Çünkü kılığı, kıyafeti, havası hiç de öyle dünya çapında başarılı olmuş, ödüller kazanmış, inanılmaz güzel öyküleri film yapmış bir re-ji-sör gibi durmuyor. Tuhaf gözlükleri yok, saçları rüzgarda uçuşmuyor, yaz günü atkı boynundan aşağı sarkmıyor. Pipo- mipo, ya da pantolon askısı gibi "Ben buradayım", "Ben farklıyım"ı gösteren yardımcı aksesuarlar da yok. Normal bir jean ve bir bordo tişört. Bir de fazladan ayağında terlikler. Gerçi, benim görüntüm de onu bir miktar yanıltıyor. O da benim dışarıdan sarışın, sosyetik, en fazla iki kadeh içki içilebilecek, daha fazlasına tahammül edilemeyecek bir kadın gibi algılandığımı söylüyor. Söyleşinin sonundaysa, böyle izlenim veren bir kadının altından
bambaşka birinin çıkmasının, hayatta onu en çok eğlendiren şeylerden biri olduğunu anlatıyor. Hatta bu konu üzerine bir diskur çekiyor. Önyargılarımızın bizi yanıltması. Karşındakinin bizi şaşırtması. Tamamen farklı bir insan çıkması. Bu da benim hayat boyu aldığım en güzel iltifatlardan biri oluyor. İşte budur. Adam. Erkek. Yönetmen. Rejisör. Derin. Olgun. Meraklı. Açık. Dürüst. Alçakgönüllü. O kocaman başarılarını insanın gözüne gözüne sokmayan. Yaratıcı. Başarılı. Samimi. Çekici. Ve en en önemlisi sahici. Sahici. Sahici. Sahici.
Gözlerinizi kapatın. Ve sizi çocukluğunuzda en çok etkileyen insanı anlatın...- Anneannem. Müthiş bir karakter. İki kere evleniyor. Bir Paşa’dan diğerine kaçıyor. Hani insanlar bahçıvana filan kaçar ya, yok hayır bu yine Paşa’ya kaçıyor. Karşı konaktaki Paşa’yla kırıştırıp onunla beraber oluyor. Tam bir Osmanlı. Evde çalışanları ellerini birbirine çarparak çağırıyor. Ayın belirli zamanlarında gelincik toplatıyor, kazanda kaynattırıyor, şurup yaptırıyor. Sigarayı ağızlıkla içiyor, 86 yaşında ama sıkı konyak tüketiyor...
Çocukluğunuzdaki ev....- Kalamış’ta. Bahçesinde iki büyük ıhlamur ağacı var. Dalları yerlere kadar iniyor. İkisinin arasına büyük bir hamak kuruluyor. Onların altında masalar duruyor, yazın o uzun masalarda yemekler yeniyor, ılık bir rüzgar esiyor ve kulağıma kahkaha sesleri geliyor ...
Çocukluğunuzdaki mahalle...- Şahane. Evimizin yakınında Todori var, meyhane. Ama kilise de var, cami de. Her şey ve herkes bir arada. Hiç sorun yok. Azınlık çok. Balıkçı Madam var. Muslukçumuz Ermeni. Rumlar yazlığa geliyor. Müthiş bir yemek trafiği. Annem onlara yemek gönderiyor, o tabak asla boş kalmıyor. Onlar da beni çağırıyor, bizim eve bir şey yolluyor. Yaz oldu mu, ben sürekli tabak taşıyorum. Canım sıkılıyor.
Çocukluğunuzdaki siz...- Genellikle tek başınayım. Ama mutluyum. Mayomu giyiyorum, boynumda havlum, yürüyerek denize gidiyorum. Ya da evde saklambaç oynuyorum, bir yerlerde saatlerce saklanıyorum, birilerinin beni bulmasını bekliyorum.
Çocukluğunuzdaki ilk film?- Kleopatra. Hep şu lafı duyuyorum: "Sinemaya gittik." Abilerime soruyorum: "Sinema nedir?" Cevap vermedikleri gibi "7 yaşından küçükler gidemez" diyorlar. Daha da merak ediyorum. Anneanneme soruyorum, "Eğer aslanlı filmse gideriz" diyor. Metro Goldwyn Mayer’i kastediyor. Bakıyorlar, evet aslanlı film. Evde çalışan kadınla beraber yazlık Feneryolu Sineması’na gidiyoruz. Dönüşte uykum geliyor, evde çalışan kadının sırtında uyurken, sahneler gözümün önünden geçiyor. Sinema aşkım, işte o an başlıyor...
