Bir kadın her erkekle başka biri oluyor

Hep beğendiğim, izlediğim, zeki ve farklı bulduğum bir kadındı. Bütün hayatı boyunca üretti, hâlâ da üretiyor. Yazdı, çizdi, sordu, konuştu, gözlemledi, aktardı… Sorguladı. O hep kendi başına var oldu. Evet, Sibel Baykam, Bedri Baykam’ın karısı ama o aynı zamanda hep Sibel’di… Hem eş hem anne hem de birey olmayı başarabilen kadınlardan biri…

Haberin Devamı

Kendi deyimiyle “Üç gün sürer!” diye başladığı ilişki, 26 yıldır sürüyor. Buna da saygı duyuyorum! Emek verilen her ilişkiye, her şeye saygı duyuyorum! İlk romanını da emek vererek yazdı. Son derece ilginç, sadece kadınlar için değil, erkekler içinde. Okuyunca erkeklerin anlattığı bir kadını tanıyacaksınız, nedense o kadın da hepimizden bir iz bulacaksınız! ‘Kendi Yaşamın Gibi, Buyur Çekinme’yi mutlaka okuyun. Yolun açık olsun Sibel, diğer romanlarının ve filmini de sabırsızlıkla bekliyoruz…

Bir kadın her erkekle  başka biri oluyor

 

İlk romanın “Kendi Yaşamın Gibi, Buyur Çekinme” hayırlı uğurlu olsun! Neden yazdın? a)Yazar olmak için b)İnsanlara söylemek, göstermek istediğin bir şeyler olduğu için c)Kendini, yaşadıklarını anlatmak için d)Hepsi e)Hiçbiri

Haberin Devamı

-Aslında hem hepsi hem hiçbiri galiba… 45 yaşındayım, 27 yılım yazı yazarak geçti. Makaleler, haberler, röportajlar, artı sanatçıların sergileri üstüne yazılar… Yani yazı yazma, imzamı bir basılı malzemede görme eksiğim yoktu. Değişik konu başlıklarında kitaplar da hazırladım. Ama roman başka! Elbette söylemek istediklerim var, hele bugün bu ülkede yaşananları her gün bir kadın olarak okurken bir nefes alanı yaratmak istedim, önce kendime, sonra almak isterse okuyucuya… Yaşadıklarım, dinlediklerim, şahit olduklarım, hayal ettiklerim, tamamen uydurduklarım, hepsini birbirine karıştırıp bir kadın yarattım. Ve çok gerçek olduğunu düşünüyorum…

 

 

Herkesin sana sorduğu soruyu ben de soruyorum: Kapaktaki, Koray Erkaya’nın çektiği bacaklar sana mı ait?

-Herkese verdiğim yanıtı sana da vereceğim: Bu soruyu yanıtlamamak hepimiz için daha sağlıklı!

 

 

Ne oldu da bu romanı yazmaya karar verdin?

Haberin Devamı

-Paris, 1998… Ben 27’yim… Sanatçı arkadaşım Seza Paker ile gece yarısı sokaklarda dolaşırken, tabii ki kadın-erkek ilişkileri üstüne konuşuyorduk, bir ara dedim ki “Bir kadın, her erkekle bambaşka biri haline dönüşüyor. Karşındakinden aldığını yansıtıyorsun adeta. Kimine daha yumuşak, bazısına daha kuralcı, bazen bir geyşa ruhuyla ya da en sert halinle davranmaya iten onlar oluyor.” Eve dönünce hayatımda o ya da bu şekilde bir yer edinmiş erkeklerin bende nasıl izler bıraktığını düşündüm. Bir adım sonrası ise, bugün yayınlanan kitabımın ana konusunu oluşturdu: Ya ben onların üstünde nasıl bir etki bıraktım? Benden geriye onlarda bir şey kaldı mı? Sonra araya hayat girdi, oğlum doğdu, hayatımın en önemli erkeği, herkesin, her konunun önüne geçti. Derken… Sao Paolo-Frankfurt uçağı, yıl 2002… Bedri ile birlikte harika bir Güney Amerika seyahatinden dönüyoruz. Uçak kalkar kalkmaz uyuyor yanımda. Sonra aniden uyanıp bana dönüyor ve “Sen harika bir yazarsın, ama kitap yazmadan yazar olunmaz. Hemen başla, hemen şimdi ve yaz artık!” deyip uyumaya devam ediyor. O kadar net ve sade bir şekilde ifade ediyor ki, elimdeki deftere kitabın ilk birkaç bölümünü yazıyorum bile…

