Yapı Kredi Özel Bankacılık ana sponsorluğu ile konser vermek üzere İstanbul’a geldi. Dün geceydi konser, enfesti. Ben hayatımda dünya çapında bu kadar ünlü olup da, bu kadar mütevazı başka bir insan tanımadım...
|
4 yaşında çocuk felci geçirdi |
Kemana başladığınızda 3 yaşındasınız.
O günleri hatırlayabiliyor musunuz?
-Hayır. Zaten sıkılıyorum, bırakıyorum.
4 buçukta tekrar başlıyorum.
Kendi özgür iradenizle mi?
-Evet, kimsenin dahli yok. Ama bakıyorlar ki, iyiyim, teşvik ediyorlar, hatta zorluyorlar.
İsyan-misyan? Netice de küçücük bir çocuksunuz. Çocuk dediğin oynamak ister, sokaklarda koşmak ister... -Öyle bir lüksüm olamadı maalesef. 4 yaşında çocuk felci geçirdim. Keman, en büyük aşkım oldu.
Dünyanın en büyük kemancılarından biri olmanızı çocuk felcinize mi borçlusunuz yani...
-Durumu böyle izah etmek istemem. Belki hastalanmasaydım da devam ederdim.
Çocuk felciyle boğuşurken kemana devam etmek zor olmalı...
-Hayır, çocukken her şey kolay. Ne olup bittiğini anlayamayacak kadar küçüktüm. Zorluklar sonra başladı.
Nasıl yani?
-Kemanda kariyer yapmak isteyince, pek çok insanın şüpheleri oldu. Felçli biri bunu nasıl başaracak, nasıl seyahat edecek? Esas meydan okuma, işte o zaman başladı. Yapabileceğimi onlara kanıtlamam gerekti. Kanıtladım da.
Sizinki bitmez tükenmez bir müzik aşkı mı...
-Evet. Aynı zamanda, varlık sebebim. Bu, benim hayatta en iyi yapabildiğim şey. Keman çalarken başka hiçbir şey düşünmüyorum, sadece müziği hissediyorum.
20 ve 21. yüzyılın en büyük keman virtüözüsünüz. Sır, doğuştan yetenekli olmanız mı? Çok küçük yaşta başlamanız mı...
-Yetenek önemli. Erken başlamak da. Ama günümüzde, herkes, her şeye erken başlıyor. Youtube’a gir, 3 yaşında keman çalanları görürsün. Yeteneğin erken çıkması da, tek başına bir şey ifade etmiyor. Herkesin kendi yolu var ve kişi, o yolu ancak kendisi bulabiliyor.
İyi de koltuk değnekleriyle yürürken, nasıl bir hırs ve azimdir ki sizinki, kemandan vazgeçmediniz...
-Sizi destekleyen birilerinin olması önemli. Annem-babam İsrail’de yaşayan son derece sıradan, fakir insanlardı ama bir şekilde bilinçlilerdi. Felçli bacaklarıma değil, keman aşkıma odaklandılar.
Aileniz, sizin için ne kadar fedakârlık etti?
-13 yaşımdayken benim için Amerika’ya göç ettiler, daha ne olsun? Oysa fakir ama mutlu bir hayatımız vardı İsrail’de.
Ne kadar büyük bir fakirlik...
|
5 çocuğu, 9 torunu var |
-İyi keman çaldığımda, hediyem ekstradan bir parça tavuk oluyordu, o kadar fakirdik!
Hep mi büyük bir azim ve disiplinle çalıştınız?
-Yok canım, nefret ettim çalışmaktan. Hiçbir çocuk güle oynaya, “Hadi biraz daha çalalım!” demez.
Peki kapağı Amerika’ya attıktan sonra
ne oldu?
-Kültür şoku yaşadım. Dil bilmiyorum, kimseyi tanımıyorum. Benim Amerika’ya göç ettiğimizde iki hayalim vardı, biri televizyon, diğeri de poloroid fotoğraf makinesine sahip olmak. Hiç birşey kolay olmadı tabii, bir süre bunalıma girdim.
Peki Amerika’ya nasıl gittiniz? Kim aracılık etti?
-İsrail’e gelip gelecek vaat eden müzisyenleri seçtiler. Ben de seçilenlerden biriydim. Çünkü felçliydim, gençtim ve oldukça iyi keman çalıyordum. İlginç bir hikâyem vardı. Amerika yolu, bu şekilde açıldı, sonra Juliard’a girdim.
Orada “harika çocuk” ilan edildiniz. Bu iyi bir şey mi?
