Paylaş
Yoktan Türkiye’nin en varlıklı adamlarından biri oldu. Sadece en varlıklı da değil, en çok izlenen. Şirketinde 120 kişi çalışıyor, televizyon kanalında da 300-350 kişi. Adam kendi başına bir televizyon kanalı.
Levent’teki yan yana iki villa, vızır vızır çalışıyor. Herkes birbiriyle arkadaş, bu ekip 120 kişi birlikte tatile gidiyor. Herkesin yüzünde yeni yılın heyecanı, yeni bir yıla giriyor olmanın neşesi...
Sizi eğlendirecek fotoğraflar çekmek istedik, Acun, Noel Baba olmayı kabul etmeyince iş başa düştü. Hepinize 2013’ün iyilikler, güzellikler, aşk, sağlık, mutluluk, başarı getirmesini diliyorum ve sizi Acun’un başarısının sırlarıyla baş başa bırakıyorum...
Yılın sonunda, kafadan giriyorum. Nasıl bu kadar zengin oldun? Bizde olmayıp sende olan ne var?
- Maddi olarak avantajlı duruma gelmemin sebebi...
Ferrasi’si ve uçağı olan adama biz ‘zengin’ diyoruz!
- Peki zengin olmamın sebebi, girdiğim sektörün prim yapan bir sektör olması. Bu sektörün adı, show business. Şöyle bir altın kuralı var. Yaptığın program ne kadar çok kişi tarafından takip edilirse, o kadar çok kazanırsın. Bizim hafta sonu izleyicimiz 20 milyon...
Messi’den daha fazla kazandığın doğru mu?
- Messi, bir maçta 10 dakika görünüyor, ben prime time’da haftada dokuz saat görünüyorum, öyle düşün! Ama beni Messi’yle mukayese etmek doğru değil, elmayla armuduz. O, tek başına bir futbolcu, benim şirketim var. 120 kişiye ekmek veren bir şirket...
Çok da seviliyorsun. Normalde bu kadar çok kazanan birine gıcık olunur. Sana olmuyoruz. Formülünde samimiyetten başka ne var?
- Hep aynı adamım. Kadıköy Anadolu’dayken eve 25 kişi getirir, anneme mantı yaptırırdım. Hep insanlar için çabaladım. Yani ‘sevilme bölümüm’ ünlü olmadan önce de vardı. Parayı bulunca değişmedim. Zaten bu ekran denilen şey tuhaf. Özünü, kişiliğini ortaya çıkarıyor. Mesela Survivor’da bazı kişileri halk aşırı severken, bazılarından nefret ediyor. Çünkü birden hırslarını, komplekslerini, korkularını görüyorsun. Kendimi övmek istemem ama kibirli değilim, ukalalık etmem. Büyüklerime saygılıyım. Böyle biri Türkiye’de her zaman sevilir.
Bir de bazı şeylerin altını çizmiyorsun. Ferrari’n var ama gece kulübüne onunla gitmiyorsun. “Herkes gibi davranayım” diye bir hesabın mı var?
- Tam tersine hiç hesabım kitabım olmadığı için seviliyorum. Özellikle iyi olmaya çalışırsan da izleyici hisseder. Bazı ünlülerin düştüğü tuzak bu, “Aman iyi görüneyim” diye çabalarken bir çuval inciri mahvederler. Yalaka da olmayacaksın, kendin gibi olacaksın. Bir de ben, “Hatasız değilim” mesajı veriyorum. Değilim de. Ama mesela, kimseyi aşağılamam. Başkasını aşağılamak, küçümsemek neredeyse bir tarz oldu. Aç interneti, Twitter’ı, herkes birbirine giydiriyor. Hayatında hiçbir şey başarmamışlar, başkalarını aşağılama hakkını görüyor kendinde. Büyük hata! Ne zaman birini aşağılayabilirsin biliyor musun? Bunun bir espri olduğunu hissettirdiğin zaman. Gökhan Şükür mesela çok yakın arkadaşım, her dakika beni aşağılar. Çok eğlenirim. Çünkü beni gerçekten sevdiğini bilirim. Aramızdaki güven tamdır. İşte böyle biri hakkımda her şeyi söyleyebilir, başkaları değil.
Yine de 1993’te kot dükkânı açıp batırmışsın. Şunun şurasında kaç yıl geçti ki bu kadar yol kat ettin? Ne bu? Ticari zekâ mı?
- Bence, ticari zekâm olmadığı için bu başarıya ulaştım. Birincisi birlikte iş yaptığım kişilerin çoğu arkadaşlarım. İkincisi, hayatım boyunca ‘oyun’ oynayan biriydim.
