Babanızın başına gelenleri nasıl öğrendiniz?- 19 Ocak Cumartesi’ydi. Akşam üzeri saat altı buçukta cebim çaldı. Baktım babamın arkadaşı Avni Özgürel. Babamın trafik kazası geçirdiğini ve hastanede olduğunu söyledi. "Nasıl yani?" dedim, "Ne olmuş?" dedim, "Babam iyi mi?" dedim. Hiç yanıt vermedi. "Gelsen iyi olur" dedi. Atladım, Taksim İlkyardım’a gittim. Gitmeye çalıştım desem daha doğru olur. O kadar trafik vardı ki, bindiğim taksiden inmek zorunda kaldım. Yarım saat koştum. Hastaneye vardığımda yoğun bakımdaydı. 4 saat geçti geçmedi, kaybettik babamı.
En son ne zaman görüşmüştünüz?- Bir gün önce telefonla konuştuk. Ondan önce de Cibalikapı Balıkçısı’nda birlikte yemek yedik.
|
Bir gün sana birşey olursa... "Kitaplarını bağışlayacağım dedim. Hep itiraz etti. Ama o son yemekte durup dururken "Tamamdır kitapları bağışla" dedi, ekledi "Olimpiyad madalyaları sende kalacak ama" |
Son yemek olduğunu hatırlatan bir söz, bir ima?- Babamın çok sıkı bir kütüphanesi vardı. İletişim, tarih, Atatürk, reklamcılık, atletizim, olimpiyadlar... Aman "t" ile yazayım deme, babam "d" ile yazılması gerektiği konusunda diretirdi... Bir sürü kitap, dergi, özel sayılar... Hep bu kütüphanenin lafı geçerdi. "Bir gün sana bir şey olursa, kitaplarını bağışlayacağım ona göre" derdim. O da hep itiraz ederdi. O yemekte durup dururken, "Tamamdır, kitapları bağışla" dedi. Ekledi: "Bana hediye edilmiş olan olimpiyad madalyaları sende kalacak ama!" Bu, babamın ölüme dair konuştuğunu duyduğum tek andır. Kitapları ve dergileri Bahçeşehir, Hacettepe, KTÜ ve TMOK kütüphanelerinde. Madalyaları ise bende.
İyi anlaşan bir baba-oğul muydunuz?- İkimiz de alıngan, kırılgan ve inatçı tipleriz. Birlikte olduğumuz zamanların keyfini çıkardık ama uzun süren kırgınlıklarımız oldu.
ÖlebileceÄŸi hiç aklınıza gelir miydi?Â- Evet.
Geldi... Allah’tan gelmiş. Bundan bir kaç yıl önce az önce bahsettiğim kırgınlıklarımızdan birini yaşamıştık. Hiçbir iletişim olmadan geçen epey bir süre. O dönem, "İkimizden biri kaza maza geçirip ölse, gazeteden haberimiz olacak" dedim, kalktım ofisine gittim. 77. doğum günüydü. Orada, her şeye bıraktığımız yerden başladık. Şimdi "İyi ki gitmişim, iyi ki son dönemde onunla beraber olabilmişim!" diyorum.
Babanızın ölümünden kendinize çıkardığınız bir ders filan var mı?
- Arabesk olmak istemiyorum ama hayat cidden kısaymış, kırgınlıklar, kızgınlıklar filan gerçekten anlamsız.
ON BİN KERE O YOLDAN GEÇTİ BİR ŞEY OLMADI ON BİN BİRİNCİSİNDE OLDU77 yaşındaydı ama delikanlı gibiydi. Yıllarca spor yaptı. Yediklerine çok dikkat ederdi, sofradan aç kalkardı, kendine çok iyi baktı. Genetik olarak aileden geçebilecek bir hastalık da yoktu. Öyle kanser, kalp, tansiyon, kolesterol hak getire. Sadece nezle olurdu. 34 yıl boyunca, neredeyse her gün en az iki defa o yoldan karşıya geçmiştir. On bin kere. Ne tuhaf, on bin kere bir şey olmadı. On bin birinci geçişinde oldu.
KAZADAN 4 SAAT SONRA ÖLDÜ
Hastaneye geldiğimde kapıda Avni Özgürel ile Mehmet Abi’yi (Y. Yılmaz) gördüm. Babam yoğun bakımdaymış. Doktorlar dört saate yakın kurtarmak için uğraştılar. Sonra durumunun çok ağır olduğu, kafatasının yanı sıra pek çok kemiğinin kırık ve şuurunun kapalı olduğu bilgisi geldi. Bu haberden biraz sonra da babamı kaybettik.
