Paylaş
Hayatımıza nereden, nasıl girdin?
- 15 yaşından beri sokak müzisyeniyim. Şimdi de 21’im. Kalbim, hâlâ sokakta. Kendimi en iyi hissettiğim yer...
İsmini duyunca gençlerin gözleri parlıyor...
- Çünkü ayna gibiyim, bende kendilerini görüyorlar. “Gülün” yazıyor benim aynamda, “Kendiniz gibi olun, olduğunuzdan farklı görünmeyin!”
Gerçekten de kendin gibisin. Nasıl böyle kalabildin?
- Önce bunun bir meziyet olduğunu kavrayacak bir bilince sahip olmak gerekiyor. Ben işte bunu sokakta öğrendim. Yaptığımız ne olursa olsun, bir duygu geçirmemiz gerekiyor insanlara. Geriye kalan hep duygu oluyor. Hayat da öyle aslında. Ölüyoruz, yok oluyoruz. Bizi hatırlayanlara, bizden bir duygu geçiyor. Hissiyat her şey. Müzikte de öyle. Yıllar sonra bir Cem Karaca, Moğollar, Barış Manço plağı dinlediğimizde, oradaki bir solo bizi bizden alır. Neden? Çünkü samimi ve sahicidir. Bence bu dünyaya bir şey bırakmak istiyorsak, sahici ve samimi olmamız gerekiyor.
MODA ÇOCUĞUYUM BEN
Kendini hatırladığında neredesin, n’apıyorsun?
- Müzik yapıyorum. Evde. Sokakta. Vapurda. Akbil basmamak için vapurun en üst katında saklanıyorum. Pembe şort var üzerimde. Sürekli yere oturduğum için arkası leke olmuş. Annem sinir oluyor, sürekli yıkamak zorunda kalıyor. Başka şort istemiyorum, hep onu giyiyorum...
Annenle hep iyi bir ikili oldunuz değil mi?
- Evet. Anaokulundan beri ne yaptıysak birlikte yaptık. Şimdi de sırdaş gibi bir şeyiz, bir de Allah’tan menajerim kendisi, beni topluyor. Çok tatlı, kafa bir annem var.
Nasıl bir hayatınız vardı?
- 5-6 yaşındayken hayatıma bir kardeş girdi. Onun babasıyla benim annem evlendi. Çok iyi anlaştık. Kardeş olmak için kan bağı gerekmiyormuş. Kız kardeşim Ece, benim hayatımda pek çok şey değiştirdi. Onun babası Can, benim babam oldu. Benim annem Sevda da kız kardeşim Ece’nin annesi oldu.
Annen ne iş yapıyor?
- Valla bizi büyüttü. Şu anda da beni idare ediyor. Çok yetenekli ve yaratıcıdır. Müzik kulağı çok iyidir. O da benim gibi solaktır.
Can ne iş yapar?
- Muhasebeci.
Olay nerede geçiyor?
- Moda çocuğuyum ben. Kadıköy’de geçiyor bizim hikâyemiz.
Aynı zamanda meşhur müzisyen Asım Can Gündüz’ün oğlusun...
- Evet. Babam hem vardı hem yoktu hayatımda. Onunla liseye kadar pek görüşmedim. Hep uzaktaydı. Hayatımdaki iki erkek figüründen de farklı şeyler öğrendim. Hep böyle yapboz gibilerdi. Birisinin boşluğunu diğeri kapattı.
Peki baban Asım Can Gündüz’le pek görüşmemenizin nedeni ne?
- Uzakta olması ve İstanbul’a geldiğinde de genellikle vaktinin olmaması. Hep meşguldü. Sırf benim için İstanbul’a geldiği zaman azdır. “Şunu yaparken seni de göreyim dedim” derdi görüştüğümüzde. Bununla da böbürlenirdi. Ama ben üzülürdüm. İnsanın çocuğuna vakit ayırabilmesi için işi bahane etmesi kalp kırıcı.
Liseye kadar ortalıkta olmayan bir baba... İnsan bu durumu nasıl normalize ediyor?
- Çok kolay olmuyor. Ama hayatı da kendime zehir etmek istemedim. Ya “O da bana bir şeyler öğretmek için var. Onu az görsem de bana katacağı şeyler var!” diyecektim ya da trip atıp sürekli suçlayıp baba meselesini çözememiş biri olacaktım. Ben birinci şıkkı tercih ettim.
Asım Can Gündüz ile oğlu Evrencan Gündüz.
ANCAK AŞKLA YAPARSIN BENİM GİBİSİNİ
Nedir kabul ettiğin?
- Herkes dünyaya baba olmak için gelmiyor. Benimki de iyi bir insan ama iyi bir baba değil. Ağır gelmiş ona babalık. Yapamamış. Becerememiş. Annemi ve beni bırakıp “Ege’ye giden ilk otobüs hangisi?” demiş. Biliyorum, bir çocuğun babasına şefkat göstermesi saçma, tersi olması lazım aslında ama adam başka türlüsünü bilmiyormuş, yapamamış. Sonradan bana “Gitmeseydim, bu şehirde kalsaydım, ölecektim!” dedi. “Seni daha çok görebilmek için gittim!” dedi. Görmedi o ayrı. Ama ne yaşadığını hiçbir zaman bilemeyiz.
Annenle baban nasıl tanışmış?