Nasıl yani?
- Dün gece beş arkadaş, yine dört buçuk saat Playstation’da turnuva yaptık. Oyunu hayatımın bir parçası haline getirdim. İşimde de böyleyim. O oyun heyecanını televizyonda yansıttığın zaman, kitleler de seyrediyor. Bütün projelere oyun gibi bakıyorum. 18-19 yaşında 20 kişiyle turnuva yapardık. King, tavla, futbol, aklına ne gelirse... Aynı konsepti televizyona taşıdım. Üstelik para da konuşmadım. Show TV’de para pul hiç sormazdım. “İşi en iyi şekilde yapayım. Ederi ne kadarsa nasıl olsa takdir ederler” derdim. Tek hedefim vardı: “Bu kanala hiçbir zaman para kaybettirmeyeceğim!”
Böyle davranınca insanı kazıklamazlar mı?
- Hayır asla! Bir sırrım da insan ilişkilerimin hep çok iyi olması. Bu kadar verici olduğun zaman, kimsenin aklına kazık atmak gelmiyor. Ya da şanslıydım bilemiyorum. Prodüksiyonda da paraya bakmam, en iyisi için limitsiz harcarım. Ekranda bunun bir karşılığı oluyor: Çılgın da bir reklam geliri... E o zaman aldığın ücreti ona göre takdir ediyorlar. Yani şu: İşini, elinden geldiğince iyi yapacaksın, fırsatçılık yapmayacaksın, işte o zaman sen de kazanıyorsun...
Show TV’den 18 yıl sonra gitmene nasıl izin verdiler?
- Maddi sıkıntıları alacağıma da yansıyordu. Bir yıl daha kalsaydım, risk çok büyüyecekti. Bir an geldi...
Paranı alamayınca ayrıldın yani...
- Bu fazla net oldu! Ama evet, maddi problemler yüzünden ayrıldım.
Jüri anlayışını da değiştirdin. Eskiden jürinin en azından biri yılan ve kavgacı olurdu. Seninkilerde öyle bir şey yok, herkes birbiriyle iyi...
- Bunu da planladım. Matematiğim de şuydu: ‘Var Mısın Yok Musun’da ne kadar iyi yarışma çıkarırsak, halk o kadar seyrediyor. Yarışmacı hafif ‘kılçık’sa, seyretmekten vazgeçiyor...
İyi kalpli olmayı mı kastediyorsun?
- Kalbindeki iyiliği dışarı vuran tipler olur ya, onu kastediyorum. Adam hikâyesini anlatır, “Hakikaten adammış!” dersin. Tavırlarından bir insan iyi mi, kötü mü anlarız. Seyircinin, sevdiği insanları daha çok seyrettiğini fark ettim. Yaptığım bir devrim aslında. Jüriyi seçerken, “Arada kılçık biri, sataşan biri olmasın” dedim. ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’de de ‘O Ses Türkiye’de de
aynı felsefeyi korudum. Pozitif enerji veren yarışmacıları aşağılamayan bir jüri. Ve tuttu.
Reyting soru işaretinden gelir!
Yani ekrandaki başarının sırrı ‘iyi’ olmak mı?
- Yok. Ekranda hep pozitif olmak, hep iyi davranmak da doğru değil. Öyle davrananlar başarılı olamaz. Reytingleri yoktur. Seda Sayan mesela, hep çok reyting alır. Neden? Çünkü soru işaretidir. Reyting de soru işaretinden gelir. Seda Sayan, sever de ısırır da sinirlenir de... Ne zaman ne yapacağını bilemezsin, gözünü ayırmadan izlersin. Ne söyleyeceğini bildiğin birini, dinlemezsin bile. Mesele şaşırtmak. Hülya Avşar’da da Sergen’de de aynı özellik var. O yüzden çok izleniyorlar.
Acun dünya demek
İsminin bir hikâyesi var mı?
- Babam futbolu çok severdi. Samsunsporlu bir futbolcunun isminden etkilenmiş. Acun, ‘dünya’ demek. İsmin tecellisi ancak bu kadar olur. Adım ‘dünya’; dört yıl dünyayı gezdim.
Özgüveni tam bir adam mısın?
- Kendiyle ilgili gerçekçi değerlendirme yapabilen bir adamım. Özgüven demeyelim buna. Limitlerimi bildiğim için, kendimi doğru kullanan biriyim. Ne fazla güvenim var ne de az. Tam tadında diye düşünüyorum.
Geldiğin noktadan hiç korkmuyor musun? Zirveye çıkmak zor ama orada kalmak daha zor değil mi?
