyorum.” Bir an durdular ve ne deseler beğenirsiniz: “Şarkıcısınız ya, reklam olsun diye böyle bir şey yaptırmış olabilir misiniz?” Bir anda şoka girdim, “Oha dedim. Böyle bir şey olabilir mi? İnsan reklam olsun diye kendi yüzüne kezzap attırabilir mi? Üstelik benim albümüm bile yok! Yüzüme kezzap attırıp, milenyum Bergen’i mi olacağım? Deli miyim ben?”
Kızdınız mı?
- Kızdım ama önemsemedim. Onlar da işini yapmaya çalışıyordu. Anlattıklarını dinledim. Meğer bu tür vahşetleri gerçekleştirenler, istatistiklere göre, eski sevgili, koca ya da sapık hayran olurmuş. Dediler ki, “Yüz vermemişsindir, terk etmişsindir, aldatmışsındır, kıskanmıştır, öfkelenip, ‘Benim olmuyorsa, kimsenin olmasın!’ deyip atmıştır.” Evet ama bende böyle bir hikaye yok…
SEVGİLİMDEN ASLA ŞÜPHELENMEDİM
Sevgilinizden gerçekten hiç şüphelenmediniz mi?
- Hayır canım, olur mu öyle şey! Ona güvenilmez diyebilirim, beni aldattığı için ayrıldık. Korkak diyebilirim, hastaneye ziyarete bile gelmedi, dertsiz başı derde girer diye. Zayıf karakterli diyebilirim, her şeyi diyebilirim ama kezzap attırmak filan… Asla! Mümkün değil. Zaten ben, “Ayrılalım” deyince rahatladı, yani o benden gitmek istedi.
Sapık hayran peki?
- Hayran var ama sapığı yok. Bu olayda en rahatsız olduğum şey, “Vardır bir takıntın senin!” muhabbeti. “Nasıl yani?” deyince, “E sen barlarda çıkmıyor musun?” oluyor. Düşük bir iş yapıyorsun iması. Bunu da çok fena buluyorum. Hayal Kahvesi’nde üç gün çıktım diye ısrarla sordular, “Seni rahatsız eden bir şey oldu mu orada? Asılan oldu mu?” “Hayır” diyorum, “Abim ve arkadaş çevrem vardı, olumsuz hiçbir şey yaşamadım.” Şüpheyle bakıyorlar. Ki ben pavyonda çıkıyor olabilirdim, konsomatris olabilirdim, hatta fahişe bile olabilirdim. Yani o zaman, birilerine yüzüme kezzap atma hakkı mı doğacaktı? Ne biçim bir anlayış bu! Ama bence bunu yaptıran, tüm bunları da hesap etti, hem “Yüzü mahvolur sahneye çıkamaz, iş alamaz” diye düşündü hem de “Şarkıcı işte, sapık hayran yaptırmıştır” havası doğar dedi…
Çalıştığınız okulun bulunduğu semt nasıl bir yer?
- Bunu da sordular. Evet, o bölge çok göç alan bir bölge, çeşit çeşit muhafazakar insan var. “Mini etek giydin de, dinciler mi yaptırdı acaba?” Hayır, mini filan giymedim. Ben aynı zamanda devlet memuruyum, okula giderken kılığıma kıyafetime özen gösteriyorum. O gün de sıcak olmasına rağmen, elbisemin üzerine kot ceket giymiştim.
AİLEMİZİN BİR ARSA MESELESİ VAR
Peki kim o zaman? O kezzabı kim attı?
- Polislere de anlattım. Ailemin bir arsa meselesi vardı, mahkemelik olduk. Hep ben uğraştım, koşturdum. Ve sonunda kazandık. Orada bize husumeti olan biri var, belki o yaptırmıştır diyorum. Başka kimse gelmiyor aklıma…
Nedir o hikaye?