 

Haberin Devamı

Bir kadın her erkekle  başka biri oluyor

 

Bedri Baykam’ın bu romanı yazmandaki etkisi çok o zaman…

-Elbette! Bedri, kitabı yazmak için beni cesaretlendirmek için sürekli ensemde boza pişirmekle kalmadı. Her adımını, benimle birlikte, yeri geldiğinde yayıncım, danışmanım, asistanım ve dinleyicim olarak paylaştı. 26 yıldır birlikte yaşıyoruz, bunun en az 20 yılını, kitap yazmamı hatırlatmakla geçirdi.

 

 

Bedri Baykam’ın karısı olmak nasıl bir şey? Netice de çok sıra dışı bir adamla evlisin…

-Bedri Baykam’la evli olmak, bugün bu ülkede kadınların yaşadıklarına şahit oldukça, gerçek ve sonsuz demokrasi kurallarıyla yeni Kanada Başbakanı ‘Canım Benim’le yaşamak gibi! Ayrıca bunca yıl sonra itiraf etmeliyim ki, o benden daha dengeli, daha ayakları yerde ve sakin… Zor olduğumu biliyorum, o da çok zor. Ama onun karısı olmakla hep gurur duydum. O da böyle düşünüyorsa ne ala!

 

 

Haberin Devamı

Ondan en çok ne öğrendin?

-Bedri’den öncelikle “Honesty is the best policy” cümlesini yaşama geçirebilmeyi öğrendim. Yani, ne olusa olsun dürüst olmayı; sonuçları pahalı ve riskli bile olsa... Çok metodik çalışmayı, Alman terbiyesi kıvamında detaycılığı, bilgi birikimi ve arşivin önemini, aya gidilen bir dönemde her şeyin altından kalkılabileceğini, ne kadar zor bir durumda da olsan aynı kararlılıkla devam etmeyi ve hayatın bazen hiç de sandığımız, planladığımız gibi olmayabileceğini… Aşka dair ise, ondan sabrı öğrenmeye çalışıyorum hala! Her ilişkide olduğu gibi bizim de kötü zamanlarımız olur, ama nasıl üstesinden gelineceğini öğrendim!

 

 Bir kadın her erkekle  başka biri oluyor

O senden ne öğrenmiştir sence?

Haberin Devamı

-Ben de ona varoluşçu bir kadınla yaşama deneyimi sunarak, farklı bir tür sabır öğrettim galiba! İşkoliktir Bedri, bıraksan keyife, sakin zamanlara hiç yer ayırmayabilir. Ben de ona zaman zaman durmak gerektiğini, hiçbir şey yapmadan geçirilen kısa sürelerin değerini ve bazen delilikler yapmanın ne harika bir şey olduğunu öğrettim.

 

 

Oğlun sana ne öğretti?

-Suphi doğduğu günden bu yana, dört yanımı kaplayan bir aynayla gezdiğim hissine kapılıyorum. Tüm hareketlerim, tepkilerim, dış dünyaya tavrım, insanlarla ilişkilerim, onunla ilişkim, Bedri’yle ilişkim, her şeyi onun gözünden bana yansırken görüyorum sanki. Bu hem çok keyifli bir deneyim hem de sorgulamaya itiyor. Asla muhteşem olmadığımı, olamayacağımı ve bunu kabul etmenin ne denli şahane bir şey olduğunu öğrendim Bir de tabii kalbimin, sevgi potansiyelimin ondan önce asla fark edemeyeceğim sınırsızlığını… Geçen yıl Anneler Günü’nde Bedri ve Suphi’ye beni nasıl tanımladıklarını sordum, defterime not ettim, üç kelimeyle anlat oyunu vardır ya! Suphi dedi ki, a) Güçlü ve dayanıklısın b) Güzelsin c) Saygılısın… Bunlar beni ağlattı, ki ben zaten sulu gözlüyümdür, Bedri’nin ne söylediğini merak ediyorsan a) Tutkulu b) Zeki c) İnişli çıkışlıymışım! Şu ana kadar sana anlattıklarımda yalan yok, görüyorsun…

 

CANI YAKILMIŞ HIRÇIN KIZLARIZ ÇOĞUMUZ!