- Evet, insanın üzerinde baskı yaratan bir durum bu. Ama şöhretin getirdiği avantajları kullanan biri değilim.
Nasıl yani?
- Gece kulüplerinde kapılarda karşılanan, davetlerde ön plana çıkan bir figür olsaydım, zirveden düşmek, insanın psikolojisini bozabilirdi. Ama hoşlanmıyorum zaten bunlardan. O yüzden meşhurluğun bu tür avantajlarından mahrum kalmak, bana koymaz. Fakat şu var: Televizyonla o kadar iç içe geçmişim ki, artık damarlarımda akıyor. En mutlu olduğum an, iyi reyting aldığımız an. Ancak o zaman vücut mutluluk hormonu salgılayabiliyor. Doğal uyuşturucu gibi. 2006’dan beri de her işimiz neredeyse birinci. Şimdi ne kadar iddialı olursam olayım, yarın öbür gün başarısızlıkta sarsılacağım kesin. Ama yapacak bir şey yok, zaten bunca zaman nasıl böyle devam etmiş akıl alacak gibi değil.
Peki stresten ölmüyor musun?
- Bir sır daha vereyim: Beynimde bir Pollyanna vitesi var. İleride bir gün başarısız olduğumda, “Eeee bu kadar zaman bir numara oldum, artık başkaları olsun” derim. Yaşadığım her durumda, bu Pollyanna vitesini çalıştırıyorum. Biliyorsun yeni ameliyat oldum, dizim ciddi kötü. Ama içimden şöyle diyorum: “İyi ki yazın olmadı. İyi ki şimdi oldu. Aralık, ocak, şubatta zaten top oynayamazdım ki...” Bardağın hep dolu tarafını görmek lazım ya, ben bardakta bir gıdım su olsun, onu dolu görürüm! Pollyanna’lıkta doktora seviyesindeyim. Bir arkadaşımın işleri iyi, hayatı iyi ama hep mutsuz. Başka bir arkadaşıma dedim ki, “Bu nasıl bir şey? Bu kadar mı her şey kafaya takılır ?” O da bana dedi ki, “Sen meseleyi çakamamışsın. O, mutsuzluktan besleniyor!” İşte ben de onun tam tersiyim.
Babamın hayatı benimle gurur duyarak geçti oysa hiçbir şey yapmamıştım
O kadar çok felaket yaşadın ki, insan sana kızamıyor, hatta kıskanamıyor. Allah bir şey alırken bir şeyi veriyor gibi mi hissediyorsun?
- Doğru, büyük acılar yaşadım. Normal insanların aklını kaçıracağı acılar, üstelik üst üste. Allah kimseye vermesin. Daha önce de söyledim, yine söylüyorum, keşke sıradan bir esnaf olsaydım da annemle babamla birlikte olabilseydim.
Kazada kaybettiğin anne ve babanın senin başarmış halini görememesine ne kadar üzülüyorsun?
- Çooook. Çünkü babamın hayatı benimle gurur duyarak geçti. Babamın hayatı, ben hiçbir şey yapmamış olsam da benimle gurur duyarak geçti. Keşke bu günleri görebilseydi. Fark ettim ki, meğer ben her şeyi, kendimi onlara ispatlayabilmek için yaparmışım, onların gözüne girebilmek için yaşarmışım. Bir anda arkam boşalıverdi...
İnsan bütün o acıları yaşayınca, ölümü farklı mı algılıyor?
- Elbette. Büyük bir boşluğun içine düşüyorsun. Kazık kadar oldum, üç çocuğum var ama hiçbir zaman o boşluk “Biraz olsun doldu” diyemem. Bir de neye yanıyorum biliyor musun? Çocuklar büyüyünce annelerine, babalarına bakarlar ya, ben yapamadım. Elleri üzerimdeyken, her şeyimle onlar ilgilenirken rahmetli oldular. Diyorum ya 20 kişi eve gelirdi, beşi yatıya kalırdı. Bir gün de “Arkadaşların eve çok geliyor” demez mi bir anne baba? Asla demediler.
Komik bir babayım
Ekipteki herkes arkadaşın mı?
- Evet öyle. Esat’la mesela 16 yaşından beri birlikteyiz. Araba kaçırır Uludağ’a giderdik. Esat’ın buzdolabı fabrikası vardı. “Buzdolabı üretip ne yapacaksın bırak” dedim, onu televizyoncu yaptım. Çaykun ise basketbol menajeriydi, onun da kanına televizyonu ben soktum.
Hiç sorun yaşamadınız mı?
- Sıfır. Televizyonda ekran, işin yüzde 10’u, 20’sidir. Onu ben üstleniyorum. Gerisini de güvendiğim insanlara bırakmış durumdayım.
