Bu röportaj için çok uğraştım. Anam ağladı. Babam ağladı. Benim için harbi sınavdı. Çünkü karşımdaki adam denizler, deryalar gibiydi. Benim aklım, bilgim, deneyimlerim kısa ve güdük kaldı.
Ben, Türk Çoban Köpeklerini Koruma Derneği'nin kurucusu bir adamla, son derece büyüleyici köpek öyküleri yazmış biriyle (ve tabii son derece ciddi araştırma kitapları!) köpek konuşacağım zannetim. Halt ettim. Hayata dair her şeyden söz eden bir guru vardı karşımda. O küçük bir kaba (o ben oluyorum) ha bire kovayla su döküyordu. E haliyle taşıyordu. Ama o anlatmak istiyordu. Benim kabım yetmiyordu. Ama o paylaşmak istiyordu. En tehlikelisi budur: Onu anlayacağımı düşünüyordu. Oysa ben durumu idare etmeye çalışan 33'lük biriydim, 73'lük bir bozkır bilgesiyle ben nasıl baş ederdim? Denesem bile, ondan bana geçen hissi, ben size nasıl geçirirdim? En fenası bu işte. Bunun adı sınav. Ya geçersin ya çakarsın. Üstat Çetin Altan gibi konuşurken oradan oraya atlayan ama yaşama, ölüme, köpeklere, sevgiye, kadınlara, dostluğa, tarihe, doğaya dair inanılmaz güzel şeyler anlatan bu bilge adamı, Doğan Kartay'ı size adamakıllı tanıtabilmek istiyorum. Geçtim mi kaldım mı bilmiyorum. Hayatın hep bir sınav olmasından fena halde sıkılıyorum. Ama biliyor musunuz yine de, tarifi zor tuhaf bir zevk alıyorum...
En kötüsü yerine koyamayacağın bir şeyi kaybetmek
Yazdığınız öykülerden anlıyorum ki, oğlunuzu kaybetmişsiniz. Oğlunuzun başına gelenin sizin ruh dünyanızdaki karşılığı nedir?
- Yeryüzünde evlat acısı kadar insana koyan bir başka şey yok. ‘‘Sen mi gidersin? Gönderir misin?’’ diye sormuyorlar. Olan oluyor. O gidiyor. Sen kalıyorsun. Ve için oyuluyor. Üç yıl kendime gelemedim. Evden bile çıkamadım. Sonra oğlumun bir arkadaşı dedi ki: ‘‘Doğan Baba! Ayhan seni böyle görse üzülürdü!’’ Yavaş yavaş toparladım kendimi. Spora döndüm, gençlerle haşır neşir oldum. Sanıyorum ki, oğlum artık bende yaşıyor. Öyle hissediyorum. Ben onun yerine de yaşıyorum...
Evlat acısı anlatılabilir bir şey mi?
- Yerine koyamayacağınız bir şeyi kaybetmek farklı bir olay. Evinizin yanması, Mercedes'inizin takla atıp gitmesi, çok önemli paraları kaybetmeniz, aslında o kadar hafif olaylar ki! Tabii bunu yerine koyamayacağınız bir şeyi kaybettiğiniz zaman anlıyorsunuz. Yani dünyanın kaç bucak olduğunu. Doğa karşısında ne kadar aciz olduğunuzu. Oğlum 30 yaşındaydı...
Genç bir evladı kaybetmenin acısı daha mı fazla?
- Değil aslında. Ayvalık'taki yazlıkta, annemle -ki şu an 93 yaşında- geçen sene vefat etmiş büyük dayım balkonda oturuyordu. Ben de, içeride uyumak üzereyim. Annem dedi ki: ‘‘Süleyman, içeri gideyim de şu çocuğun üstünü örteyim!’’ Çocuk dediği benim. 70 küsur yaşında bir adam! Demek ki fark etmiyor...
Nasıl tanımlarsınız oğlunuzla ilişkinizi...
- Eğlenirdik birlikte. Hep şöyle derdi: ‘‘Babamın sevgilisi ol. Ama gözlüğü, saati, kalemi, çakmağı ve eşi kesinlikle olma! Bunları çabuk eskitiyor...’’ Çabuk yitiriyor demek istiyordu herhalde. Kolay bir adam olmadığım muhakkak!
30 hava meydanı pistinin 15’ini ben yaptım
Siz bir de gaziymişsiniz! 74 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan aklınızda kalan en önemli kare, tortu ne?
