Bir adamın peşinde tüm dünyayı dolaştım

Lale Ansingh, Dubai'nin en iyi halkla ilişkilercilerinden biri. Neşeli, hiperaktif ve en önemlisi çok pozitif. Lufthansa için çalışırken Hollanda'lı kocasıyla tanışmış. "Birbirimize deli gibi aşık olduk. Evlendik. Onun peşinden dünyayı dolaşmaya başladık."

Haberin Devamı

Dubai’nin en renkli simalarından biri... En etkin kişilerinden... Bir Türk... Macera ruhu yerinde bir Türk.

Yerde ya da gökte dünyayı dolaşmaktan, turlamaktan hoşlanan bir Türk. Neşeli, hiperaktif ve en önemlisi çok pozitif biri. Asla yokuş yapmayan, herkesin hayatını kolaylaştırmaya, her sorunu çözmeye çalışan biri. Özeti şahane bir kadın yani...

İş hayatınız nerede, nasıl başladı?

Dubai'nin en iyi halkla ilişkilercilerinden biri

Lale Ansingh

/images/100/0x0/55eb4d59f018fbb8f8b87ad2
-Lisede. Robert Kolej’deyken... Son iki yılda Bosfor Turizm’de çalıştım. 70’li yıllarda Avrupa’ya butik turlar düzenliyorduk. İstanbul’dan Paris’e kadar otobüsle. İşte ben o turları satıyordum. Baktılar ki, Robert Kolejli kız, bütün otobüsleri dolduruyor... "Hadi bakalım, Avrupa turunda bu insanlara rehberlik edeceksin" dediler. Yaz tatiliydi, benim de canıma minnet... O zaman fark ettim ki, benim insan ilişkilerim kuvvetli, sabırlı ve tahammüllüyüm, insanların sorunlarıyla uğraşmak, onlara çözümler bulmak beni tatmin ediyor.

Peki lise bitince ne oldu?

- Üniversiteye gittim, Viyana’da işletme okudum. Okul bitti, tam Türkiye’ye dönecekken, bir konferansta Lufthansa’nın genel müdürleri hostesliğin öneminden söz ediyorlardı, elimi kaldırdım, beni bile şaşırtan bir cesaretle, "Hostes olmak istiyorum. Ne yapmam gerekiyor?" diye sordum. Daha önce bunu aklımdan geçirmişliğim filan da yok hani, o anda içimden öyle geldi. İnanılmaz çok sevindiler, hemen beni Frankfurt’a yolladılar, imtihanlara girdim, geçtim. Ben artık Luftansa’nın az sayıdaki uluslararası hosteslerinden biriydim... Annem babam perişan tabii, bunca eğitim, hostes olmak için mi? Babam itiraz ediyor, ben de ona gelişmiş bir özgürlük duygum olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Sonunda "Sen beni dünya turunu gönderebilirsen okey, hostes olmam" dedim. Gönderemedi, oldum. O da kabullendi.

O zaman mesleğiniz hosteslik mi oldu?

- Yok hayır, iki sene uçtum. Sonra dediler ki, "Sen gel bakalım... Seni bizim halkla ilişkiler departmanına alıyoruz. Tüm dünyada Lufthansa’nın PR’ını yapacaksın." Alaska da dahil bütün dünyada yeni Lufthansa ofisleri açtım. Tam Bombay’daki ofisi açıyordum ki, Hollandalı, yakışıklı mı yakışıklı bir adamla tanıştım. Sonradan kocam olacak adam... Birbirimize deli gibi aşık olduk. O da, o sırada, Hindistan’da kendi işini kurmaya çalışıyordu. Evlendik. Onun peşinde dünyayı dolaşmaya başladım. Hayat, önce bizi Uganda’ya attı...

İnanılır gibi değil. Ne yaptınız Uganda’da...

- Benim pozitif bir kişiliğim var, beni hiçbir şey yıldıramaz, Uganda bile... Yıldıramadı. Ekmek yok, yumurta yok, Coca Cola yok, şarap yok. Her şeyi kendimiz evde yapıyoruz... Düşünün ki Hollanda’dan getirdiğim yumurta tozlarıyla omlet yapıyorum, kendi formülümle kola üretiyorum, şarap yapmaya çalışıyorum. Et gerekiyor. Gidiyorum ineği seçiyorum. Hemen oracıkta kesiyorlar, eti sıcak sıcak eve getiriyorum, marine ediyorum. Bu zannettiğiniz kadar güzel bir manzara değil, hatta çok çirkin, bu yüzden iki sene et yiyemedim...

Peki iş güç?

