Paylaş
Barış’ı da, savaşı da kaybetti
Böyle bir çocukluk geçiren insandan herşey beklenebilir.
Korktum.
Evet, ruh sağlığı yerinde olmayabilir ya da sıkı bir mitoman olabilir.
Herşeyi kendi hayalinde yazmış ve inanıyor olabilir.
Ama söyler misiniz, bu sadece Sevil Demir için mi geçerli?
O iğrenç kız!
Şurası sizce de açık değil mi:
En kolayı onun üzerine çullanmak.
22 yaşında. Hiç parası yok. Yapımcıyım diyor ama geçiniz, işi yok. Kimi kimsesi yok. Ayazda öylece, tek başına onu ısıtmayan uyduruk bir montla duruyor. Ona karşı esen kuvvetli rüzgarlara tek başına dayanmaya çalışıyor.
Bir hata yapmış olsa bile, bu olayda tek suçlunun o olmadığı neredeyse kesin. Ama bu olayda en fazla hasarı onun almış olması da muhtemel.
Manço Ailesi, kutsal aile kavramı içinde yaşamlarını sürdürüyor.
Ama Sevil Demir, çizgi dışına itildi, çoktan ‘‘iğrenç’’ ve ‘‘paçoz’’ oluverdi.
Toplumsal refleks
Bu toplumsal bir savunma refleksiydi.
Herkes kendince Barış Manço'ydu, Lale Manço'ydu, Doğukan ve Batukan'dı. Ve herkes nereden çıktığı bu belirsiz kıza, idolü savunma soruları sordu.
Köşeye sıkıştıran sorular.
Toplumsal yaşama refleksinin içinde böyle kızlara hep yer var. Çünkü bizler onlarla herşeyi yaşamak istiyoruz. Tek istemediğimiz onların sonradan çıkıp konuşmaları, anlatmaları. İstemiyoruz işte. Ama Allah'tan şöyle de bir emniyet sibobumuz var: Nasıl olsa bizden daha zayıflar. Tepelerine binveririz. Para için, şöhret için konuşuyor deriz.
İyi de bazen onların öykülerini dinlemeden yapıyoruz bunu.
Şartlayan sorular
Bizler onun hep kötü mü, iyi mi olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Hep yargılamaya yönelik davranıyoruz.
- Senin Barış Manço'yla ne işin vardı?
- Neden onun yanındaydın?
- Yoksa sevişiyor muydunuz?
- Kollarında mı öldü?
Bunların cevapları hep daha ilginç değil mi? Yani hep açık bulmaya çalışmak, köşeye sıkıştırmak. E ne oluyor biliyor musunuz, hasbelkader ekranda izlediğiniz o insan, karşınızda oturan kişi olmuyor. Ya da karşınıza oturan o kişinin bütün yönleri ekranda anlatılmıyor. O televizyonlar, kendi sorularıyla, kendi bakış açılarıyla bizi şartlıyor. İyi de o adamların bakış açısı bizi niye ilgilendiriyor? O adamların yargısı niye mutlaka doğru oluyor?
Aile özlemi
Unutmayın ki, bu öykünün başlangıcında 78 doğumlu bir kızın, Türk filmi gibi bir dramı var. Hepimiz şefkat arıyoruz, o da arıyor. Belki de bizden daha fazla. Manço Ailesi'ne duyduğu hayranlık boşuna değil.
Yemin ederim, konuşmaya giderken bir tekme de ben atmaya niyetliydim.
Ama onu dinleyince kafam karıştı.
Bazen bir puzzle'ı çözmek için daha fazla parçaya ihtiyaç duyuluyor. Bütünün içinde yeteri kadar ilginç olmadığı için kullanılmayan bazı parçalar, olayın tamamını aydınlatmakta bizlere yardımcı olabiliyor. Belki de bu yüzden, yargılanıp kötü kadınlığa mahkum edilen Sevil Demir'i bir kez de ben dinlemeye karar verdim.
