Benim güzel içli köftelerim

Sizin için önemli olmayabilir.

Her zamanki gibi itiraz edenler çıkabilir.

Valla, hiç umurumda değil, yazacağım.

Çünkü benim için önemliden de öte, hayati bir mesele.

Çünkü ben önce Adanalı
, sonra Türküm...

***

Benim güzel içli köftelerim!

Nerede yaşarsam yaşayım, buzdolabının dipfrizinde dururlar.

Uykuya yatmış bir şekilde, periler gibi buzların içinde.

Yıllarca İstanbul’da yaşarken de farklı değildi, Adana’dan içli köftelerim hep geldi.

Bütün Adanalı kızlara gelir. Öyledir. Çünkü bizim oralarda içli köfte başka türlü yapılır. Dışı inceciktir bir kere, kim ne derse desin, İstanbul’un içli köftesine benzemez, bin basar bin, İstanbul’un içli köftesi kalın olur, ağır olur...

Şehrin temposuna uygundur, telaş içinde, hızlı hızlı, biraz baştan savma hazırlanır.

Adana'da öyle mi?

Malzemenin itinayla hazırlanması bir tarafa, yavaş yavaş, sakin sakin ve mükemmele ulaşmak amacıyla yapılır.

***

İçli köfte, bir sanat eseridir.

Ama her sanat eserinde olduğu gibi, sanatçısının iyisi, kötüsü, vasatı vardır.

Mesela annem, eski Alman yeni Adanalı olarak, dolma uzmanıdır, gerçek Adanalılar gibi dolma yapar, ama içli köfte maalesef.

Münire Hanım’dır bizim ailede bu işlerin uzmanı. İşte Münire Hanım, ben dünyanın neresinde olursam olayım, onları yapar, annem de bavuluna yerleştirir, 40’ar tane filan her gelişinde getirir. Bu bir aile geleneğidir. Sadece bana değil, erkek kardeşime, Amerika’ya da taşıdı annem.

Tahmin edeceğiniz gibi Dubai’de de içli köfte maceramız sürüyor.

Evvelsi güne kadar da bir sorun yoktu.

Ama evvelsi gün korkunç bir şey oldu.

Buzdolabı bozuldu.

Bende nasıl bir panik. Çünkü dipfriz erimeye başladı. Aman Allahım, içli köftelerimi kurtarmam lazım! İyi de nasıl?

Bu memleket bir tuhaf, bizdeki gibi küt diye, elektrikçi, buzdolapçı, tesisatçı filan bulamıyorsun. Gelmiyorlar, bilmiyorlar, uzmanlıkları olmayan bir şey yapmak istemiyorlar. "Amaaaan" diyorsun, "Amma uzattın..." Usta kıtlığı var burada. Bir de bir şeyi tamir edebilen diğerini edemiyor. Oysa ben ustanın, aynı anda ocak, kalorifer ve sigorta tamir edebilenini severim. Biz Türkiye’de böyle alışmışız.

Nasıl moralim bozuk anlatamam. Buzdolapçı ertesi gün öğlen geldi, baktı, baktı "Ben yapamam" dedi, gitti. E n’olacak şimdi? Dolabı boş ver, dolap kimin umurumda, benim gibi içli köftelerim ne olacak? Bir buz kutusu edindim, gittim marketten buzlar filan aldım, içli köfteleri onların içine yatırdım. Saydım, tam 61 tane var.

Erirlerse, onlarla birlikte ben de eririm.

Çözülmesinler diye uğraşıyorum. Çünkü çözülürlerse o gün hepsini yemek lazım.

***

Her türlü çabama rağmen onları koruyamadım, gözümün önünde eridiler.

Acaba bir "Türk akşamı" mı yapsam? Bütün Türkleri eve çağırsam?

Olmaz, 61 tane içli köfte o kadar Türk’e yetmez! Az Türk çağırsam?

E o da olmaz, çağırmadıklarıma ayıp olur.

Yoksa yoksa, bütün bunlar bahane mi? Ben içli köftelerime kıyamıyor muyum?

Galiba.

"Fransız yan komşun, seni Fransız yemekleri yapıp davet etmiyor mu? Çağır, sen de daya içli köfteleri"
dedi annem.

"O değerli şeyleri, elin Fransız’ına veremem!" dedim.

Ve ve ve...

Biraz önce ne oldu tahmin edin...

Telefonu kapattım... 11 tanesini yedim.

Şimdi hareket etmekte zorlanıyorum.

Ama inanılmaz mutluyum.

Şişman ve mutlu!

Fatih Akın’ın Yılmaz Güney’i

Hayatta en istemeyeceğim şey, Yılmaz Güney üzerine ahkám kesmek. Beni ilgilendiren bir adam ve beni ilgilendiren bir alan değil. Ama hayatta en isteyeceğim şeylerden bir tanesi, bulabildiğim her fırsatta Fatih Akın hakkında fikir beyan etmek.

Fikrim o dur ki, Fatih Akın, bence yeni, farklı ve başka türlü bir sinemacı. Başka türlü bir gözü ve başka türlü bir görsel dili var. Sormuyorsunuz ama yine de bana sorarsanız, tabii ki yapmalı Yılmaz Güney filmi.

Sadece Yılmaz Güney mi?

Ne alakası var?

Keşke, Castro filmi de yapsa, keşke Che Guveara da yapsa, keşke Adnan Menderes de yapsa, onun gözünden Ayhan Aydan’la aşklarını izlesek...

Benim için özne Yılmaz Güney değil yani... Fatih Akın.

Onun hayata bakış biçimi, onun anlattıkları, onun hissettikleri...

Ben o filmi merakla bekliyorum.

Refleks cevap

"Şişman mıyım?"

"Hayır."

"Güzel oldum mu?"

"Evet."

"Beni hiç aldattın mı?"

"Hayır."

"Bana hálá aşık mısın?"

"Evet."

"Bu kıyafet olmuş mu?"

"Evet."

"Popom büyük mü?"

"Hayır."

***

Bu sorular, dünyanın en tehlikeli sorularıdır. Üstelik bir ilişkide sorulmaları kaçınılmazdır. Bütün mesele, bu sorulara nasıl cevap verileceğidir. "Nasıl
"dan kastım, süre. Soru soruldu. Karınız, eşiniz sevgiliniz sordu: "Şişman mıyım?" Sorunu yanıtı ne olursa olsun, bir an bile tereddüt etmeden refleks olarak, "Hayır"ı patlatmak zorundasınız. Bir an boşluğa gelip, düşünmeye kalkmayın, dürüstlük yapmaya heveslenmeyin, "eeee"lemeye başlamak felaketiniz olur!

Bu cevabın bedelini ödeyemeyebilirsiniz.

Paranız pulunuz yetse de, enerjiniz yetmeyebilir.

Benden siz değerli erkek okurlarıma tavsiye, aynanın karşında antrenman yapın. Soruyu sorun ve anında doğru yanıtı patlatın. Bu reflekse bedeninizi alıştırın. Tabii mutlu bir ilişkiniz olsun istiyorsanız...

Neymiş?

"Yazımı beğendin mi?"

Sıkıysa hayır desin!
Yazarın Tüm Yazıları