Kadınlar ilginç yaratıklar. Biliyorum, çünkü kadınım. Erkek olmak istediğim, daha teflon, daha umursamaz, daha az karmaşık olmayı dilediğim zamanlar olsa da ara ara, kadın olma durumuna aşığım! Şimdiye kadarki gözlemlerim, kadınların her ilişkide bazı konulara farklı ve hatta geçmişin tam tersine tepkiler verebildiğini gösterdi bana. Dedim ya, erkeklerin tavrını geri yansıtıyoruz gibi. Onların duruşuna göre pozisyon alıyoruz. Kimliksizlik değil söylediğim, sakın yanlış anlaşılmasın, her bir erkek, bizi daha sakin, daha sert, alıngan, güçlü ya da zayıf hissettirebiliyor diyorum. Elbette tercih bizim, pozitif etkilenmeleri cebimize koyup, ölçüp tartıp, devam edip etmeye yahut etmemeye karar alırız. Ayrılabilmek bugün büyük bir lüks! Bazen ülkemizin içinden geçtiği acayip tünelin, bazen mahalle baskılarının, örf ve adetlerin ya da en ağırıma giden “ekonomik” imkansızlıkların yarattığı sebeplerle kadınlar mutsuz da olsa, eksik de olsa, yok da sayılsa, şiddet de görse erkeğini bırakıp gidemiyor. Gitmeye çalışınca neler olduğunu da 3. sayfalarda okuyoruz. Senin gibi etkili yazarlar bunu gündemden düşürmüyor, çabalıyorsunuz, hepimiz farklı bir yerden ucunu tutmaya çalışıyoruz bu sorunun… Ama temel bozuk, kafalar bozuk! En medeni geçinen erkeklerde bile farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Senin benim dahi erkek arkadaşlarımız var böyle, biliyorsun. Bizim de görevimiz hiç yılmadan buna karşı kürek çekmek. Dalga boyu ne olursa olsun, sonuna dek… Ben bu kitabı yazarken bir kadını iyi, kötü, saf, hin, kurnaz, aşık vs. her boyutuyla ortaya koymaya çalıştım. Şehirli bir kadın, eğitimli, dünyayı gezmiş, kendi parası olan… Onun dahi yaşadıkları yukarıdaki profille kesişmiş, canı yanmış. Canı yakılmış hırçın kızlarız çoğumuz, bizi bunlar şekillendirmiş. Anlatmak istediğim tam da bu!

 Bir kadın her erkekle  başka biri oluyor

ROMANDAKİ SENSİN, BENİM HEPİMİZİZ!

 

Peki sen, hayatında hangi erkeklerden ne tür izler taşıdığını ve onlarda ne tür izler bıraktığını biliyor musun?

-Ben üstümde bırakılan tüm izlerin sonucuyum zaten. Kimiyle başa çıkmayı, kimini silip atmayı başardım, bazısını kabullendim, iyi ya da kötü bu izleri sevgiyle taşımayı seçtim.

 

 

Romandaki küçük kız kim, sen misin?

-Evet benim. Kitabın hayallerle süslenmemiş, kurguyla karışmamış tek bölümü o… Dört-altı yaş Ankara’daki çocukluğum… Çok eğlendim o bölümleri yazarken. Hatta bu kitabı yazma yolunun bir noktasında çocukluğumu ayrı bir kitap olarak yapma fikri bile oluştu. Ama sonra vazgeçtim. İkinci kitabım hazır sayılır, konusu, akışı her şeyi belli. Deli bir hikaye olacak! Ama üçüncü kitapta bu küçük kızla tekrar karşılaşacağız. Annemi yazacağım çünkü. Ailenin gerçekten roman olacak hayata sahip tek kadını!

 

 

Bu roman bir kadının hayatına giren erkekler tarafından yazılan portresi mi?

-Bu bir kadın romanı mı diyenlere ben de diyorum ki, erkeklerin kaleminden anlatılan bir kadının hikayesi… Hayatına giren erkekler anlatıyor kadını. Aralarda kadın kendi kendine konuşuyor. Küçük kız çocuğu lafa karışıyor. Bir de kadının kendine bile itiraf edemediği iç sesleri var, en gerçek, en sansürsüz olan da onlar...

 

 

Neden kitapta hiç isim yok? Bir sebebi var mı?

-Bilmem, neden isimsiz yazdığımı bilmiyorum. Gerekmedi. Ayrıca yazdım kocaman kapağa, “Kendi Yaşamın Gibi, Buyur Çekinme!”… Sensin ordaki, benim, hepimiziz…

 

 

Film olsun ister misin?