- Yoktu. Ama yarattım. Her gittiğim ülkede kendime iş yaratırım... Uganda Havayolları Genel Müdürü’ne gittim, "Ben sizin hosteslerinizi eğiteyim, ikram nasıl yapılır, yolcuya nasıl hitap edilir, nasıl giyinmeleri gerekir öğreteyim. Karşılığında para istemiyorum, onun yerine kocamla beni her iki haftada bir Londra’ya gönderin. O gidişlerde hostesleri denetlerim, size de rapor ederim." Kabul etti. Gerçekten de bir sürü şey öğrettim kızlara. Biz de iki yıl boyunca, iki haftada bir Londra’ya gittik geldik.

E güzelmiş... Sonraki durak...

- Hollanda. Tekrar okula başladım. Bu sefer de turizm okudum. Sonra ver elini KLM... Derken Arjantin... Hamileydim, kızım Lizi’yi doğurdum, 5 yıl çalışmadım. Arkasından Mısır... Orada da hem emlakçılık ve halkla ilişkiler yaptım.

Her seferinde yeni bir ülkede yeni bir kariyer yapıyorsunuz... Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?

- Beni bir tek sırrım var, pozitif enerji. Bugün beni mutlu ve başarılı bir insan haline getiren de bu bitmeyen pozitif enerjimdir. Mısır’dan sonra Türkiye’ye döndük, Betul Mardin’le çalışmaya başladım. 90’ların başıydı, ilk defa Viyana Balosu’nu yaptık Türkiye’de, sonra bana Swissotel’in PR direktörlüğü teklif edildi. Her şey çok iyi, hayatımdan son derece memnundum ki... Bir haber geldi, haydiiii, Suudi Arabistan’a gidiyoruz. Kocamın tayini oraya çıkmış... Ama şöyle harika bir şey oldu, kralın ailesinin Riyad’da çok büyük bir kadınlar kulubü var, ben daha Riyad’a taşınmadan oranın genel müdürlüğünü yapar mısın dediler... 2.5 yıl yaptım.

Suudi Arabistan’da çalışmanın zorlukları ne?

- Zorluk sözcüğü yeterli değil. Orada bir kadın olarak iş yapmak demek, imkansızı gerçekleştirmeye çalışmak demek. Araba kullanamazsın. Eşinden başka hiçbir adamla bir yere gidemezsin. Çalıştığın yerde sadece kadınlar olacak. Benim altımda 120 kişi çalışıyordu. Hepsi de kadın... Ama çok büyük bir kulüptü, restoranları, öğretici derslerin verildiği bölümleri vardı. Bazen de elektrikçilerin gelmesi gerekiyordu, aletler bozulmuş, sigortası atmış, değişmesi icap ediyor. Al başına belayı... Çünkü bunları yapacak olanlar, erkek teknisyenler. Kadınlarla erkeklerin de birbirini görmemesi gerekiyor...

E ne yapıyordunuz?

- Büyük paravanlar yaptırdım. Erkek teknisyenler o paravanların arkasında gidip geliyorlardı, sadece ayaklarını görüyorsun, işlerini bitiriyorlar ve tekrar paravanları ellerine alıp, dışarı çıkıyorlardı. Ya da sabah kulüp açılmadan 5 ile 8 arasında erkek elemanın girmesine izin veriyordum. Ama bazen de 2000 kişilik davetler yapıyorduk. Davet sırasında teknik bir arıza olmaması için de dua ediyorduk. Bir aksilik olursa, o adamları o paravanlarla nasıl içeri sokacağız...

Peki siz orada çalışabilmeyi nasıl başardınız?

- Zamanla alışıyor insan. Eleştirmiyorsun, kabulleniyorsun... Onların memleketindesin, onların kurallarına uymak mecburiyetindesin. Ben Suudileri çok sevdim, hem de saygım var onlara...

Nasıl giyiniyordunuz?

- Tabii ki siyah çarşaf... Kızımız büyümeye başlayınca Dubai’ye geldim. Kocamın işi hálá Suudi Arabistan’daydı ama evi Dubai’de...

Peki Dubai’nin en önemli PR’cılarından biri nasıl oldunuz?

- Dubai’ye gelince, minicik bir şirket kurdum. Butik bir şirket... Adını da Rawaj koydum, "revaçta" anlamına geliyor. Çok sevdiğim Suudi bir prens bu ismi verdi, odur beni teşvik eden, "Artık kendi şirketini kurma zamanı geldi" diyen. Ben tabii korkular içindeyim, ya Rawaj İnternational revaçta olamazsa diye? Allah’tan oldu. 8 yıl içinde Dubai’nin en sevilen ve en çok istenen şirketlerinden biri haline geldi.

Hükümranlık alanınız nerelere kadar uzanabiliyor?

- Amerika dışında her tarafa... Çünkü bir sürü yerde kardeş şirketlerimiz var. Ama esas Ortadoğu’da güçlüyüz.