Duyduklarımı röportaj sayfasında okuyacaksınız...
Arta kalanlara yine kıyamadım.
Piyano filan çalmadı
Ölüm anında yanındaydınız. Göçüp giden de koskoca Barış Manço'ydu. Paniklemediniz mi, korkmadınız mı?
- İnanılmaz korktum. O gece birlikte Umberto diye bir İtalyan restoranına gittik. Sonra eve geldik. Gazetelerde yazdıkları gibi piyano filan çalmadı, yemeğe gitmeden çalmıştı. Sürekli sohbet ettiğimiz bir oda var, alt katta oraya geçtik. Aniden ayağa fırladı. ‘‘Ne oldu?’’ diye sordum. Eliyle bir dakika işareti yaptı, sonra ensesini tuttu. Ve yere düştü. Onu görüyorum, ama görmüyorum; o anı yaşıyorum ama yaşamıyorum. Ben benden gittim. Onu nasıl oradan kaldıracağım diye düşünürken, yapmam gereken şey geldi aklıma: Ambulans. Ambulans çağırmam gerekiyor. Yukarı çıkıp telefon açtım. ‘‘Hasta kim?’’ dediler. Barış Manço deyince, eklediler: ‘‘Dalga mı geçiyorsunuz?’’. Bir de Barış'ın çok yakın bir arkadaşını aradım, sonra tekrar yanına indim.
Ambulans kaç dakika sonra geldi?
- Beş, altı dakika sonra. O ana kadar hala bir hırıltı vardı. Ben de ‘‘Barış, konuş benimle, beni korkutuyorsun?’’ diyordum. Cevap yok. Çıldırmak üzereydim. Boylu boyunca yerde yatıyor, kafası dikdik tavana bakıyor. Beliyle, boynunu aynı orana kaldırdım ki, nefes alabilsin. Sonra o hırıltı da kesildi. Dış kapıya koştum, artık umrumda değil, komşulardan filan yardım isteyeceğim. O sırada hem o yakın arkadaşı, hem de ambulans geldi. Elektro şok uygulandı. Ondan sonra da hastaneye gittik.
Haykırmak istedim
Lale Manço'yu aramak aklınıza gelmedi mi?
- Cep telefonum Barış'ın montunda kalmıştı. Ancak hastanede Lale Hanım'ı arayabildim. ‘‘Sen kimsin?’’ dedi. ‘‘Sevil ben’’ dedim. ‘‘Hangi hastane?’’ dedi. Söyledim. Yarım saat geçti geldiler.
Kendinize geldiğiniz ilk anda aklınıza gelen neydi: Böyle bir ilişkiye girdiğiniz için pişman mı oldunuz? Keşke benim yanımda ölmeseydi mi dediniz?
- Hala kendime gelmedim ki. Hep bu ne büyük bir acıdır dedim. Bazen keşke benim yanımda olmasaydı dedim. Kimi zaman da iyi ki benim yanımda olmuş dedim. Karmaşık. O gün onu hiç görmemiş olabilirdim, bu bana çok koyardı.
Barış Manço ile ilişkinizden ne bekliyordunuz? Nasıl bir sonuç?
- Hiçbir sonuç beklemiyordum. Hani vardır ya, karısından boşanacak benimle evlenecek, asla böyle bir düşüncem yoktu, zaten mümkün de değildi. Onların karşısında Türk halkı vardı.
Neden onunla bir ilişki yaşıyordunuz?
- Beni anlıyordu. Kimsenin anlamadığı kadar. Onu seviyordum. Ünlü olmak için konuşuyor diyorlar. Peki bir yıl boyunca neden gazetecilere haber vermedim? Çok güzel bir şey yaşadım ben. Ama sonunda yaşadıklarım bana ağır geldi. Beni, beynimi aştı. Ruh hastası diyebilirsiniz bana ama önce sustum sonra bunu haykırmak istedim.
Paylaş