-Offf, hem nasıl isterim! Sahne sahne aklımda her karesi. Mekan, oyuncular, ışık ve replikler filan her şey hazır kafamda. Hadi birisi yapsın şunu, her türlü deli gibi çalışırım!

 

SEVGİLİM 10 AYRI KADINLA BİRLİKTE OLURSA MESELE YOK AMA AYNI KADINLA 10 KEZ BİRLİKTE OLURSA OLMAZ!

 Bir kadın her erkekle  başka biri oluyor

Romanın kahramanı nasıl bir kadın? Onu nasıl tanımlarsın?

-Bu kadın çok ayrıksı bir tip değil. Hepimiz gibi bir kadın. Aynıyız onunla. Ama bazılarımız, senin gibi mesela, kendini, yaşadıklarını, aşklarını, akıllarından geçeni, iyi ve kötü yönlerini, zaaflarını kabul ediyor, kimi halı altına süpürmeyi tercih ediyor. Maske takmak zorunda olan var, o ya da bu sebeple, yalanlara sığınanlar var, …miş gibi yaşayanlar var, zaaflarını seven ve onları aşkla, şefkatla kabul edenler var. Bu kadın doğal, anlatıyor, anlatamadıklarını bile bir şekilde paylaşmayı seçiyor. Her erkekte bambaşka bir iz, bambaşka bir imaj bırakmış, ama okudukça, onu tanıdıkça aslında çok net çizgilerini görebiliyoruz. Biraz manik-depresif olduğunu ekleyebilirim sadece. Bence yaşam kadınları manik-depresif olmaya itiyor zaten!

 

Sen de onun gibi eyrı evlerde yaşamayı savunuyor musun?

-Evet! Ayrı evlerde yaşamak gerektiğini savunuyorum. Ama gece olunca sıcacık bir kucak da harika geliyor! O sebeple herkesin kendine ait bir kaçış mekanı olmalı diyorum. Aynı evde ikamet etseniz de, kafanızı dinleyebileceğiniz ikinci bir adres, ilişkiye çok şey katar. Şimdi atlarlar üstüme, “Garsoniyer mi tutsun adamlar, kadınlar!” diye… Hayır efendim! Karınız, kocanız isterse zaten sizi aldatır demek istiyorum. Bunu için ekstra kira ödemeye, metrekare satın almaya gerek yok! Ben kendinizle baş başa kalabileceğiniz, gerekirse birbirinizi ağırlayacağınız, bütünü sizin karakterinizi taşıyan bir yerden bahsediyorum. İçinde ne yapacağınız beni hiç ilgilendirmiyor!

 

Kitabın bir yerinde “Sevgilim 10 ayrı kadınla birlikte olursa mesele yok ama aynı kadınla 10 kez birlikte olursa olmaz!” diye bir cümle kuruyorsun? Sen de böyle mi düşünüyorsun?

-Evet… Bu, gerçek bir alıntı. Yıllar önce bir röportaj için Amsterdam’daydım. O sırada duyduğum bu cümleyi hiç unutmadım. Dişi bir tutumla evet diyorum ama herkes gibi çifte standartlıyım da bir yandan… Bilemedim Ayşe!

 

Kadın-erkek ilişkisinde “sahip olmak fikri” kötü mü geliyor sana? Neden?

-Sahiplendiği an bitiyor da ondan! Büyü bozuluyor. Yazdım kitapta, “Sana kendimi tam olarak açıp bütün varlığımı üstüne fırlattığım gecenin sabahında, seninle son kez uyuyor olacağım.” dedim. Burada sana kendimi tam olarak açmak, “sevişmek” filan değil. Sahiplenmek ya da tam tersi kendini ona teslim etmek, ruhen, kalben… Bırakıvermek öylece ipleri… Önce çok güzel, hele o an. Ama erkek bunu taşıyamıyor bir zaman sonra. Kadının gizemini bozmasından yana değilim. O zaman araban balkabağına dönüşüveriyor! Yaşadım da biliyorum. Yalan yok!

 

BEDRİ’NİN SPERMİ ÜLKEYE  DERT OLDU

 

Kendi spermiyle sanat yapan iddialı bir ressamla evli olmak nasıl bir şey? Nasıl ifade edersin?

