Paylaş
* Karınızla, nerede, nasıl tanıştınız?
- Üniversitede. Ben birkaç sınıf üstteydim. Tanıştıktan bir süre sonra da evlendik zaten. Bölümlerimiz farklıydı. Evliliğimizin ilk yılı, ikimiz de öğrenciydik yani.
* Aşk mıydı?
- Aslında tam aşk mıydı bilmiyorum. Ama her insanın bazı ölçüleri olur ya. Benim için de şu üç şey önemliydi: 1- Entelektüel olacak. 2- Sergüzeşt olacak. 3- Güzel ve uzun boylu olacak. Bunların hepsi vardı ona. Aslında çok anlık bir şey. “Bu!” diyorsunuz. Sebebi de olmuyor. Ama sonradan çok aşık oldum. 20 sene oldu. Hâlâ çok âşığım.
* En çok nesine vuruldunuz?
- Kara kaşına, kara gözüne. Gerçekten. Esmer oluşuna, uzun siyah saçlarına, İspanyol kadınlarına benziyordu. Kırmızı rujlar, dar siyah bir kadife pantolon, bakın hâlâ en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Çok sert ama bir o kadar da korunmaya muhtaç haline...
* Onun duyguları neydi?
- Galiba o da bana çok aşık oldu. İlk günler ne kadardı bilmiyorum ama, sonra büyüdü, gelişti aşkımız. Bence hâlâ ben onun için en vazgeçilmez erkeğim.
* Nasıl bir aile kurdunuz?
- Sürekli heyecanlı, sürekli hareketli, hep öğrenmeye açık, daima meraklı. İlk yıllar mesela, 6 kez Türkiye çapında otostopla tatil yaptık. Bazen banklarda yattığımız bile oldu. Sonra işe güce daldık, yayıncılık yaptık. Ama birbirimize olan heyecanımızı hiç kaybetmedik. Okuduk hep. Okumayı sevdik. Aynı siyasi görüşleri paylaşıyorduk. Türkiye’yle ilgili her harekette yer aldık diyebilirim. Ölüme de yaklaştık, hapisliğe de, kaçaklığa da. Bekli de hep sınırlarda yaşamamız, aşkımızı canlı ve taze tuttu.
Başkasına aşık oldum
* 2 kişilik ailenizin en belirgin özelliği neydi?
- Sürekli hareket. Evimizde hep birileri kalmıştır örneğin. 20 yıllık evliliğimizin ilk on yılında, hep uzun süreli misafirlerimiz oldu. Akraba da değildi hiçbiri. Üç ay, altı ay, bir yıl, hatta iki yıla yakın kalanlar bile oldu. Harçlıklarını bile verdiğimiz olmuştur. Son on yıldır misafirimiz yok, belki de o yüzden daha az mutluyuz. Evde birileri kaldığında, ben işe giderdim, eşim de evde kalan arkadaşla yalnız kalırdı. Ki çok güzel bir kadındır. Ama aklıma hiç beni aldatacağı gelmemiştir. Aldatmadı da. Kıskanmak, insanın kendisiyle ilgili bence. İnsan kendisine güvenirse, kıskanmaz. Kendine inanan insan, kendine güvenen insan, karşısındakine de güvenir. Biz de ilk on yıl güvendik.
* Peki 10 yıl sonra...
- Haaa işte o zaman, evliliğimiz şekil değiştirdi.
* Nasıl yani?
- Bir gün geldi ve “Ben başka birine aşık oldum” dedi. Mertçe. Gözünü gözümden kaçırmadan.
* Siz ne yaptınız?
- Ne yapacağım? İlk bulduğum koltuğa oturdum. Devrilmeyeyim diye. Başımdan aşağı kaynar sular indi. Bu deyimler boşuna değil. Bir rüyada gibiydim. Ama ağzımdan şu sözcük çıktı: “Olabilir...” Olabilir dedim, olabilir. Çünkü gerçekten de olabilir, birlikte olduğunuz, çok aşık olduğunuz o insan, bir başkasına aşık olabilir. Yapacak bir şey yok. Haa var: Erkekseniz, evden çıkacaksınız...
* Niye siz? Aşık olan o...
- Olur mu, ben erkeğim. Gitmek, bana düşer. “O zaman, ben ev arayayım” dedim. Müthiş kadındır, inanır mısınız, geldi bana yardım etti, beni yeni evime yerleştirdi.
* Ne hissettiniz?
- Aldatılınca mı? Kurşun yarası gibi. İlk anda acıtmıyor. Sonra acısı çıkıyor. Ama her şey, beyinde. “Pis” olarak kabul ettiğimiz birçok şey, aslında bizim beynimizde yarattığımız “pislik”. Sonra, demekle kalmadım, kabul ettim, “Olabilir ya” dedim. “Aynı şekilde ben de birine aşık olabilirdim...” Karşı taraf bilmeden, belki de olmuşumdur. Karım tarafından aldatılmış olmayı da, hayatın bir gerçeği olarak kabul ettim.
* İyi de aldatılmak, benim bildiğim kadarıyla en büyük travmalardan biri... Yıkılmadınız mı?
- Tabii ki içim oyuldu. Tabii ki, bir sürü safhadan geçtim, kendime acıdım da. Ama dediğim gibi, sonunda, beynimle gerçekliği buldum. “Benim olan zaten benim yanımdadır. Benim olmayanla da benim ne işim olabilir...” dedim.