Burada alamayacağınız, yapamayacağınız işler...

- Yok. Öyle bir hale geldik ki, artık müşterimizi seçiyoruz. İnanmadığım işi almam. Yeteri kadar heyecanlı olmayan müşteriyle de çalışmam.

Dini bütün bir Müslüman olmamanızın dezavantajları olmadı mı hiç?

- Hayır, hiç... Önemli olan, yaşadığın yerin kültürüne saygı göstermek, kurallarına uymak, çünkü sen misafirsin, bunun ayrımına vardığın zaman sorun yok.

Dubai’de iş yapmanın zorlukları neler?

- Bir kere Türkiye’de iş yapmaya hiç benzemiyor. Burada birçok kültür bir arada. Hintliler, Pakistanlılar, Filipinliler... Biz bir organizasyon yaptığımız zaman ya da medyayı topladığımız zaman, o insanların hepsinin değişik kültürlerden geldiğini unutmamamız gerekiyor. Şöyle ki, "Şu saatte şuraya gelin" dediğimiz zaman, biliyoruz ki Hintliler yarım saat geç gelecek, Pakistanlılar 10 dakika önce gelecek, Mısırlı ise "Geliyorum" diyecek ama gelmeyecek... Sonra buradaki bürokratik mekanizma Türkiye’dekinden daha yavaş işliyor ve inisiyatif kullanabilme imkanı az. Bizde, Türkiye’de, herkes kendi başına biridir, çok daha fazla inisiyatif alabilen insanlarız, burada böyle bir şey yok, herkes bir üstüne soruyor.

Delirmiyor musunuz?

- Yoo, artık bu gerçekliği kabul ettim, 5-6 kültür bir aradaysa, hepsinin karakteristik özelliklerini öğrenmek ve onlarla birebir ilişki kurmak gerekiyor.

Dile hakim olmamanız bir dezavantaj mı?

- Alakası yok, çünkü kullanılan dil İngilizce. Arap ülkesinde olmamıza rağmen, bakkalda bile İngilizce koşuluyor.

Siz uzun zamandan beri Dubai’desiniz, değişen bir şeyler var mı?

- Olmaz mı? Dubai bir patlama yaşıyor. Finans bakımından, turizm bakımından, kültür bakımından... Her gün yeni gelenlerin sayısı artıyor. Büyük bir göç var.

Daha ne kadar kalmayı düşünüyorsunuz?

- Kalabildiğim kadar... Çünkü 365 gün güneşle uyanıyorum. Benim için ışık çok önemli. Ruh halimi birebir etkiliyor. Gri sabahlara uyanmak istemiyorum. Ama herkes zannediyor ki, burada, hayat toz pembe... Hayır, değil. Hayat gittikçe pahalılaşıyor. Kiralar çok yüksek. Aylık kira yok, yılık vermek mecburiyetindesin. Toplu taşıt yok. Araban yoksa mahvolmuşsun demektir...

Bugüne kadar yaptığınız işler arasında en çok gurur duyduklarınız...

- Dört yıl önce Dubai Film Festivali’ni başlattık, biz yaptık, çığ gibi büyüdü, bu yıl George Clooney bile geldi. Dubai Finans Merkezi’ni açtık. Dubai’yi dünya başkentlerinin arasına soktuk.

Sizin Şeyh Muhammed’in ailesiyle de bağlantılarınız var, öyle değil mi?

- Evet var. Daha çok Şeyh Muhammed’in ikinci karısı Prenses Haya ve kızı Şeyka Manal ile... Birlikte bir sürü proje gerçekleştirdik. Şeyh, bütün çocuklarını sosyal faaliyetlerde öne çıkmaları için teşvik ediyor. Mesela diyor ki, "Eğitim alamayan tüm dünya çocuklarına bağışta bulunacağız. Hadi bakayım fikir üretin..." Kızı Şeyka Manal, bizim de yardımımızla şöyle bir teklifle gitti babasına: "Dubai’nin en varlıklı ailelerinden minimum 30 bin dolar değerinde sanat eseri alacağım, resim olabilir, heykel olabilir, halı olabilir, el yazması olabilir, Kuran olabilir ve onları açık artırmada satacağım. Geliri de eğitim alamayan dünya çocuklarına bağışlayacağız." Gerçekten de bu projeyi hayata geçirdik. Açık artırmayı yapması için İngiltere’den Christie’s’i getirdik. 3 milyon dolar para toplamak hedeflenirken, 10 milyon dolara ulaştık. Şeyh Muhammed’in de polo tişörtlerinden bir tanesini açık artırmaya çıkardık. 40 dakika sürmedi, her şey satıldı... 10 milyon dolar bağış yaptık.

Yazarın Tüm Yazıları