Dün "P" isimli kitabın yazarı Enis Roman’la yaptığım röportaj yayınlandı. Uzun bir röportajdı, her zamanki gibi bir sayfaya sığmakta zorlandım.
Röportajın bir kısmını da, acımadan attım. Desem de inanmayın siz. Acıyorum. Hem de çok. Hiçbir şeyi atmaya kıyamıyorum. Enis Roman’ın, şehirlerin silüetinden söz ettiği bir bölüm vardı mesela, bana ilginç geldi, madem dün yayınlayamadım, bugün yayınlıyorum. Buyurun burada okuyun...
"Bir bakın etrafınıza, dünyayı P’lerin yönettiğini sanırsınız. Dünyaya egemen olan sonsuz açgözlülük, sınırsız hırs ve bitmek bilmeyen güç arayışına bakın, arkasında hep P’yi görür gibi olursunuz... Dikkat edin, bir yerde ne kadar güç birikmişse, o kadar çok fallik sembol göreceksiniz... Gökdelenlere bakın mesela... Sermayenin biriktiği yerlerde, şehrin siluetini ele geçiriyorlar: Hangimiz daha yüksek, hangimiz daha güçlü? Okul sıralarında penislerini ölçen çocuklardan ne farkları var? Neden artık mimaride kubbe kullanılmıyor? Kubbe kadınsıdır. Kucaklayıcı, kapsayıcıdır. Altında duranları cüssesiyle ezmez, tam tersine onları sarar, sarmalar ve kendilerini birbirlerine eşit hissetmelerini sağlar... ’Ekonomik nedenler, teknoloji...’ falan diyebilirsiniz. O ekonominin de, o teknolojinin arkasındaki güç de, erkek enerjidir. Özetle P, dünyaya egemen olan erkek zihniyetin ve onun güç tutkusunun sembolüdür. Devasa boyutlarıyla erkek egemen alemin, baba tanrısıdır..."
Hayal ediyorum
Bu fotoğraf, New York’ta çekildi. Birkaç gün önce. MoMA’da, namı diğer Modern Sanatlar Müzesi. Gözlerimi yaşartan bu tabloyu sizinle de paylaşmak istedim. "Ne var duygulanacak" diyebilirsiniz. Rahatlıkla. Sevgilim de öyle diyor. Yerli yersiz gözlerimin yaşarmasına -ama her şeye- anlam veremiyor. Ben sadece bana hüzün veren şeylerde değil, beni çok ama çok mutlu eden şeylerde de ağlayan bir kadın oldum, hemen gözlerim doluyor. Alya’dan sonra hormonlarım değişti, artık böyle bir kadınım.
New York’ta ilkokul 5 çocuklarını, resim öğretmenleri, iki gözetmen eşliğinde, kapıp MoMA’ya getirmiş. Son derece olağan bir şey, özel bir durum yok yani, müzeyi ziyaret eden herkesin tanık olabileceği bir görüntü. Çocuklara Picasso’yu anlatıyor, Van Gogh’u anlatıyor, Matisse’i anlatıyor... Nasıl şekerlerdi, hepsi yerlere oturmuş... Öğretmen soruyor, "Peki bu resimlerde başka ne dikkatinizi çekiyor?.." "Evet, geometrik desenler... Başka? Evet, renkler..."
Hepsi, fikirlerini özgürce dile getiriyor... Korkmadan, ürkmeden... "Şimdi yanlış bir söylerim azarlanırım" demeden.
Sanırım onlara bakarken Alya’yı hayal ettim. Ama Amerika’da değil, Türkiye’de... Resim derslerinin müzelerde de verileceği, çocukların yerlere yayılıp Fikret Mualla üzerine yorumlar yapacağı günleri hayal ediyorum. Umarım, uzak değildir...
Herkes gay olmuş
Belki de algıda seçicilik, bilmiyorum. Ama herkes, bu şehirde "gay" olmuş gibi geldi bana. Ya da bütün gay’ler burada yaşıyor. New York’ta güzel ve bakımlı erkek çok. Özellikle de giyim ve kozmetik sektöründe karşınıza çıkıyorlar. Ben Buzda Dans yarışması yüzünden yitirdiğim kirpiklerimi tekrar varmış gibi gösterebilmek için, kirpikleri uzun ve kıvrık gösteren bir rimel arıyordum, "Mutlaka bunu" deneyin dedi bir adam.
İşte sevgilim o anda bir çığlık attı.
Kulağıma eğilip "İnanamıyorum" dedi, "43 yaşındayım hayatımda ilk defa saçlarını topuz yapmış bir adam görüyorum!"
İnanmayacaksınız ama ona New York’ta inanılmaz bir güven geldi.