BİR ÖMÜR AYNI EVDE BOŞANMIŞ BİR HALDE YAŞADILARAnneniz ve babanız nasıl oluyor da, siz 14 yaşındayken boşanıyorlar ve aynı evde yaşıyorlar?- Biz de anlayamadık. Kimse anlayamadı. Çok uzun yıllar, ayrı ayrı odalarda boşanmış bir şekilde yaşadılar...
Ayrılırsak çocuklara ayıp olur filan diye mi?
- Hiç bilmiyorum. Sormadım da. Beraber yemek pişirirlerdi. Ama belli konularda tartışırlardı, bazen kıskançlığı hissederdim. Mesela babam artık çok kötüydü, Alzheimer gibi bir şey oldu, geçen sene de öldü, onu kaybetmeden önce annemle şöyle bir konuşmasına tanık oldum. "Nesrin seni çok seviyorum, sana aşığım" diyordu babam, annem de ona cevap veriyordu: "Sen bu lafları Amerika’ya first class’da götürdüğün İtalyan orospusuna söyle!" Babam da gülümsüyor, kafa da yerinde değil ya...
Boşandıktan sonra kaç sene aynı evde, ayrı odalarda yaşadılar?- Babam ölene kadar.
Belki de anneniz onu cezalandırdı o yüzden boşandı...- Kim bilir. Ben annemle babamın hiçbir zaman mutlu olduklarını düşünmezdim. Ama babam öldüğü zaman annem demesin mi: "En çok sabah kahvaltılarımızı özleyeceğim!" Evin bir camekan kısmı vardı, bunlar sabahları orada otururdu. Meğer annem için vazgeçilmezmiş. "Yani" dedim, "Sizin mutlu olduğunuz zamanlar da vardı öyle mi?" "E tabii" demesin mi, "Biz ayrılamazdık birbirimizden, çok mutluyduk..."
YAŞADIKLARIMI ÇEKİYORUMFilmlerimin konusu ya benim ya çevremdekilerin yaşadıkları. Karşı Pencere’deki karı koca, benim arkadaşlarımın öyküsü. Oradaki yaşlı adam, babamdan esinlendiğim bir karakter. Cahil Periler’deki adamın öyküsü, yine benim çok yakın bir arkadaşımın hikayesi. Son filmim de öyle.
İtalyan avukatım dedi ki
"Annem tipik bir Sicilyalı. Tutucudur. Ben ona Cahil Periler’i getirdim, birlikte izledik. Sonra da ’Biliyor musun anne, ben eşcinselim’ dedim. O da ’A öyle mi? Olur oğlum’ dedi. Resmen benim annemin kafa yapısı, senin Cahil Periler filminle değişti." Acayip hoşuma gitti.
PEKALA ÜÇ KİŞİYE BİRDEN AŞIK OLABİLİRSİNBu aralar neler yapıyorsunuz?- Yeni filmimle uğraşıyorum.
Oooooo! Yine dört ayak üstüne düştüm, hadi anlatın biraz. Bu yeni film ne üzerine...
- Ayrılamayan insanları anlatıyorum. Çünkü ben de onlardanım. Biri benim hayatıma girdi mi, artık hep kalır. Sonsuza kadar. Benim hiçbir ilişkim bitmez. En yakınlarım, eski sevgililerimdir. Belki de boşanmalarına rağmen bir türlü ayrılamayan bir anne baba öyküsü var hayatımda, ondandır. Bir aşk bitince en fazla yaralıysan bir süre görüşemeyebilirsin ama sonra, acın geçince yeniden dost olursun. Ben aksini düşünemiyorum.
E o zaman siz bütün eski sevgililerinizle birlikte yaşıyor olmalısınız. 1. sevgili, 2. sevgili, 3. sevgili...- Evet, bir ordu halinde yaşıyoruz. Hep beraberiz. Birlikte dolaşıyoruz, yemek pişiriyoruz, birlikte yiyoruz...