* Öfke seli?
- Yok kapılmadım...
* Sizin namusunuz yok mu?
- Allah’a şükür var! “Namus” dediğin nedir ki?
* Temizlemek gibi bir derdiniz olmadı mı?
- Haşa! “Namus” demek, birine haksızlık etmek demek, birinin hakkını gasp etmek demek. Daha birçok namussuz şey varken, biri birine aşık olmuş, bu mu namussuzluk yani?
Eksiği kendinde ara
* Şiddet duyguları geçmedi yani içinizden...
- İlk hafta sinirlendim. “Benden başka birini nasıl sever?!” filan. Eksikliği, kendinde arıyor insan. Bence doğrusu da bu. Eksikliği kendinizde arayacaksınız...
* “Şu adamı bir bulayım, haddini bildireyim” demediniz mi?
- Hayır. Söylüyorum, eksiği kendimde aradım.
* Telefonlarını, maillerini karıştırmadınız mı? Eşinizi ve sevgilinizi izlemediniz mi?
- Sormadım bile “Kim?” diye. Hâlâ bilmem.
* Eşinize, “Bana buna nasıl yaparsın!” demediniz mi?
- İlk hafta birkaç kez dedim. “Bunca şey paylaştık, nasıl olur” dedim. Gözlümün içine baktı ve “Aşk” dedi. Ne diyebilirdim ki. Ne denir ki?
* İyi de “boynuzlanmak” size koymadı mı?
- Boynuzlanmadım ki! Eğer bakın şöyle olsaydı, içip içip, hiç tanımadığı, bir şey hissetmediği birisiyle yatsaydı, o zaman boynuzlanmış olurdum, evet. Ama bu, öyle değil ki. Öyle ilişkiler var günümüzde biliyorsunuz, onlardan bahsetmiyorum, doğru da bulmuyorum. Aşk kutsaldır ama. Dünyada birisini sevmek kadar yüce bir duygu var mıdır?
* İki günde bir namus cinayeti işlenen bir ülkede, siz nasıl bu kadar farklısınız? Niye? Bir acayiplik yok mu sizde?
- Bilmiyorum. Bence bu memleketteki sorun, herkes başkaları için yaşıyor, mesele bu. O yüzden o cinayetler işleniyor.
* Nasıl yani?
- “Elalem ne diyecek?” herkesin derdi bu. “İnsanların yüzüne nasıl bakacağım?” “Arkamdan konuşacaklar!” En çok bu koyuyor aslında, kadının gitmesi değil. Ve bir şey yapması icap ediyor erkeğin, gücünü kanıtlaması. Aslında bütün erkekler, benim gibi davranabilir. Ama ah şu çevreleri olmasa. Gayet samimi olarak söylüyorum, erkeklerin derdi, çevrelerindeki iktidarlarının yıkılacak olması, yoksa karısı birine aşık olmuş filan değil. Ama yanlış anlaşılmasın, ben de bundan nasibimi aldım, başka erkeklere göre daha azdır belki, ama Arnavutköy’den Yeşilköy’e taşındım. 3 sene çok sevdiğim semtimden ayrı kaldım.
Yanlış alarmdı
* Sonra ne oldu?
- 3 ay geçti, kapı çaldı. Bir baktım karşımda. Yine gözlerini gözlerime dikti ve “Yanlış alarmdı! Ben sana aşığım. Lütfen beni affet. Tekrar birlikte olalım” dedi.
* Siz ne yaptınız?
- Ne yapacağım? Karıma sarıldım hasretle. Onu o kadar çok seviyordum ki, yeryüzünde benden mutlu adam yoktu o anda. “Tabii ki” dedim, “çok isterim.” Gurur filan yapacak halim yoktu. Ben gurura da inanmam.
* “Sana nasıl güvenirim” demediniz mi peki?
- Yalan olmasın, tekrar güven duymak zaman alıyor. Ama normale dönüyor. Benim “Vazo bir kere kırılmışsa, kırılmıştır” filan gibi inançlarım yok. Gerçekten her şey normale dönüyor. Ayrıca tabii ki ben, tekeşliliğe de inanmıyorum, insan doğasına aykırı. Kim iddia edebilir gönlüm kaymıyor diye. O da aldatma değil mi? İlla cinsel ilişki yaşamak gerekmiyor ki. Aslında 60’larda, 70’lerde çok daha özgürdü ilişkiler. 80’lerde ne olduysa, tüm dünyada birden gerileme başladı. Sartre ve Simone de Beauvoir ilişkisi, namussuz bir ilişki mi? Bir ömür devam etmiş...
* Şu anda her şey nasıl...
- Valla eskisinden daha iyi. 3 yaşında bir kızımız var. Hâlâ plansız tatile çıkabiliyoruz, plansız yeni bir eve taşınabiliyoruz. Derler ya, “Eşinizi değiştiremiyorsanız, evinizi ya da işinizi değiştirin!” Biz birbirimizle iyiyiz. Hâlâ benim için en muhteşem kadın. Hâlâ heyecan duyuyorum ona baktığımda ya da başka erkekler baktığında. Aşkım o. Ama bu, bir gün yeniden bir başkasına aşık olmayacağımız anlamına gelmiyor...
Paylaş