İyi bir baba mısın?
- Komik bir babayım. Üç kızımla çok iyi anlaşıyorum. Banu, Yasemin ve Leyla en büyük aşklarım. Büyük kızım artık bizimle çalışıyor. Koç Üniversitesi’ni bitirdi, geldi. Annemler kaza yaptığında 18 kırıkla camdan fırlamıştı.
Kendini sürekli devam ettirecek enerjiyi nereden buluyorsun?
- Korkular o enerjiyi fazlasıyla veriyor. Zirvede kalma korkusu! Ama şurası gerçek, ben mesleğimi yaparken inanılmaz eğleniyorum. Bu da Allah’ın bir lütfu!
İyi bir lider misin?
- Sevildiğimi düşünüyorum. Öyle hissettiriyorlar.
Pinti misin?
- Tam tersine.
Dizi-mizi işlerine girmek ister misin?
- Hayır. Biz İtalyan mutfağıyız, onlar suşi yapıyor! O kadar farklı işler. İkisi de televizyonculuk zannedersin ama alakaları yok.
Yaşanabilecek bütün acılar
Allah, annemi babamı alarak yoklukla imtihan etti, şimdi varlıkla imtihan ettiğini düşünüyorum. Ben Show TV’de 24 yaşında muhabirken hayatta yaşanabilecek her şeyi yaşamıştım aslında. Annemi babamı kaybetmişim, kendim trafik kazası geçirmişim, yanımdaki arkadaşım ölmüş, evlenmişim, boşanmışım, iflas etmişim, okuldan atılmışım. İnsanların hayatında bunların birkaçı olur, 24 yaşında bende hepsi olmuştu.
Her yere geç kalıyor olmam da adrenalin bağımlılığım yüzünden
Bir de oğlun olsun ister miydin?
- Öyle bir krizim yok. Evladın hayırlısı olsun. Oğlum olup da kontrolden çıkan biri olacağına kızım olsun beni çok sevsin yeter.
Hız, hayatında ne ifade ediyor? Sürat teknesi, Ferrari, motosiklet...
- Adrenalin bağımlısıyım. Bir yerlere geç kalmam bile o yüzden. Adrenalini tadabilmek için sürekli geç kalmayı tercih ediyorum. Gece üçte, dörtte arabayla bir yerlere çıkıyorum ya da sürat motoruma binip denizde hız yapıyorum. İyi bir şey diye anlatmıyorum ama maalesef adrenalin bağımlılığım var.
HAYATINDAKİ 4 DÖNÜM NOKTASI
1 2002 Dünya Kupası’na gidememiş olmam. Çok üzüldüm, o moral bozukluğuyla ‘Acun Firarda’yı çekmeye başladım. Dört yıl boyunca o çapta bir program için inanılmaz reytingler yakaladım. Beni Türkiye’ye asıl tanıtan o programdır. O dünya kupasına gitmiş olsaydım, o programı çekmeyecektim ve bu kadar tanınmış biri olmayacaktım.
2 Dört yıl sonra “Çok geç saatte yayına giriyoruz” diye sinirim bozuldu, o gazla ‘Fear Factor’ı yapmaya karar verdim. Eğer programımı o geç saate sokmasalardı başka bir şey yapmak aklıma bile gelmeyecekti. Ama yaptım. ‘Fear Factor’la program dört hafta üst üste birinci olunca, Türkiye-Yunanistan Survivor’ını yapmaya karar verdim ve böylece ilk büyük prodüksiyonuma başladım.
3 Şansa bakın ki, o dönemde ‘Survivor’, formatçısına yapılan ödemelerdeki dengesizlikten dolayı, bana formatı vermeyi teklif etti. “Formatımı sen temsil et” dedi. Bu da elimdeki programların mülkiyetini bana vermiş oldu. Bu da hayatımın başka bir dönüm noktası.
4 ‘O Ses Türkiye’yi de Pierre Van Hooijdonk sayesinde aldım. Bana, “Hollanda’da böyle böyle bir format var” dedi. Programı izledim, âşık oldum. Telefon açtım, “Başka biriyle anlaştık ama kontrat henüz imzalanmadı” dediler. Topu topu 15 dakikam vardı ve ben o süre içinde onları ikna ettim, edemeseydim program elimden gidecekti. Tesadüfe bakın ki, adamların imza atacağı gün aramışım ve programın sahibi olmuşum. Bunları üst üste koyunca, diyorum ki, bu işte Allah’ın parmağı var, demek ki benim iş hayatımda başarılı olmamı istedi, yoksa mümkün değil bütün bunların bir arada gerçekleşmesi...
Paylaş