‘Ben varken sana bir şey olmaz!’

PAZAR günü.

Galata’nın ara sokaklardan Neve Şalom’a yürüyorum.

Haberin Devamı

Heyecanlıyım.
İlk defa bir sinagog düğününe gidiyorum.
Mirka ile Doğan evleniyor.
Gelinin annesi benim arkadaşım.
Offffffff çok güzel bir görüntü.
Hollywood filmlerinden fırlamış bir sahne gibi.
Müthiş bir özen, herkes şık, aileden kadınlar şapkalarını takmış...
Farklı bir cemaat, birbirine bağlı, eğitimli, görgülü...
İçeride, sevgilimle ayrılıyoruz, kadınlar başka yerde, erkekler başka yerde. Üst kata çıkıyorum, gelinin salona girişini kuşbakışı izleyebileyim diye. Herkes oturuyor, erkeklerin kafasında o minik keplerden var, jilet gibiler. Derken müzik başlıyor.
Ve işte gelin, babasının kolunda içeri giriyor.
Upuzun duvağı var, olağanüstü güzel bir gelin, prenses gibi.
Tuhaf!
Gelinlik, düğün, tören, o müzik, babalar, anneler, yaşlılar, akrabalar ağlama isteği uyandırıyor insanda.
Hangi dinden olursa ol, aslında hep aynı temenniler, aynı güzellikler, aynı umutlar...
Etkileyici bir törendi, müziklerinden konuşmalara kadar.
Vivian Saviç’in kızı Mirka olarak geçiyor, çünkü Musevilikte esas olan anne, bu da çok hoşuma gidiyor, babadan çok annenin hatırı sayılıyor. Ve her evlilik töreninde olduğu gibi bunda da, Musevilerin çektiği acıların yok olup gitmesini sembolize etmek için, ayaklarıyla bardak kırıyorlar.
Tören bitiyor.
Gelin ve damadı tebrik etmek için o uzuuuun kuyruğa giriliyor, etrafta insanlar, insanlar, insanlar...
Ve birden o kalabalık içinde bir yüze kilitleniyorum.
Sanki ilk defa görüyorum.
Gülümsüyor.
O kadar tanıdık, o kadar sıcak ki... Zaman duruyor.
O ve ben kalıyoruz sadece, etrafımızdaki her şey silinip gidiyor.
O kadar güven verici bakıyor ki...
“Ben varken sana bir şey olmaz!” der gibi.
O yüz benim sevgilim... Kocam... Çocuğumun babası...
Her gün gördüğüm bu adama, sanki yeni görüyormuşum gibi bakıyorum ve “Ulan, ben gerçekten çok âşığım bu adama!” diyorum.
Uçağa binerken de ben ona soruyorum, “Düşmez di mi?”
“Hayır düşmez” diyor.
Ben inanıyorum ona, çocuk gibi.
O ne dese inanıyorum.
“Sahnede 500 kişi soru soracak bana, iyi geçer mi?”
“Geçer, merak etme” diyor.
Geçiyor. Her şey geçiyor, ona duyduğum aşk geçmiyor!
Mirka ve Doğan’a da bizimki kadar güçlü bir aşk diliyorum.

Onun içinde kötülük var

“Cuma günü köşenizde yayınlanan Perihan Mağden’in tekzip metni, Basın Kanunu’nda yer alan kurallara açıkça aykırıdır. Tekzip içeriğinde, tekzip edilen haberin ya da yazının sahibine hakaret edilmesi mümkün değildir. Bu metnin mahkemece yayınlanmasına karar verilmemesi gerekirdi. Metni kaleme alan avukatların fiili ise doğrudan hakaret suçunu oluşturmaktadır. Mahkeme hâkiminin kararı nedeniyle hem şikâyette bulunma hem de bakanlık aleyhine tazminat davası açma hakkınız bulunmaktadır. Ayrıca ilgili avukatlar hakkında, avukatlık görevini kötüye kullanmaktan savcılığa suç duyurusu yapabilirsiniz. Yine Baro Başkanlığı’na ilgili avukatları avukatlık kanunu 34. md ile belirlenen kurala uymamaktan şikâyet edebilirsiniz. Tekzip metninin doğuracağı tüm cezai ve hukuki sorumluluk metni yazan ilgili avukatlara aittir. (Av. Mehmet A.)”

Mehmet Bey, kim uğraşacak bunlarla, boşverin! Başka hukukçular da söyledi. Hatta gönüllü olarak bu işi üstlenmek isteyenler oldu. Ama bu, Perihan Mağden’i fazlasıyla ciddiye almak olur. Bir de ben üşenirim, adliyeye git, ifade ver, onun yerine iki tane Yarım Kalan Hayat yaparım, birilerine faydalı olurum, daha iyi. Perihan’ın hakareti de bana vız gelir. Hayatı boyunca insanlarla alay etmiş, onları kalemiyle ince ince oymuş, bundan da haz duymuş bir kadını, kendi ayıbı, utancı ve mutsuzluğuyla baş başa bırakmak gerekir. İçine zerk edilmiş bir kötülük var onun. Ama hayran olunacak bir kötülük. O kötülükle, harikalar yaratabiliyor. Ama ruhu da bir türlü huzur bulamıyor. Korkarım ki hiç bulamayacak, o hep tatminsiz, huzursuz ve mutsuz bir kadın olacak. Bu zaten yeterince ağır bir kader. Ben onu kendisiyle baş başa bırakmayı tercih ediyorum.