- Annem çağrı merkezi gibi bir yerde çalışıyormuş. Belki de sipariş alıyor, bilmiyorum. Babam arıyor. Telefondaki kızın cool tavrı, sesi hoşuna gidiyor. “Size bir şarkı söyleyeyim” diyor, en neşeli, en enerjik, en Asım Can Gündüz haliyle. Aklınca flört ediyor. O güne kadar hep işe yaramış, kızları tavlamış. Ama annem diyor ki “Kusura bakmayın, şu an çalışıyorum, sizin şarkınızla filan uğraşamam.” Babam da, bu posta koyan kızı merak ediyor, gidip buluyor. Öyle başlıyor ilişkileri.
Bayağı aşk yani...
- Evet evet. Filmlerdeki gibi. Ben de aşk çocuğuyum. Yoksa nasıl böyle bir şey çıkar ortaya? Baksana bana. Delinin tekiyim. Ancak aşkla yaparsın benim gibisini! Ama işte babam hazır değilmiş bir aile kurmaya, baba olmaya, bir çocuğun sorumluluğunu almaya. Film devam edememiş. Ama nasıl iyi kalpli bir adamsa, herkesin babamla bir hikâyesi var ve hep 80’lerde, 90’larda geçiyor. Aktörler, yönetmenler, oyuncular, normal insanlar nasıl güzel şeyler anlatıyorlar. Bu anılar beni onurlandırıyor, gururlandırıyor.
Sence ikinizin ortak bir özelliği var mı?
- Müzik tabii. Ve bence ikimizin de iyileştirme özelliği var. Bir yere girdiği zaman “Güzel günler olsun efendim!” derdi babam. Coşkulu, abartılı ve çok sempatik bir adamdı. Birden girdiği ortama güneş açmış gibi olurdu. Piyango çıkmış gibi gülerlerdi. Ben bir yere girince de öyle oluyor, insanların yüzüne istem dışı bir gülümseme yayılıyor.
Ona kızgın mısın peki?
- Yalan yok, kızgın değil kırgınım. Küçücük çabalar gösterebilseydi keşke. Çok bir şey de istemedim aslında. Bu arada gen denen şey o kadar tuhaf bir şey ki, ben babamın tıpkısının aynısıyım. Duruş muruş aynı.
Küs mü ayrıldınız siz?
- Biraz küstük evet. Baba-oğul, prezervatif reklamında oynamamızı istedi. Ben de istemedim. Kariyerimin başındayım, hoşuma gitmedi teklif. O da sinirlendi. Ama çocuktu benim babam. Reklam hikâyesinden sonra bana bir mesaj attı, “Seni seviyorum oğlum, unut gitsin o reklam hikâyesini. Konuşmayalım artık, boş ver!” dedi. O yüzden küs olarak ayrıldığımızı düşünmek istemiyorum. Ben onu, “Seni seviyorum oğlum” diyen adam olarak hatırlamak istiyorum.
ASLA SOKAK MÜZİSYENLİĞİNDEN VAZGEÇMEYECEĞİM
Müziğe nasıl başladın?
- Valla ben basketbolcu olacaktım. Fenerbahçe’de oynadım, Devlet Su İşleri’nde oynadım. Tam altı sene. Ama işte insanın aslı neyse, ona doğru akıyor. Bir arkadaşım piyano çalıyordu. “Ya şu piyanoyu ben de öğrenmek istiyorum” dedim. Kız kardeşimle ders almaya başladık, onun da yeteneği vardır müziğe. Epey devam ettim müzik derslerine. Sonra bir gün baktım, bir gitar var köşede. Onu da tıngırdatmaya başladım. Derken babam bir elektro gitar aldı. Almasa belki girişmeyecektim bu işlere. Amfiye takıyordum gitarı, akşam yemeğine kadar çalıyordum, hiç durmadan. Ama müzisyen olacağım, ünlü olacağım diye bir şey yok. Sadece yaptığı şeyi çok seven bir çocuk var. Çaldım, çaldım, çaldım... Sonra bir yaz, 16 yaşında, babam beni sahneye çıkardı.
Sonra?
- Sonra sevdim bu işi. Sokaklara attım kendimi. 16-17 arası, vapurda müzik yapanlara özendim. “Ben de gitar çalıyorum” deyince, “Bizim gitariste ihtiyacımız oluyor, öyle zamanlarda gelir misin?” dediler. Ve vapur müzisyeni oldum.
BENİM ÇIKIŞIM SOSYAL MEDYA
Neydi o zamanki hayallerin?
- Kendi grubumu kurmak istiyordum. Kendi müziklerimi yapmak istiyordum. 18’imde kendimce büyük bir aşk yaşadım, ayrıldım ve besteler akmaya başladı. Sonra vapurdan sokağa çıktım. Bir tane pilli amfi aldım. Dans ediyordum, ayağıma def de takıyordum. Sokaklarda kendi kendimin patronuydum. Üç saatte 100 lira kazanıyordum. Baktım sadece İngilizce bir süre sonra sıkıyor, araya Türkçe şarkılar da sokmaya başladım. Sonra YouTube’a videolar yüklemeye başladım. Ve gerisi geldi...
Yaptığın müziği nasıl tanımlıyorsun?
- Evrensel müzik yapıyorum. Blues, rock, caz ve her şey var. Halay bile var. Türküleri de yeniden yorumluyorum. Yeter ki kalbime değsin. Atatürk’ün sevdiği türküleri de çok seviyorum.
Sosyal medyayla aran nasıl?
- Sosyal medya olmasaydı, şu an sizinle konuşamazdım. Benim çıkışım sosyal medya.
Sevgilin var mı?
- Yok, sevgili istemiyorum. Keşfetmek istiyorum her şeyi. Bir de beni, kendim olarak sevebilen insanlarla zaman geçirmek istiyorum.
Paylaş