İstenilen cezanın, üst sınırdan olması gerektiğini söyledik
’Cezalar yeterince caydırıcı değil’ dedik ama mahkeme, cezayı en alt sınırdan verdiGazetelerden babanıza çarpıp ölümüne sebep olan kişinin 14 bin lira gibi gülünç bir para cezasına çarptırıldığını öğrendik.
- Evet. Ne yazık ki öyle.
Şunu bir anlatsanıza, tam olarak nasıl olmuş kaza?- Babam, Radyo Evi’nin hemen orada, karşıdan karşıya geçmeye çalışıyor. Herhalde ofisinde bir şey unuttu, almak için geri döndü. Konuştuğumuz yol, yaklaşık 12-13 metre genişliğinde üç şeritli bir yol. En sol şeritteki araç çarpıyor. Aracın hızlı gittiğini gösteren unsurlar var: Yerdeki fren izleri, arabanın önünde, kaputunda, ön camında ve tavanında meydana gelen hasar. Araba ileri teknoloji ürünü bir Alman arabası. Buna rağmen çok hasar var. Uzmanlar, bunlar arabanın hızlı gittiğinin kanıtı diyorlar. Zaten polis raporunda da, aracın olabilecek tolerans seviyelerinin çok üzerinde bir hızla seyrettiği belirtilmiş.
12-13 metre yol geçen bir insanı görmemek peki...- O da muhtemelen yola gereken dikkatin verilmemesinin sonucu.
O zaman sürücü suçlu.- Ne yazık ki etrafta MOBESE kameraları yok. Bu yüzden kazanın tam olarak nasıl olduğu bilinmiyor. Adli Tıp uzmanları kazayı değerlendirdi. Dava, bir yıl sürdü. Ve sonucunda, babamın ölüme sebep olan sürücü, paraya çevrilen hapis cezasına çarptırıldı. "14 bin lira öde ve hayatına devam et" dendi.
İnsan isyan eder, hatta delirir!- Aynen! Tamam babam gitti, onu geri getiremem. Ama sadece babamın olayı değil ki bu. Hepimizin başına gelebilecek böyle "kaza"ra ölmenin bedeli sadece 14 bin lira olmamalı. İnsan hayatı, parayla ölçülemez ama madem ki ölçülüyor, o zaman babam gibi eğitime, bilgiye, birikime sahip birini yetiştirmek için kaç para harcanır bir düşünün. Kamunun açtığı ceza davasına, biz müşteki konumda katıldık. Son duruşmada eldeki bilgilerin bir özetini savunma dahilinde mahkemeyle paylaştık. İstenilen cezanın, üst sınırdan olması gerektiğini söyledik. "Cezalar yeterince caydırıcı değil" dedik, "Yazıktır bir sürü insan ölüyor" dedik. Ama mahkeme, cezayı en alt sınırdan verdi.
Nedir peki bu komedi? Neden böyle?- Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre babam asli suçlu olarak gözüküyor.
Neden?- Yaya geçidi olmayan bir yerden geçtiği için. Evet, hata. Bu hatayı da babam hayatıyla ödedi. Peki şehir içinde, mevcut hız sınırının kat kat üzerinde bir hızla gidip, yola gereken dikkati vermeyerek onun ölümüne sebep veren o sürücü? O, 14 bin lira ödedi, yürüdü gitti. Nasıl olabilir? Oluyor işte. Ceza Kanunu, bu konuyu hafife alıyor gibi. Kanun belli olunca, mahkemeler de ancak onları uygular hale geliyor. Sistemin kendisi aslında bu sonucu doğuruyor.
Yaya geçinden geçseydi peki? Başına böyle bir olayın gelmeyeceği ne malum?- Tabii onun da bir garantisi yok. Ama ceza müeyyidesi farklı olurdu. Yol hakkı yayadayken cezalar daha sert. Ama yine de hepimiz biliyoruz ki, trafikte kimsenin birbirine, araçlara, yayalara saygısı yok. Makas atanlar, yarışanlar, sürekli şerit değiştirenler. Allah’a emanet yaşıyoruz.
Ne yapmayı düşünüyorsunuz?- Hemen temyize gittik. Başından beri aynı konular üzerinde duruyoruz: 1- Adli Tıp’tan yeniden detaylı ve kusur oranlarını belirten bir rapor istenmesi. 2- Uzman üniversite heyetlerinden daha bilimsel bir rapor alınması. Bu sayede belki olayın vahameti, sayısal olarak da ortaya çıkabilir ve hukuk işler. Biz bu işin peşini bırakmamaya kararlıyız. Cezaların yaptırımları olmadığı sürece hepimizin canı tehlike altında.