Kıskançlık?- Neden olsun? Birlikte değiliz ki artık. Hepimiz başka yerlerdeyiz. Defterler kapanmış. Kıskanmak için bir sebep yok. Yeni sevgili, eski sevgiliye değer verdiğimi biliyor ama o kadar. Her şey açık, ortada, gizli bir şey yok. Sonuçta, bir bakıyorsun, değdiğin hiç kimseden kopamamışsın. Ama, benim evimde çalışan temizlikçi kadınla da ilişkim böyle. Onu da hayatımdan çıkaramıyorum. Gitmeye kalkarsa, "Aman ha sakın" diyorum, "Ayrılmayalım..."
Nedir bu? Sadakat duygusu mu, bağlılık mı, korkaklık mı, alışkanlık mı...- Tarifi zor. Ben insanlara kapılarımı çok açıyorum. Ve onlar içeri girdikleri zaman, her şeyi görüyorlar, tanık oluyorlar. Aramızda güvene dayalı müthiş bir ilişki oluşuyor, onu bozmak, kaybetmek istemiyorum. Zaten 40 öyle bir yaş ki, aştıktan sonra, hayatından hiçbir şeyi çıkarmayacaksın, ekleyebildiğin kadar ekleyeceksin...
Ve yeni filminiz "Saturn Returns" bunu anlatıyor, öyle mi?- Evet. Hikaye, 9 kişilik bir arkadaş grubunun etrafında dönüyor. Hepsinin hikayesi anlatılıyor. Ama esas çift, bir karı koca. Adam, başka bir kadına aşık, fakat karısından da kopamıyor, "Onu seviyorum ama seninle de beraber olmak istiyorum..." diyor. İşte bu grubun başına öyle ağır bir şey geliyor ki, çok sarsılıyorlar, bireysel muhasebeler başlıyor...
Bu filmi esinlendiğiniz bir şeyler yaşamış mıydınız yakın zamanda?- Evet. Geçen sene bir arkadaşımız anevrizma geçirdi. Hepimiz perişan olduk, ayrı ayrı tatil yaptığımız yerlerden hastaneye koştuk. Bu arada gruptaki iki arkadaş evli, ama erkeğin bir başka sevgilisi var. Bana daha önce sevgilisinden ayrılacağını sadece karısıyla yaşamak istediğini söylemişken, hasta arkadaşımız ölünce, birdenbire fikir değiştirdi, sevgilisine döndü. Yani böyle bir sarsıntı, insanı fena halde kendine getiriyor. O arkadaşımız, karısına bu olayın üzerine bir sevgilisi olduğunu da açıkladı. Ama ikisinden de kopamadı. Ölenin sevgilisi de ondan ayrılamadı. Bir baktım, aslında kimse kimseden ayrılmak istemiyor... Ben de bunu film yapmaya karar verdim.
Neticede, aşkın bir kişiyle yaşanması şart değil, bu filmde siz bunu mu anlatıyorsunuz?- Aynen. Pekala 2 kişiye birden de aşık olabilirsin. Bence hayatta hiçbir şey birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıyor. Birinin bir özelliğine, diğerinin başka bir özelliğine vurulabilirsin. Bazen birini daha çok sevebilirsin, bazen diğerini. Kafamızdaki kapıları açmamız gerektiğini söylüyorum. Geleneksel kalıplara takılıp kalmayalım. Tabii ki belirli değerlerin olacak. Yalan söylemeyeceksin, dürüst olacaksın. Ama şunu bileceksin: Hayatta her şey olabilir. Hatta 3 kişiye aynı anda aşık olabilirsin. Ve bu bir zenginliktir.
İyi de bu zenginliğin sınırı yok mu?- Yok. Başına tahmin edemeyeceğin başka şeyler de gelebilir. Hayatın boyunca erkeklerle aşk yaşamışsındır, bir gün bir uçağa binersin, yanına bir kadın oturur. O güne kadar hayatına bir kadın girmemiştir, gireceğini de düşünmemişsindir. Ama bingo! O uçaktan, o kadına aşık olarak inebilirsin. Hayat bu, olabilir.
Sizce hayattaki en yüce değer aşk mıdır?- Bence dostluk, sonra sevgililik geliyor. Ya da şöyle diyeyim: Aşk, seks ve dostluk birbirine karışıyor, sevgililik ortaya öyle çıkıyor. Belki de bu dostluk yüzünden ben eski sevgililerimden ayrılamıyorum...