Memet Sefa ameliyat oldu

BİRKAÇ hafta önce...
Memet Sefa, “Aybars Akkor’a ameliyat olmak istiyorum” diyor.
“Kim o?” diyorum.
“Bana yardımcı olabilecek cerrah” diyor.
Tuzak soru!
“Seni yürütebilecek mi?”
Cevabı, nefesimi tutarak bekliyorum.
Böyle bir şeyin en azından şimdilik mümkün olamayacağını biliyorum, Memet ne kadar umutlu onu anlamaya çalışıyorum.
“Yok canım” diyor, “Korkma, öyle bir ümidim yok. Tabii ki kök hücre uygulansın istiyorum ama uygulanabilmesi için önce omuriliğin üzerindeki basının kalkması lazım. Aybars Hoca’nın yapacağı ameliyat bu. Ama param yok, sözünü ettiğim ameliyat çok para tutuyor...”

*

 

Haberin Devamı

Yemiyorum içmiyorum, internette dersimi çalışıyorum./images/100/0x0/55eafc67f018fbb8f8a38981
Aybars Hoca kim öğreniyorum.
Hayatı boyunca parlak tipler vardır ya, onlardan.
İlkokullar arası bilgi ve kültür yarışmasında bile Türkiye üçüncüsü oluyor.
Sonra Alman Lisesi’ni birincilikle kazanıyor. TÜBİTAK matematik yarışmasında üçüncülüğü, TÜBİTAK burs sınavında Türkiye birinciliği, bir sürü, bir sürü ödülü daha o zamanlardan var...
Bir de yakışıklı.
ÖSS’de Türkiye 17’si olarak İstanbul Tıp Fakültesi’ne giriyor. Uzmanlığını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi beyin ve sinir cerrahisinde tamamlıyor. Zürih Üniversitesi’ne gidiyor Gazi Yaşargil’in yanında çömez olarak çalışıyor. Türkiye’ye döndükten sonra da sayamayacağım kadar çok hastanede başhekim yardımcılığı, başhekimlik gibi tepe görevler üsteleniyor.
Muayenehanesi de bizim arka sokakta...
Komşu sayılır yani, atlayıp gidiyorum.
“Memet’e yardımcı olabilme ihtimaliniz var mı?” diyorum.
Ben hazırım onun söyleyeceği parayı gidip kazanıp, doktora getirip vereceğim.
“Siz merak etmeyin, ben o ameliyatı yaparım, para filan da istemem, ben de çok sevdim o çocuğu, bir faydam dokunsun” diyor.
Bunu da müthiş bir iyilik yaparmış gibi söylemiyor.
Dünyanın en doğal şeyi sanki, zaten başta türlü olamazmış gibi...

*

 

Haberin Devamı

Ve şükürler olsun oldu.
Memet, geçen cuma, Beylükdüzü Medicana’da bu ameliyatı oldu.
Aybars Hoca’ya da Medicanacılara da buradan milyonlarca teşekkürler.
Başka bir memlekette olmaz böyle şeyler.
Annemle gidiyoruz Medicana’ya, o da Memet’in hayranlarından.
Odada yatağında...
Laptop’ıyla mail atıyor.
Çok seviniyor bizi görünce.
En şahane yeri gözleri, insanın içine içine bakıyor, gülerken gözleri parlıyor.
Sarılıyoruz.
“Ağrıların nasıl?” diyorum.
“Valla azaldı” diyor.
Omuriliğinden çıkarılan kemik parçalarını gösteriyor bize.
Mutlu olduğu her halinden belli.

*

Memet’in sorunları bitti mi?
Hayır.
Sessiz ve derinden ilerliyoruz, daha kat edilmesi gereken yollar var.
Hâlâ ev sorunu var, işe başladı aslında ama Taksim civarında kalacak yere ihtiyacı var, işe yakın olsun diye. Hazirana kadar bir otelde kalabilir diye konuştuk, ben şimdi bu işin peşindeyim.
Sonra ona bir ev almak gerekiyor.
Yine o civarlarda, bir oda bir salon, giriş katı.
Yazın sahnelenmesi planlanan o gösteri için bu hafta Mehmet Balkan ve Haldun Dormen ile buluşacağız.
O gösteriden gelecek parayla bakarsınız nohut oda, bakla sofa küçük bir ev alınır.
Belki başka imkânlar da çıkar.
Ben inanıyorum çıkar.
Çünkü inanınca her şey oluyor şu hayatta.
Bak Aybars Hoca ameliyat etti, hastane de hiçbir ücret talep etmedi.
Koskoca Mehmet Balkan da seferber olmuş durumda.
Olacak... Her şey iyi olacak...

HAMİŞ

Bu gördüğünüz fotoğrafı Zeynel Abidin çekti. Eşi Yonca da bu afişi tasarladı. İkisine de teşekkürler...

Yazarın Tüm Yazıları