- Lefkoşe'ye gidiyorum. Birinci harekatın ikinci günü. Yolda yaşlı bir kadın yolumu çevirdi. ‘‘Evladım’’ dedi, ‘‘Mehmet, dün senin arabandaydı. Şu anda nerede bilemiyorum. Acaba iyi mi?’’ Hayatımdaki en büyük yalanlardan birini söyledim. ‘‘Çok iyi teyzeciğim’’ dedim. Oysa, Mehmet o sabah ölmüştü. Benim korumamdı. Savaşın insanlar için ne kadar korkunç bir şey olduğunu görerek, hissederek yaşadım. Savaş karşıtı olmama rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri kahramanlık ve üstün hizmet madalyası aldım. Biraz tuhaf geliyor ama gurur duyuyorum.
Tam olarak göreviniz neydi?
- Kıbrıs Çıkarması'ndaki lojistik yapıları planladım. Harekáttan bir gün evvel özel bir uçakla Antalya Hava Meydanı'ndan aldılar beni. Ne yapacağımı Kıbrıs'ta öğrendim. Antalya Hava Meydanı benim projemdi. O meydan Yeşilköy'e de bilgi bakımından öncülük etmiştir. Mesela, sabit hidrantı ilk ben kurdum...
Pardon. O nedir?
- Eskiden akaryakıt ikmali uçağın etrafında bir takım toplanımlarla yapılırdı. Ben bunların her birini, sabit bir hidranta bağladım, uçağın yaklaştığı yerde bir kapak açılıyor ve uçak bütün ikmallerini oradan yapıyor. Tabii ki, bunun mucidi filan değilim, ama Türkiye'de ilk uygulayan mühendisim. Kıbrıs Barış Harekatı'nda görev almamın sebebi de Türkiye'deki 30 hava meydanı pistinin 15'ini benim yapmış olmam. Kıbrıs'taki hava ulaşımını sağlamak için görevlendirildim.
Hayatınızdaki en büyük idealiniz iyi bir mühendis olmak mıydı?
- Daha neler! İyi bir sporcu olmayı yeğlerdim. 12 yaşında spora başladım. 14 yaşındayken güreşte İzmir birincisi, üniversiteye girdiğimde de Türkiye birincisi oldum. Babam, ‘‘İnsanın budalası pehlivan, atın budalası da rahman olur’’ dedi, ‘‘Seçimini yap!’’ Tabii teknik üniversiteye girdim. Tek tesellim, yakanızda teknik üniversite rozetini gören her kızın kur yapmasıydı...
En büyük hayalim kangalların Askeriye'ye girmesi. Hem kangal ırkının geleceği koruma altına alınır hem de çok işe yararlar. Çünkü bir kangalı, sahibini iptal etmeden öldüremezsiniz. Ve koruyucu özelliği çok yüksek. Eğer her karakolda kangal olsaydı, terör döneminde her şey farklı olurdu. İlk olumlu neticeyi buradaki Jandarma Genel Komutanlığı'ndan aldım...
BABAMIN VASİYETİYDİ, ANNEMİ HACCA GÖTÜRDÜM
Annem 93 yaşında. 75'ken onu hacca götürdüm. Babamın vasiyetiydi: ‘‘Benim yıllarca kafamın etini yedi. Ben götüremedim. Sen götür!’’ Madem bu kadar çok istiyor, gittik. Dönünce bizim arkadaşların olduğu meyhaneye gittim. Önlerinde rakı kadehi ama hepsi suskun, denize, ufka filan bakıyorlar. Kimse bana rakı getirmedi tabii. Hacı oldum ya. ‘‘Ee anlat izlenimlerini’’ dediler. ‘‘Bundan sonra Bismillahirrahmanirrahim demeden ne rakı içerim ne bir kadının koynuna girerim!’’ dedim.
Hemen rakım geldi...
İnsan yaşlanınca, yaşlandığını unutma hastalığına yakalanıyor. Bir keresinde, köyde, adam boyu bir kayadan atladım, ayağımı kırdım. Ne vardı o kayadan atlayacak? En fenası eve kapanmak. Ama kangalsız da yapamam. Cadı'yı yanıma aldım. Ben iyileşir gibi olunca, dayım hastalandı. Ona bakmaya gittim. Bir sabah yeğenim, ‘‘Koş Doğan Baba! Evin yanıyor!’’ diye telefon açmasın mı? Bir gittim, bizim üçüncü kattaki evin mutfağından alevler fışkırıyor. Cadı da evi koruyacak ya, itfaiyecileri eve sokmuyor. Ben bağırıyorum: ‘‘Her şeyi bırakın köpeği kurtarın!’’ Birden itfaiyeci sinirlendi: ‘‘Sıkıysa sen kurtar!’’ Valla yaşımı yine unuttum. İtfaiye merdiveniyle üçüncü kata tırmandım, Cadı'yı kaptığım gibi aşağıya indirdim. Ama fino değil bizimki, 40 kilo. Allah’tan güreşçi eskisiyim, becerdim...