Herald Tribune’e "
İnsanların kendi cinselliklerine inanıyorum, homoseksüellik gibi kategorilere değil" demişsiniz...- Dedim. Şunu demek istedim: En azından benim için hayatta kategoriler, etiketler yok. Ömrüm boyunca adamları seveceğim, ömrüm boyunca kadınları seveceğim diye kuralım yok. Gerçekçi değil. Bana komik geliyor. Gay yürüyüşüne katılmak da komik geliyor. Ben bir kadını da bir erkeği de öpmenin ne demek olduğunu biliyorum. Ve bence bu bir zenginliktir. Her ikisinde de aşkı yaşabilmek gerçekten büyük bir zenginliktir...
ÜST KOMŞUMDA YEMEKTEYDİM BİRDEN MADONNA BENDEN SÖZ ETMEYE BAŞLAMASIN MI
Yukarıda oturan arkadaşımın evinde yemekteyiz. Televizyonda bir haber programı açık. Londra’dan Madonna’yla canlı bağlantı kurulmuş. Biz de hem yemeğimizi yiyoruz, hem izliyoruz. Kadın, İtalya’dan kimleri sevdiğini anlatıyor. "Fellini" diyor "Visconti" diyor, ben de içimden diyorum ki "Amaaan bu kadın da mı hálá bu isimleri söylüyor? Tamam büyük isimler ama bir sürü yenilik var İtalya’da." Yemin ederim, kendimi düşünerek demedim. Birden "Karşı Pencere’ye bayıldım, yenilerden de en hayran olduğum yönetmen Ferzan Özpetek" demesin mi? Ben kaldım. Sanki kamera şakası gibi geldi, ardından telefonlar susmak bilmedi. E hoşuma gitti tabii.
BİR ŞEYE İNANDIM MI VAZGEÇİREBİLENE AŞK OLSUN
İtalya macerası nasıl başladı?- Liseden sonra babama, "Ben İtalya’da sinema okuyacağım" dedim. Niye? Bilmiyorum. Gördüğüm iki üç tane İtalyan filmi var, o kadar da iyi değiller ama öyle bir duygu. "Oğlum, öyle bir ülkeye gidiyorsun ki, ne lisanı yarayacak işine, ne de başka bir şey" diyor. Saçma sapan bir ülke demek istiyor. Paraları bizden düşüktü o zaman. Yıllar boyu hep ben İstanbul’a gelir giderim, babam birileriyle önce iki abimi tanıştırır, "Amerika’da makine mühendisliği okudular" der, onlarla gurur duyar, sonra beni tanıtırken, gülmeye başlar: "Bu soytarı da İtalya’ya gitti!" gibisinden. Babam, Haydarpaşa Lisesi’nden mezun. Hamam filmi yeni çıkmış burada, iyi de gitmiş, ben Harem Suare’yi çekiyorum, baktım, babamın bana karşı olan tavrı birdenbire değişti. Allah Allah! "Ne oldu?" dedim, inanılmaz hoş davranıyor. "Hiiiiiç" dedi. Meğer, okulun geleneksel yemeğine gidiyor, orada bunun arkadaşları diyorlar ki, "Senin soyadın Özpetek. Yoksa Ferzan Özpetek’le bir alakan mı var?" "Oğlum" diyor, "Vayyy" diyorlar, "Ne iyi filmler yapıyor senin oğlan!" Bizimki bu lafa bayılıyor, o günden sonra "Ben onun babasıyım" diye ortalıkta dolaşıyor.
Çok zorluk çektiniz mi?- E kolay olmadı. Havadan gelmedi. Yabancı bir ülkede başarmak için o ülkenin insanlarından kat kat fazla çalışman gerekiyor. Fazla bir gözün, fazladan bir kolun olması lazım. Fakat ben bir şeye inandım mı vazgeçirebilene aşk olsun. Kafamın dikine gidiyorum. Dinlemiyorum kimseyi...
GAY’LERDEN İYİ SANATÇI ÇIKTIĞI ÖNYARGI
Gay’lerden iyi sanatçı çıkarmış? Hiç inanmam. Güya, kadınlardan da iyi aşçı çıkar. Niye o zaman dünyanın en ünlü aşçıları erkek? Bunların hepsi önyargı. Cinsel tercihlerin yapılan işle alakası yok.
YARIN: Doğu Roma’nın başkentinde doğdum, Batı Roma’nın başkentinde yaşıyorum...