- Babamın Kayışdağı’nda bir arsası vardı. 2006’da bir müteahhit çıktı, “Kat karşılığı senin yeri almak istiyorum” dedi. Babam da kabul etti. Müteahhit yan arsanın sahibini de ikna etti. Babamla, yan arsanın sahibi ortak oldu, sözleşme filan yapıldı. Zamanla müteahhitin dolandırıcı olduğu ortaya çıktı, zaten iflas etti. Bu arsa meselesi de yıllarca sürüncemede kaldı. Hiçbir şey yapılamadı. Bu arada, diğer arsanın sahibi, babama sormadan kendi arsasını başka birine devretti. Oysa, bu suç. Devredeceksen ya da satacaksan önce ortağına soracaksın. Biz de dava açtık, kazandım. Ve adamın arsasını aldık. O da buna delirdi. İşte ben o adamdan şüpheleniyorum. Bu kötülüğü bana o yapmış olabilir. Zaten babamı tehdit etmiş, “Bunun acısının çoluğundan çocuğundan çıkarırım!” diye. Bizim amacımız onun malının üzerine yatmak değildi, bir türlü uzlaşmadı, hangi müteahhiti getirdiysek beğenmedi, işi hep zora koştu. Biz de hukuk yoluyla hakkımızı aradık.
Mahkemeyi kazanmanız sizin için sürpriz oldu mu? Kezzap olayı bana zarar verdi. Yüzüme kezzap atıldığı için ‘varoş’ gibi değerlendiriyorlar. Mesela bir organizasyona çağıracaklar, bakıyorlar internete, biyografisi düzgün, çıktığı yerler düzgün ama o da ne? Bir de kezzap atıldı haberi var. E millet korkuyor, çekiniyor. Bu imajı da silmek istiyorum...
- Yoo biliyorduk. Mahkeme bir sene sürdü ve yeni sonuçlandı. Bu kezzap olayından üç hafta önce. Bir sene boyunca da bize her türlü pisliği yaptılar. Babama tebligat geldi, “Akıl hastasıdır, doktor raporu istiyoruz, kendisine vasi tayin edilmeli” diye.
Siz n’aptınız?
- Akıl hastası olmadığını kanıtladık. Devlet hastanesinden “Normaldir, vasiye gerek yok” raporu aldık. Normalde, o raporun mahkemeye gitmesi filan iki üç ay sürüyor ama ben hepsini elden takip ettim, 10 gün içinde hallettim. Mahkeme günü karşı taraf, “Biz böyle bir dava açtık, akli durumuna dair rapor bekliyoruz” deyince, bizim avukat çıkardı, “Biz aldık o raporu efendim, sağlıklıdır” dedi. Hakim de kararını verdi: “Bu arsa sizindir.”
MAFYA TİNERCİLERE YAPTIRIYORMUŞ
Şimdi ne durumdasınız? Ve ne yapmayı düşünüyorsunuz?
- Biraz iz kalabilir ama yüzüm düzelecek. Halime şükrediyorum çok daha kötü olabilirdi. Sonradan öğrendim ki, böyle bir mafya varmış, birilerine para veriyormuşsun, tinerci minerci buluyorlarmış, istediğin kişinin yüzüne kezzap attırıyorlarmış.
Peki bir sonuç alabilecek misiniz? Bulunan bir delil filan yok mu?
- O gün bir araba beni takip etmiş, kamera kayıtları var. Veliler de görmüş. Kezzabı atıp kaçan iki çocuk da o arabaya biniyor. Kadere bakın ki, şüphelendiğim kişide de aynı arabadan varmış, aynı renk, aynı model. Fakat MOBESE kameralarında arabanın plakası görülmüyor. Emin olamıyorlar. Kanıt olamayınca da, adamı içeri alamıyorlar. Bazen çıldırıyorum ama yapacak bir şey yok. Bizim evin tek okur yazarı benim. Amacı, o tek okur yazarı yok etmekti. O zaman ne istersem yaptırabilirim, diye düşündü. Ama o kadar kolay değil. Ben sonuna kadar bu işin peşindeyim. Vazgeçmeyeceğim. Eninde sonunda suçlular bulup cezalandırılacak.
Paylaş