Benim gündemim: Alman kuzenler

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Alman kuzenler geldi.

Bir şenlik, bir şenlik!

Onlar nedense İstanbul'a gelmekten çok memnunlar.

Her seferinde Türkiye'yi, nasıl oluyor da oluyor, en az benim kadar, hatta benden fazla sevmeye başlıyorlar.

Galiba biraz kötü emelleri de var.

Birileriyle konuşurken bu ülkede kısa zamanda çok para kazanabileceklerini anladıklarında, gözleri bir başka parlıyor.

Ya da çok kısa zamanda çok para kaybedeceklerini anladıkları zaman...

Tabii o zaman mavi gözleri parlamıyor!

Yere doğru bakıyor.

***

Ama ben onları bilirim.

İçlerinden gizli gizli hesap yapıyorlardır:

- Şu Türkiye'ye gelsek, hatta bir yerleşsek, şunu şunu yapsak şu kadar, bu kadar para kazanabilir miyiz acaba?

Beyin hücreleriyle Alman asıllı tilkiler arasında bir kovalamaca.

Hissediyorum ben.

Üstelik onların yaşadıkları ülkeyi, Almanya'yı da biliyorum.

Orada yeni bir şey bulmak, fırsat yakalamak, iş kurmak kısa zamanda çok paralar kazanabilmek, hayal ötesi.

Mucit olmaları gerekir ki, bizimkilerin (demek istiyorum ki Alman kuzenlerimin) icat yeteneği, benim milyarder olabilme şansıma eşit.

Yani...

Türkçesi, mümkün değil!

Almancası, es ist nicht möglich!

***

Sadece bu kadarla kalsa iyi.

Türk cemaatlerinin eğlence anlayışı üzerine yaptıkları sosyo-ekonomik incelemenin sonuçlarından da pek bir memnun kaldılar.

İstanbul şehrini ikiye böldük.

Birinci bölüm, Taksim'den Bebek'e kadar olan Etiler bölümü. Yani onlar için Avrupa! Havana, Vogue ve bilumum şık ve hoş restoranları da bu gruba dahil ettik.

Diğer bölüm ise Beyoğlu ve çevresi. Eski Pera'dan kalma, daha Türk ama aynı zamanda marjinal mekanlar. Beşinci Kat, Safran, Andon vesaire vesaire de bu gruba dahil.

Maşallah hiçbirinden eksik kalmadılar!

Sabaha karşı İstiklal Caddesi'nde işkembe içmek dahil.

Bir eğlendiler, bir eğlendiler!

***

Bende de bir panik, bir panik!

Bunlar şimdi ‘‘Biz buraya yerleşmeye karar verdik!’’ derler mi?

Bir haftalık misafirlikleri...

Bir ömür sürer mi?

Üstelik bir de benim bu paniğim esnasında, ideolojik nutuklara geçmesinler mi? Niyeti iyice bozdular! ‘‘Sende de bizim ailenin bütün genetik özellikleri var, düpedüz Almansın, içiyorsun sarhoş olmuyorsun, kontrolünü kaybetmiyorsun, duygularını pek fazla belli etmiyorsun, hatta sanki biraz duygusuz duruyorsun, sorularını çok direkt soruyorsun, sonra açık sözlüsün, sıkılınca küt diye söylüyorsun, mesela bizi kafandan atmak için anında Ayasofya'ya, Dolmabahçe'ye yolluyorsun’’ diye eklemesinler mi?

Ben de onlara intikam olsun diye Merve Kavakçı'nın vatandaşlıktan nasıl çıkarıldığını anlatmaz mıyım?

Anlatırım.

Ama zor oldu.

Son bir hafta içinde, bu ülkede, an be an cereyan eden her şeyi onlara aktarmaya çalıştım.

İnanır mısınız ben bile şaşırdım!

Gündem fırıldak gibi.

Bizim Almanlar şaşırır tabii!

