TAMAM oy benim oyumdu, kimsenin karışacak hali yoktu.
Zaten karıştığı da yoktu.
Kararlıydım. Oyumu Baskın Oran’a verecektim. Kim sorduysa öyle söyledim:
"Baskın Hoca’ya" dedim.
Kendime en yakın hissettiğim aday oydu. Farklıydı. Kaşarlanmış siyasetçilerden değildi. Yeni bir sesti. Orada, o Meclis’te, bir kişi bile olsa, pekálá beni temsil edebilirdi. Bir zamanların Çetin Altan’ı gibi.
Kafasına güvendiğim pek çok insan da ona oy veriyordu. Zaten şu İstanbul’dan 63 bin oy çıkaramayacaksak bize yuh olsundu. Evet, evet oy benim oyumdu, kimsenin karışacak hali yoktu. Ama...
Oyumu verirken çok tuhaf bir şey oldu.
Kararlı adımlarla oraya gittim. Oy pusulasını elime aldım. Ve işte o anda, anlatabilmem mümkün değil, acayip bir ikilemde kaldım. Birden kafamın içinde iki ses belirdi.
Biri, "Tereddüt etme bas şu evet’i Baskın Hoca’ya..." diyordu.
Öteki hınzır ise, "Bu bir macera. Baskın Hoca’ya verecesin de olacak? Boşa gidecek oyun... Adam ol, akıllı ol, CHP’ye ver..." diyordu...
Aman Allah’ım hiç bu kadar zorlanmamıştım. Karşıda insanlar beklerken, kuyruk birikirken, o kartonun arkasında epey bir süre kararsız kaldım.
Demek ki, kararsızlık böyle bir şeymiş.
Ben de o "kararsızlar" denilenlerdenmişim.
Kendi içimde gittim geldim... Gittim geldim... Ve sonra...
Beni bile şaşırtan bir şey yaptım. Gittim mührü CHP’ye bastım. Günlerdir eleştirdiğim partiye... Reklamlarını sevmediğim partiye.. Yeni hiçbir şey söylediğine inanmadığım partiye... Genel başkanından hoşlanmadığım partiye... Çünkü kendimi zorunda hissettim.
Ve yapması gerekeni yapmış birinin huzuruyla, Fındıklı Lisesi’ni terk ettim.
Eminim, benim durumumda binlerce insan vardı dün.
A partisine vereceğim diye gidip, B partisine veren.
Ben bu satırları yazarken seçimin nasıl sonuçlandığını bilmiyorum.
Hepimiz için hayırlı olur inşallah diyorum.
KAN DEĞİL O, BOYA
"AĞLAMA lütfen... Bir şey yok parmağımda... Kan değil bu... Anne oy verdi Alya... Sadece boya bu... Geçecek..."
Ne dediysem ikna edemedim.
Sol işaret parmağım, 2.5 yaşındaki kızımı inanılmaz rahatsız etti, hatta kahretti.
Bakıp bakıp, ağladı.
"Acıyor, acıyor!" diye bağırdı. Canımın acıma ihtimalinin, onu bu kadar üzmesine, içten içe sevinmedim de değil...
Ben de vicdan azabından kurtuldum. İnşallah önümüzdeki seçimlerde, çocukları korkutmayacak bir kontrol formülü bulurlar...
Kendini koklayanlar
BİZ bu grubuz:
Kendini koklayanlar.
Benim şahsen, kötü kokmak en büyük kábusumdur. Nereye gidersem gideyim, olur olmaz zamanlarda, kendime ani kontrol baskınları yapıp koklarım, durum nedir diye. Tam da bu yüzden deodorant’ım hep yanımda olur. Yeşil Fa, çocukluğumdan beri en yakın arkadaşlarımdan biridir. Çantamda benimle birlikte dolaşır durur.
Dün oy verdikten sonra Saray’a gittik, kahvaltıya...
Dubai’deyken özlediğim üç beş yerden biri.
Yemeklerini de, servisini de çok beğeniyorum. Üstelik bu modern minimalist çağda, onun o geleneksel hali beni baştan çıkartıyor. Tabii bir de sütlü tatlıları. Sakızlı muhallebisine ölebilirim mesela.
Dün beklenmeyen bir yoğunluk olmuş. Herkes oy verdikten sonra oraya doluşmuş. Güler yüzlü, pırıl pırıl garsonlar, bütün masalara birden yetişmeye çalışıyordu.
Ellerinde menemenler, sahanda yumurtalar oradan oraya koşuşturuyorlardı.
Haliyle, doğal olarak, şakır şakır terliyorlardı. Kimseyi kırmak, incitmek istemiyorum.
Ama özellikle hizmet sektöründe bazı şeylere dikkat etmemiz gerekiyor. Bir garsonun ter kokmaya hakkı yok. Aslında hiçbirimizin yok.
Madem bugün hepimiz yeni bir Türkiye’ye uyandık, o zaman arkadaşlar, lütfen bu hijyen meselesini ciddiye alalım, terlemeyi ve kokmayı önleyici ürünler kullanalım.
Ve unutmadan, abdest almak filan yetmiyor. Akan suyun altına girmek gerekiyor...