Paylaş
Kolay değil, zor
HANİ ‘‘tatil-tatil’’ bakan insanlar vardır.
Yakında tatile çıkacaklardır.
Hafiflemiş olurlar.
Onları mutlu edecek bir yerlere, mesela bir deniz kıyısına gideceklerdir. Dertler, tasalar bir süreliğine geride bırakılmıştır. Hesaplar kapanmış, hazırlıklar tamamlanmıştır.
Etekleri zil çalar.
Gitme zamanları yaklaşmıştır.
Yüzlerinden anlarsınız...
Onlar çoooktan yoldadır.
* * *
Peki, insanın yüzüne, ölümün onu gelip -yakında- alacağı siner mi?
Ölüm de, bir mola/ yolculuk değil mi?
Kişi, kendi bilir mi, taa derinlerden, vaktinin geldiğini, hisseder mi?
Ben ölüme gidiyorum der mi?
Bunu kimseye söyler mi?
Hep merak ederim.
* * *
Cevabını veremeyeceğimiz soruların yanıtlarını, genellikle çaresiz kaldığımız zamanlarda ararız.
İlk ve son kez geçenlerde karşılaştığım/ tanıştığım/ kafamdaki Kemal Sunal imajıyla, nasıl da alakası olmadığını anladığım/ çok şaşırdığım/ zarafetine, inceliğine hayran olduğum/ çekim arkadaşımının gidişine fena halde üzüldüm.
Derin bir boşluk kapladı içimi.
* * *
Reklamevi bünyesindeki e-kolay'ın reklam çekimleri Sinan Çetin yönetmenliğinde Durusu'da yapıldı.
İki hafta önce.
Durusu da, anasının nikahı, git git bitmiyor.
Tek bildiğim Kemal Sunal'lı yeni reklamlar çekilecek, bir şeklide bu meseleye Doğan Grubu'nda çalışan gazeteciler de dahil edilecek. Ben de varım aralarında. Zaten kameradan korkarım! Zaten bir gün önce de Simten'in doğum günü kutlanmış, kafam, çilekli margarita yapan aletler gibi dönüyor; yol da o kadar uzun ki, yanımda Sevin Okyay, sohbet ediyoruz, ama yol bir türlü bitmiyor!
Peki ama 56 yaşındaki Kemal Sunal'ın yolu nasıl bu kadar çabuk bitiyor?
* * *
Sorgu odası gibi bir yerdeyiz.
Kemal Sunal'ı sorguya çekiyoruz.
Gazeteciyiz ya.
Ona cevap veremeyeceği sorular soruyoruz.
O ise herşeyin cevabını biliyor.
Yanıt olarak da, o müthiş mimikleriyle ‘‘E-kolaaaaay!’’ diyor.
Mesele bundan ibaret.
Gerçekten kolay yani.
Bir de bana sorun! Benim söylemem gereken cümle, ‘‘Bütün bunların cevabını sen nasıl biliyorsun, söyle!’’. O kadar. 7 kelime yani. Ne zaman kamera çalışıyor, benim aklım duruyor, herşeyi birden bire unutuyorum. Öyle sıkılıyorum, öyle sıkılıyorum ki, bitse de gitsek diyorum.
Ama içimden.
Dışımdan söylemek ayıp olur!
Değil mi ama, orada o kadar insan var. Doğan Hızlan var, Fatih Altaylı var, Ufuk Sandık var, Sevin Okyay var, İsmet Berkan var. Hepsi üzerlerine düşen görevi yapıyorlar. Bir ben beceriksiz çıktım ama, atlatacağız inşallah, bu da bitecek diyorum!
Hani sıram geldiğinde söylemem gereken cümleyi söyleyeceğim, ama sürekli araba farı görmüş kedi gibi duruyorum ya, o sırada Kemal Sunal'la göz göze geliyorum; koskoca Kemal Sunal da dudaklarıyla söylemem gereken şeyi söyleyip, bana yardımcı oluyor.
Bir baba şefkatiyle.
Ne kadar sevdim adamı bir bilseniz...
* * *
Kemal Sunal filmlerine hep gülerim.
O saf, hafif sersem tiplemenin konuşmasına bile gerek yoktur, bakışları, gülümsemesi, yüzüne verdiği ifadeler, otomatik olarak beni güldürür. Çok tanıdıktır. Çok bildiktir. Hepimizin içinde çocukluğumuzdan itibaren yer etmiştir. İnek Şaban bizden biridir, müthiştir.
Ama iki hafta önce hayatımda ilk kez karşılaştığım Kemal Sunal'ı canlı ve ‘‘rol kesmeyen normal halini’’ görünce, vayyyy be olmuştum.
Gözlerime inanamamıştım:
- Bu adam, o adam mı?
Şaşkınlığımı etrafa pek çaktırmamış...
Bir kere daha saygı duymuştum.
* * *
Kameranın ışığı yanıncaya kadar, damarlarında mavi kan dolaşan, bir aristokrat gibiydi.
Son derece ağırbaşlı, sakin, gerçekten ciddi, dimdik, acayip profesyonel, çakı gibi bir adam.
Biraz da mesafeli, insanlara uzak, sanki kendi dünyasında yaşayan.
Fakat ‘‘Çekime başlıyoruz arkadaşlar!’’ olunca...
Kameranın ışığı yanınca...
Hooooooooooooop.
Küt diye değişiyordu.
İşte, milyonlarca insan gibi, benim de bildiğim, aşina olduğum adam!
- Hoşgeldin İnek Şaban!
* * *
İnsanın yüzüne, ölümün onu gelip -yakında- alacağı siner mi?
O güneşli çekim gününü düşünüp duruyorum.
Hayır, yoktu öyle bir şey!
Herşey fazlasıyla normal gözüküyordu.
Kemal Sunal, çekip gidecek birine benzemiyordu.
Hiç.
Ölüm, böyle bir şey galiba, onu düşünmediğin zamanda gelip alıyor seni. Bunu ve ölümün varlığını aklımdan çıkarmak istemiyorum. Sanki ancak o zaman bu kavramı kendimden ve sevdiklerimden uzak tutabilecekmişim gibi. Saçmalıyorum tabii. Ama ölüm bu, saçmalayacağız ve çaresiz kalacağız. Hepimizin başı sağ olsun. Kemal Sunal'ın yakınlarına sabır diliyorum. En çok da gittiği o yerde mutlu olmasını diliyorum.
Paylaş