-Aslında değil. Manasız bir etiket. Hiçbir şey ifade etmiyor. Şu anda o kadar farklı yetenekte öğrenci görüyorum ki, 11’lerinde müthişler, 18’lerinde bitmiş tükenmiş oluyorlar, sihirlerini yitirmiş oluyorlar...
Yeteri kadar çalışmadıkları için mi?
-Hayır, sihir başka bir şey. Ya var ya yok. Bazen de 13’lerinde sıradan bir yetenekken,
18’lerinde müthiş oluyorlar. Kestirmek, kategorize etmek zor...
Hep heyecan verici olmak gerekiyor
|
5 ayrı dalda Grammy Ödülü’ne sahip. |
Müzikle bu kadar bütünleşebilmek, tüm benliğiyle müziğin içinde eriyebilmek, bütün hücrelerinde müziği hissedebilmek... Ve hissettiklerini üstün ve erişilmez bir teknikle, inleyenlere aktarabilmek... Siz bunu yapabilen nadir müzisyenlerden birisiniz...
-Sağolun. Herkes bir şekilde gelişiyor. Ben de geliştim. Mesele, sadece bir enstrümanı çalmak değil, ondan çıkan o ilahi sesi yönetebilmek, onunla bütünleşebilmek. Ama tabii uzun kariyerin yaratabileceği çeşitli sorunlar var. Kendini tekrarlayabilirsin ve sıkabilirsin insanları. Bugün de dünkü gibi çalarsan, geçen ayki ve geçen yıl ki gibi... E hiçbir sürprizin kalmaz! Bir şekilde hep heyecan verici olmak gerekiyor. Ne var ki uzun bir kariyer, “ününü” de koruma isteğini beraberinde getiriyor. O zaman da, ulaştığın noktayı muhafaza etme gayretine giriyorsun ve güvenli sularda yüzüyorsun. Bu fena. Kendini tekrarlamak ve patinaj, bu noktadan sonra başlıyor. Her gün yeni bir performans sunabilmek için senin de her gün yeni bir heyecan duyman gerekiyor.
Peki sizi dinleyip, “Asla bu kadar iyi çalamayacağım!” diyen genç müzisyenler ne olacak?
-Valla, bu onların problemi! Bir sürüsü, “Umarım bir gün sizin gibi olabilirim” diyor. Olabilirler de. Mesele, olamazlarsa, “Benden hiçbir halt olmaz!” deyip bırakmaları. Çünkü hayatta illa, solo sanatçı olmak gerekmiyor. Eğitmen olabilirler, öğretmen olabilirler, bir grubun, bir orkestranın parçası olabilirler. Ama solo artist olamadı diye hayata küsen insanlar tanıyorum.
Çok sevdiğim bir müziği dinlerken ağlarım
Grammy’ler, ödüller, onurlandırmalar, övgüler ve dünyanın her yerinde verilen konserler... Bu kadar çok takdir edildikten sonra insan ne hissediyor?
-Güzel bir duygu. Ama çok fazla ciddiye almıyorum...
Kendinize âşık değil misiniz yani?
-Yok canım, daha neler! Bu tür insanları acıklı buluyorum. Benim için önemli olan başkalarının övgüleri ya da yergileri değil. Önemli olan benim kendimi nasıl hissettiğim. “İyi çaldım” diyorsam, tamamdır.
Hayatın sizden aldıklarıyla, size verdikleri arasında bir muhasebe yaptığınızda nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya?
-Şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum. Ben müziği gerçekten içimde hissedebiliyorum. Çok sevdiğim bir şeyi dinlerken ağlarım mesela. Bu işte müziği ruhunda hissedebilmek. Bazısı “Aa güzelmiş!” der ama duvar gibidir, şaşırmaz, etkilenmez. Oysa güzeldir hayatta şaşırmak, içlenmek, duygulanmak...
Unutulmaz filmlerde, unutulmaz müzikleriniz var. ‘Schindler’s List’ mesela, ‘Il Postino’ mesela, Yo Yo Ma ile birlikte ‘Bir Geyşa’nın Anıları’ mesela...
-Hepsi tesadüf. Tanıdığım ve işine saygı duyduğum çok iyi kompozitörler arıyor, “Bir şey yapıyorum, sen de katılır mısın” diyor. Ortaya çıkacak işin iyi olacağını düşünüyorsam, “Ben de varım” diyorum. O saydığınız bütün filmler, içime sinen işler oldu.
YARIN
- Eşi Toby’le nasıl tanıştı?
- 20 milyon dolarlık Stradivarius kemanının öyküsü...