-Bedri spermiyle resim yapmadı. Yapsaydı da benim için bir sorun yoktu! New York’ta, Berlin’de, Londra’da müzeleri gezerken gördükleri sanatçı boku dolu kutulara (Piero Manzoni), çişlerinin ve spermlerinin X-ray’ini büyütüp resmini yapanlara (Gilbert &George), kocaman bir odayı salt petrolle doldurana (Richard Wilson), kendini köpek tasmasıyla bağlatıp durmadan havlayarak tüm biennalerin yıldızı olanlara (Oleg Kulik) ve bir odanın tamamını toprakla dodurarak sanat tarihinde yepyeni bir sayfa açanlara (Walter de Maria) “Waaooouuww, müthiş!” çekip burada bunları konuşanlara çok alışığım. O sebeple konuyu sanatın içeriği ile değil, gerçekte olanla yanıtlayayım. Bedri’nin retrospektif sergisiydi o. Ne demek bu? Geçmişten bugüne sanatının değişik örnekleri, farklı dönem eserleri, defterleri, notları, çizimleri, çocukluk oyuncakları, günlükleri ve ilham veren her şeyi bir araya topladığı bir sergi… O sergideki yerleştirmelerden birinde 14 yaşındaki Bedri’nin ilk spermini silip sayfaları arasına yapıştırdığı bir defter de vardı. Yüzlerce diğer işin yanında… Bunun cımbızla aradan çekilerek manşete çıkarılabileceği hiç mi aklımıza gelmedi? Geldi ama inan ki, 14 yaşındaki biri çocuğun ilk sperminin bu kadar ses getirebileceğini ben hiç düşünmemiştim. Bu zaten Bedri’nin rahatsızlık duyduğu değil, tam tersine gurur duyduğu bir şey. Bunun nedenlerini sorgulayacak değiliz, biliyoruz. Bunu yapan bir erkekle evli olmaktan hiç rahatsızlık duymadığım gibi, çok hoşuma da gitti, çok samimi buldum. Ayıp diye düşünenler varsa, asıl dolandırıcı, faşist, sahtekar, hırsız, yancı ve vicdansızlarla bilerek isteyerek evli olanlar var, Allah hiçbirimizi o duruma düşürmesin!

 

3 GÜN SÜRMEZ DİYE BAŞLADIK 26 YILI DEVİRDİK!

 

Evliliğiniz sağlam görünüyor ve huzurlu bir şekilde ilerliyor… Sen bunu neye bağlıyorsun? Nasıl başardınız? Bir sırrı var mı?

-Hiç bilmiyorum! “Üç gün sürmez” diye başladık, 26 yıl bitti. Çok uğraştık, çok tepiştik, ikimiz de aynı ipte oynayamayacak kadar iki iyi zalimiz aslında, ilişki olunca konu… Deli deliyi görünce sopasını arkasına saklarmış, biz de vardiyalı olarak aynısını yaptık! Bir o sakladı, bir ben…

Bedrim Baykam’la birlikte olmanın en zor yanı ne?

-Her şeyi zor! Her şeyi güzel. Her şeyi farklı. Her şeyi aynı. Vazgeçilmez bir yan bulmuşuz ki birbirimizde, her an vazgeçebilecek iki insan olarak vazgeçmemişiz! İnsancıllığına hayran oldum. Olaylara hep kutunun dışından bakabilmesine. Sıcacık sarılmasına… Önyargısızlığına… Sabrına… Hayvanlara karşı müthiş sevgisine… Ama en çok, en en en çok, yediği ve tadını çok beğendiği bir çikolatanın yarısını cebine atıp bana getirmesine…

 

HEPİMİZ GÜZEL ANLAR KOLEKSİYONERİYİZ!

 

Bu romanı okuyanların aklında en çok ne kalsın istersin?

-‘Kendi Yaşamın Gibi, Buyur Çekinme’ ismini koyarken, niyetimi de anlattım zaten. Kendi hayatında hissedip de adını koyamadığı, cesaret edemediği, dışa vuramadığı bir şey varsa okuyucunun ve bu onu rahatsız ediyorsa, bilsin ki hiç kimse mükemmel değil! Hiçbirimiz ve hiçbir şey çok da önemli değil. Kısa süreliğine oyuncusu bulunduğumuz şu sistemi çok da ciddiye almaya gerek yok. Anneannemin dediği gibi, “Güzel anlar koleksiyonerliğinden başka bir zenginliğimiz olamaz!”

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları