Paylaş
Evet, Altın Portakal jüri üyeliği için aradılar.
“Çocuğum, o tarihlerde okula başlayacak. O, ilkokula başlarken, ‘Annen jüride evladım!’ diyemem. Bu yüzden yapacağınız basın toplantısında lütfen benim adımı zikretmeyin. Siz de zor durumda kalırsınız, ben de...” dedim.
Ama nasıl olmuşsa olmuş, jürinin arasında benim adımı da saymışlar.
Bana çakabilmek için hiçbir fırsatı kaçırmak istemeyen Tamer Karadağlı da üzerine atlamış: “Jürinin seviyesini düşürdüler, o kadının o jüride işi ne?”
Onun ne dediği önemli değil.
Umurumda da değil.
Siz gerçeği bilin yeter.
Bu genç adam Boğaz Köprüsü’nden atlayıp İmralı’ya yüzecek
Adın ne?
- Alper Sunaçoğlu.
Kaç yaşından beri yüzüyorsun?
- 4.
Kaç ödül kazandın?
- 690 ödül, 1400 civarında da derecem var.
Offf amma çok...
- Bir günde 5-6 yarışa katılırsan, o kadar oluyor.
Profesyonel olarak nerelerde yüzdün?
- Nerelerde yüzmedim ki? 10-12 takım değiştirdim. Adana Demirspor’da başladım, Adana Yüzme İhtisas, Çukurova Yüzme İhtisas, Barış Gücü, Magosa Türk Gücü, Galatasaray, Hambatur. Ama tekrar Galatasaray’a geçmeyi planlıyorum.
Eğitim?
- Kıbrıs’ta hukuk eğitimi aldım. Yeminli gümrük müşaviriyim.
Türkiye’ye temsil ettin mi?
- Evet. Askeri pentatlon, triatlon ve engelli yüzme yarışlarında ülkemi temsil ettim.
Öbürlerini anladım da, engelli yüzme ne?
- Bir havuz düşünün, dubalar var, halatlar çekilmiş, ilk 5 metreyi yüzüyorsun, sonra dalıyorsun, sonra engelin altından geçiyorsun, geri çıkıyorsun, dubaya tırmanıyorsun, suya atlıyorsun...
Haaa anladım.
- 50 metrelik parkuru engelli halde yüzüyorsun. Daha çok askerlerin yaptığı bir spor, Türkiye’de geliştirmek istiyorum
Bugüne kadar imza attığın projeler?
- Ooo çok. Anamur’dan Kıbrıs’a yüzdüm...
Kaç saat sürdü?
- 26 saat 15 dakika, non stop. Sonra Serdar Sanrı’yla Kuşadası’ndan Samos Adası’na yüzüp geldik. 8 saati buldu. En son 23 Nisan’da İstanbul Boğazı’nı boydan boya geçtim, 6 derece suda 30 km yüzdüm. Sarıyer iskelesinden Üsküdar Kızkulesi’ne kadar. Soğuk bir tarafa, akıntı büyük problemdi. Tekdüze bir akıntı yok Boğaz’da. Bazen arkanızdan, bazen altınızdan geliyor. En son 1690’larda biri yüzmeyi denemiş becerememiş. Benim gibi tescilli yüzen yok.
Şimdi n’apacaksın?
- 28 Ağustos’ta Boğaz Köprüsü’nden atlayacağım.
Paraşütle mi? Zaten başka nasıl atlar insan...
- Yooo paraşütsüz. Özel bir giysiyle. Köprünün yüksekliği 64 metre, paraşütün açılması için 97 gerekiyor, daha aşağısında hava dolmuyor. Benimki yarasayı andıran bir kıyafet. Kolunda minik paraşütleri var. Suya çarpmaya 15 metre kala onları açacağım. Suya yumuşak iniş yapacağımı umut ediyorum.
Nasıl yani umut ediyorum? Riski var mı?
- Olmaz mı? İnsanım ve 64 metreden atlayacağım.
Bok yoluna gitmekten korkmuyor musun?
- Yok, bunu yapmayı çok istiyorum. Her ne pahasına olursa olsun yapacağım.
Annenin haberi var mı?
- Genelde olmuyor. Ona, “Domates almaya gidiyorum” dedim, Kıbrıs’a yüzüp geldim.
Atladıktan sonra peki...
- Sağlık kontrolüm yapılacak. Bir sorun yoksa, ver elini İmralı. 187 km.
Niye İmralı?
- Bugüne kadar, kardeşlik ve barış için yüzdüm. Yine öyle. Sloganım: “Tek ülke, tek millet, tek bayrak.” Ben yüzerek, bütün ülkeleri teröre karşı birlik olmaya çağırıyorum.
Bir yüzücünün mesaj kaygısı olması doğru mu?
- Tabii ki. Tarih boyunca sosyal mesajlar, spor ve müzikle verilmiş. Benim elimden gelen de yüzmek.
Bana baksana, sen bunları ünlü olmak için yapıyor olmayasın...
- Ne alakası var! Bunları yapabilmek için cepten para harcıyorum. Hatta, bu son macera için 20 bin lira lazım, galiba arabamı satacağım. Yüzerken bana eşlik eden bir tekne gerekiyor. Mazotuydu, kumanyasıydı, ilaçlarımdı, giyeceğim kıyafetti derken 20 bin lira tutuyor. Hâlâ bulamadım. Ama Allah’tan ümit kesilmez.
Bütün o izinleri nasıl aldın?
- Aldım valla. Bir buçuk aydır uğraşıyorum. Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul Valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, hatta Adalet Bakanlığı. Bir tek Yüzme Federasyonu uğraştırdı. Zaten Türkiye’de yüzmenin gelişmesinin önündeki en büyük engel onlar...
Sokak köpeği kadar değerimiz yok
Bir travesti cinayeti daha.
Asker firarisi Ö.F.K, internette tanışıp para karşılığı sevişmek üzere anlaştığı Didem Soral’ı kendisini kadın olarak tanıttığı için öfkelenmiş ve öldürmüş.
Biz de yiyoruz öyle mi!
Kaçıncı bu?
Hep aynı gerekçeler, aynı yalanlar.
“Benim erkekliğimle alay etti, gururumu hiçe saydı, ilişki teklif etti. Ben de bıçağı salladım. Gerisini hatırlamıyorum!”
Yatak odasına girince erkek olduğunu anlamış. Hadi ya!
Didem’i gördün travesti olduğunu anlamadın, peki sesini duyunca da mı anlamadın? Kafana uymadı mı? Çek git, anca gidersin, cehennemin dibine git. Öldürmen mi gerekiyor? Niye bir insanın canına kıyıyorsun? Nasıl olsa sahip çıkanı yoktur diye, öyle değil mi?
Zaten röportaj sırasında Mehtap bana söylemişti, “Bu toplumda sokak köpeği kadar bile değerimiz yok!” demişti.
Dün saat 6’da Didem Soral’ın evinin önünde Kadın Kapısı aktivistleri, mum yakıp basın açıklaması yapacaktı.
Didem’in bütün sevenlerine başsağlığı diliyorum.
AFFETMEK Mİ DEDİNİZ?
HABERTÜRK’ün polemiğine dahil oluyorum.
Kimse bana fikrimi sormadı ama söylüyorum.
Yüzüne kezzap atılan Amine, Mecit’i şu ya da bu nedenle affetmiş.
Tamam, işin palavra kısmını bir yana bırakalım, affetmek dünyanın en büyük erdemi, çok müthiş bir şey. Ama şöyle bir durup kendime sorduğumda, böyle bir şey bana yapılırsa, affeder miydim diye ya da çocuğuma ya da bir tanıdığıma...
Siz dalga mı geçiyorsunuz!
Asla affetmezdim.
Böyle bir şeyin affı mı olur? Kadınlar zina yapıyorlar diye recm edeceksin, taşlayarak öldüreceksin. Allah belası bir herif, kadının yüzüne kezzap atıp, şeklini silecek, Quazimado’ya benzetecek sen de affedeceksin. Benim aklım, kalbim, içim almıyor. Böyle bir rezilliği yapan cezasını bulmalı. Çocuk istismarı yapanlar da hapse girip çıkıp, yeniden yapıyor. Bu adamın böyle bir iğrençliğe bir daha kalkışmayacağı ne malum?
Keşke bana yalan söyleseydi
Aldattığını inkâr etmeyenler erkekler de var. Sordum, açık açık “Evet yaptım” dedi. Tek gecelik, bar sonrası sıradan bir yatma kalkma hikâyesiydi. Sandım ki kaldırabilirim. Kaldıramadım. “Keşke yalan söyleseydi” dediğim çok oldu. O kadar güzel bir ilişki, onca güzel paylaşım, küt diye orta yerinden ikiye bölünüverdi. Hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İhaneti kabullenmek, sonrasında bir şey olmamış gibi devam etmek, neredeyse imkânsız.
Belki de erkekler, anlamı olmayan bir “çiftleşme” yaşadıklarında, bu kadar dürüst olmamalılar. Belki de yalan duymayı istiyor kadınlar... O ilişki bitti. Sonra başka bir erkekle tanıştım, âşık oldum, evlendim. Yine aynı film, yine aldatıldım. Allah’tan inkâr etti, ben de ona inanmayı tercih ettim! Birinci ilişkimde aldatılmam ve ayrılmam, arkadaşlarımız tarafından biliniyordu. İkincisi, kendi içimizde kaldı. Belki de ikinciyi bu kadar kolay atlatabilmemde kimsenin bilmemesinin etkisi var. Belki ne yaşadığımızdan çok, yaşadıklarımızın biliniyor olması yönlendiriyor duygularımızı ve kararlarımızı. (Selin K.)
- Sana katılıyorum Selin. Hepimiz, başkalarının hakkımızda düşündükleriyle fazlasıyla ilgiliyiz. Ve ne yazık ki, bu olguyu aşamıyoruz. Bu sadece sana özgü bir davranış biçimi değil yani. “Aldatan, aldattığını söylemeli mi, söylememeli mi?” binlerce yıldır tartışılan bir şey, “Doğrusu şudur” denilemiyor ne yazık ki. Her ilişkiye göre farklı sonuçlar yaratıyor.
Paylaş