Paylaş
İçimizdeki Brütüsler
BANA en çok ne koyuyor biliyor musunuz?
Dibimdeki, yanımdaki, içimdeki insanlar tarafından satılmak.
Çok sevdiğim insanlar onlar.
Yoksa dipdibe, yanyana, içiçe olmam, değil mi?
Benim arkadaşım dediğim insanlar onlar.
Zafer'in şu anda çocuk istemediğini söylediğim insanlar onlar. Çok sigara içtiğimde ağzımın koktuğunu bundan utandığımı söylediğim insanlar onlar. Korkularımdan söz ettiğim insanlar onlar. Dedikodu yaptığım insan onlar. Beni ismim ve soyadımla anmayan insanlar onlar. Yazılara yansımayan yanlarımı, hayatımı paylaştığım insanlar onlar. Zaten çok değil ki, sayıları. Sözünü ettiğim, beraber kuzen gibi yaşadığım, hergün karşılaştığım, birlikte çalıştığım insanlar.
Onlar olmasa, ben neden her gün geleyim buraya?
Benim onları sevmem, onların da beni sevmesini gerektirmiyor.
Ama öyleymiş gibi farz etmeden de yaşanmıyor...
Esas olarak da onların kazıkları insana koyuyor.
Yoksa, bir şekilde bir zamanlar bir biçimde yakınlaştığım birileri yarım sayfa yazı döşenmiş, pek umrumda olmuyor.
Ama o Mutlu var ya, o Mutlu beni mahvetti!
İnternet'te chivi net'te yazdığı o yazıyla beni çok mutsuz etti.
Sırtımda bıçak var gibi dolaşıyorum. Meselenin esası pek kişisel aslında. Yazmaya bile değmeyebilir. Ama tavır ne yazık ki, bütün ‘‘kötü kalpli’’ insanlar için evrensel. Bu da son zamanların modası: Hem o ya da bu biçimde medyada çalışıp, ilerleyebilmek daha fazla para kazanabilmek, daha fazla şöhret olabilmek için sağındakilerin solundakilerin etrafındakilerin kolunu bacağını yarıyorlar hem de ilk ümitsizlik krizinde medyaya küfretmeye başlıyorlar. Bütün bunlar seni rahatsız ediyorsa, ne işin var burada? Meslek mi kalmadı dünyada? Bilgin var, kültürün var, git huzurlu, günahsız, topluma faydalı, herkesin takdir edeceği bir iş yap? Sen onu bunu karalarsan, elbet seni de bir karalayan çıkar.
Neyse çok ağır oldu.
Yani cümleler...
Ben sadece kırılmıştım. Ama çok yani. Sezar gibi hissetmiştim kendimi. Brütüs Mutlu'nun bıçağı ağır geldi bana. Üstelik durumu kendisi de söylemiyor, bir okurumundan aynen şu cümlelerle öğreniyorum:
‘‘Elektronik medyada aslan kesilirler. İkitelli Plazaları'na etmedikleri lafı bırakmazlar. Sonra bir bakarsınız ki, söz konusu satırları kaleme alan kişiler (aşağıda olduğu gibi), Ayşe Arman'la aynı gazetede, aynı katta çalışıyor çıkarlar! Kimbilir belki de arkadaşıdırlar! İçimizdeki İrlandalıları bir kenara bırakın. Siz, binanızdaki Brütüslere dikkat edin.’’
Bizim Mutlu, İnternet'te bir yazı döşeniyor Aylin hakkında. Aylin, oturma odasına kamera taktırmış biri. Herkes izleyebiliyor, bu durum bazılarının hoşuna gitmemiş, Aylin'i teşhircilikle suçluyorlar. Bizim Mutlu da, güya onu koruyacak, fırsatı yakalamışken sadece bana değil, hepimize geçirebileceği kadar geçirmiş.
Meğer içinde birikmiş.
Pis kıskanç!
Yazdıklarını buyrun siz de okuyun.
Onun bana yaptığını ben ona yapmayacağım. Henüz işe gelmedi, onu cep telefonuyla arayacağım, hakkında bir yazı yazdığımı anlatacağım.