Heyecanla her gün gazetelere bakıp, ‘‘Hadi anlat bugün ne olmuş’’ diyorlardı. Bu ülkede her an o kadar abuk sabuk şeyler oluyor ki, insan ancak bizden olmayan birine bunları anlattığı zaman durumun vehametinin farkına varıyor. Çünkü bizler için o kadar olağan ki! Tavsiye ederim deneyin, bir yabancıya bu ülkenin bir haftasını özetleyin.

Biraz zorlanacaksınız ama...

Değer.

***

Eyvah!

Gerçekten değdi mi bilmiyorum.

Merve Kavakçı'nın vatandaşlıktan çıkarıldığını onlara anlatmamdan söz ediyorum.

Müthiş bir panik!

Neredeyse biz Türkler gibi dövünmeye başlayacaklar.

Çünkü kafaları çalışıyor.

Durumu anladılar!

Ya ben, kuzenleri Ayşe, çifte vatandaş, çifte pasaportlu yarı Alman akraba, o ya da bu sebeple, günün birinde T.C. vatandaşlığından çıkarılırsa...

O zaman ne olacak?

a) Ben onların başına kalacağım!

b) Onlar bir daha benim başıma asla kalamayacak!

A şıkkını açmaya gerek yok. Hiçbir şart altında annemin memleketi olmasına rağmen, o ruhsuz ülkede yaşamam. Ama B şıkkını açalım biraz:

Yani Bebek'teki güzel evimi bir daha asla göremezlerse, Samatya'daki Develi Restoran’da fıstıklı kebap yiyemezlerse, Köşe Başı'nda şalgam içemezlerse, Andon'da el ense çekemezlerse, bir daha hiç Beşinci Kat'a gidemezlerse ve Yasemin'le (Alkaya) dans edemezlerse, Simten'in masaya çıkıp dans ettiğini izleyemezlerse, Nevizade'deki meyhanelerde midye dolma ve kalamar yiyemezlerse, Boğaz'da rakı balık meselesine giremezlerse, Mavi Jeans'den pantolon alamazlarsa, artık Almanya'da olmayan, onlara 80'li yılları hatırlatan o iğrenç sentetik (hatta diyebilirim ki plastik!) ucuz ceketlerden edinemezlerse...

Ne olacak o zaman?

***

Evet biliyorum.

Gene gereksiz şeyler anlattım.

Ama elden bir şey gelmiyor.

Kişisel gündemler farklı oluyor.

Geçen haftanın ülke gündemini Merve'nin türbanı, hükümeti kurma çabası, koalisyon turları, Merve'nin vatandaşlıktan çıkarılması ve Rahşan Ecevit'in MHP'ye dair görüşleri işgal ederken...

Artık öğrendiniz:

Benim şahsi gündemimin kahramanları Alman kuzenler'di.

HAMİŞ: Aslında bende daha ne gözlemler var! Yedi, sekiz yazı rahat çıkar da... Sizi sıkmak istemiyorum. Bu kadar da düşünceliyim. Mesela ‘‘Benim işim var ne yaparsanız yapın bugün!’’ dediğim günlerde, onlar İstiklal Caddesi'nde turluyorlardı. Bir akşam eve gelip şöyle dediler, ‘‘Üç sene önce geldiğimizde herkes ay-yıldızlı rozet takmıyordu. Bugün dikkat ettik de, artık istisnasız herkesin ceketinin yakasında ya Atatürk, Türk bayrağı ya da 75 rakamı olan rozetler var. Neden?’’ Takdir edersiniz ki, elin Almanına bunun sebebini anlatmak kolay olmuyor! Bir başka şey: Erkek ceketleri. ‘‘Sizde hala erkekler vatkalı ceket giyiyor. Ne kadar nostaljik! O ceketler bizde kalmadı. Oysa ne güzeldi o 80'li yıllar! Mutlaka bir iki tane edinmek lazım’’ dediler, dedikten sonra da İstanbul gecelerinde o ceketlerini giymeyi ihmal etmediler!

Yazarın Tüm Yazıları