Arada sırada ‘‘kötü kalpli’’liği tutsa da ben hala onu seviyorum.
Kim teşhirci ayol!
Sitemizin dev hizmeti Aylin-cam, mevzusuzluktan çatlayan ülkem için gündem yarattı. Oturma odasına kamera koydurdu diye kızın adı teşhirciye çıktı. Ama sorarım size ey halkım! Bir ikili, bir üçlü, iki de tekli Kelebek mobilya koltuk görüntüsüyle nereye kadar teşhirci olunabilir?
Bu teşhir denen, dipsiz mevzu, bu kadar basit midir?
Bu kadarcık şey, değerli röntgencilerimiz için yeterli midir?
Hani nerede bunun ne yediği, ne içtiği? Kiminle yattığı, kiminle kalktığı? Nerede bunun en yakın arkadaşı Elçin? Hani cadaloz karısı Rana? Hayatı ona zindan eden. Bir kerecik söz etti mi, korkunç ev hayatlarından?
Ayol, kızın altta kalan, mandalinalar çürümesin diye aldığı ve bütün arkadaşlarına dağıttığı metal meyveliklerini bile göremiyoruz koltuk manzarası arasında.
Baleye göndermek zorunda olduğu kızıyla Uludağ'da yaşadığı açık büfe sıkıntısından bile haberimiz yok.
Evlensin mi evlenmesin mi diye sordu mu okurlara bugüne kadar?
Peki Ankara'da gece kulubü açan sevgili?
Peki, bu kulüpçü sevgilinin aldığı pırlanta yüzüğün kaç para olduğunu biliyor muyuz? Giymeye kıyamadığı ipek g-string külotlarını? Yeni taşındığı evi kime dekore ettiğini? Oğlu Nimbus ile yaptığı e-mail kavgalarını? Ekşili köfte sevmeyen fotoğrafçı İtalyan sevgiliyle nasıl uzlaştığını öğrenebildik mi bugüne kadar? Köpeği Pako hakkında en ufak bir bilgiye sahip miyiz? Kedisinin nasıl kısırlaştırıldığını ve onu kısırlaştıran doktorun adını biliyor muyuz bakalım?
İçtiği Fransız şarabının markasını ve fiyatını biliyor muyuz?
En ufak bir ‘‘eski sosyalist’’ anısına sahip miyiz Aylin'in?
Bakalım en sevdiği fare kahraman kim?
Stuart olabilir mi?
Bilmiyoruz işte, bilmiyoruz!
Ya genel yayın yönetmeni ile yaptığı maaş kavgalarından haberimiz var mı? Arkadaşı Ajda Pekkan'la yediği akşam yemeği hakkında en ufak bir ipucumuz var mı? Safran'a hiç gitmiş mi? Annesi nereli biliyor muyuz? Alman’ı var, İngiliz’i var...
Hangisi, sorarım size.
Siz buna teşhir mi diyorsunuz!
Yerim sizi. Son beş yılda hiç köşe yazısı okumadığınız belli.
Artık herkes teşhirci.
Yukarıda sözünü ettiğim ve tamamen özel hayata giren bilgiler sevgili köşe yazarlarımızın sevgili köşelerinden derlenmiştir. Eskiden resimlerini bile görmezdik, şimdi cinsel hayatlarından, evlilik hayatlarına, alışverişlerinden, kedi köpeklerine kadar herşeyi biliyoruz.
Teşhircilik neden görüntüyle sınırlı olsun ki?
HAMİŞ: Mutlu Tönbekici, yazısının devamında, kendisinin de teşhire bayıldığını, hatta röntgenci olduğunu söylüyor. Kızdığı, bu ülkedeki bir dolu köşeyazarı teşhirciyken Aylin'e kızılması. Yani o kadar. Güya! Yok öyle şey. Küfret, küfret, sonra ben aslında onlara karşı değilim de... Yemezler! Bir daha ona hiçbir şeyimi anlatmayacağım.
Paylaş