Paylaş
Leopar nevresim takımı
İnanmayacaksınız ama yaptım.
Gittim leopar desenli bir nevresim takımı aldım.
Kesinlikle iğreniyorum.
Ama mecburdum, benim elim mahkumdu.
Evet, uyku düzenim bozuldu, geceleri uyandığımda kendimi Tanzanya’da zannediyorum, rüzgarın ‘‘vuuuuuuuuu-vuuuuuu’’ sesi de çeşitli hayvan seslerini andırıyor, ürküyorum ama elden bir şey gelmiyor; kedim bayılıyor, dolayısıyla hele şu son olaydan sonra, o beni affedinceye kadar, bu zulme katlanmam gerekiyor.
Katlanıyorum da zaten.
*
Arkadaşlar, hayal etmek yetmiyor.
Gözünüzün önüne ne geliyor bilmiyorum ama, mutlaka bir de benim anlatmam gerekiyor: İki adet kocaman leopar yastık. Ama nasıl imitasyon duruyor, imitasyon kürklerden bile fena, ucuzluk kılıflardan akıyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, iki tane de siyah yastık o hazin panaromayı tamamlıyor. Bir de kahverengi bir çarşaf. Ve üzerinde aynı leopar deseninden bir yorgan kılıfı ki, evlere şenlik!
Yatak odamın havası birden değişti.
O püfür püfür yaz evi gitti.
Yerine sefil bir hayvanat bahçesi görüntüsü geldi.
Benim bu yatakla uyum sağlamak için Jane gibi giyinmem gerekiyor, kafama da bir maşa takmam. Ve tabii ki bir adet de Tarzan'a ihtiyaç duyuyorum. Ailevi bir mesele ama sizden gizlim saklım yok; Zafer, bir süre eve uğramasının mümkün olamayacağını söyledi.
Artık nevresim değişiminde görüşürmüşüz.
*
Allahtan bizim Gülten'in tuhaf bir (aslında birden çok ama!) yıkama hastalığı var, her hangi bir şeyin, ortalıkta, altı dakikadan fazla atılı durmasına tahammülü yok. O zavallı kumaş parçası ne ise, boynunu büküp çamaşır makinesine girmek zorunda! Fakat lanet olası bu leopar nevresim takımından bir kaç tane almış bulunuyoruz. Yani biri çamaşır makinesindeyken, diğeri Tanzanya efekti vermeye devam edecek.
Zaten bütün suç da Gülten'in.
Bu dahiyane fikri o verdi.
En sinir haliyle dedi ki: ‘‘Bana bak Ayşe. Bu kedinin kafası bozuk. Sen ona bir şey yapmışsın. Bizi doğduğumuza pişman eder, gel onu mutlu edecek bir şeyler yap, şu leoparları al, senin kedi bunları pek sever, hem tekrar kendini kedi gibi de hisseder!’’
Yani sırf kedime yaranmak için.
Bir an önce aslına rücu etmesini sağlamak için.
Yaptım ne yaptıysam...
*
Oysa House Beautiful Dergisi'nin teklifinin, benim kediyi mutlu edeceğini sanmıştım. Ne vardı ki sanki bu kadar büyütecek! Gelip üç beş kare onun da fotoğrafını çekeceklerdi. Sadece haber vermeyi unutmuştum ve bir sabah, tamam, uyuyordu beyefendi, sabahın biraz erken saatleriydi, kapı çaldı, kapı çalınca ben de genelde normal insanlar gibi gider açarım, tabii evde gizli bir şey yapmıyorsam, aksi takdirde uyuyor numarasına yatarım, aynen telefonda konuşmak istemediğim birine ‘‘Alo alo, duyamıyorum sizi, Allah Allah ses gelmiyor!’’ numarası yaptığım gibi, bu arada evime telefon açmadan gelenlerden hiç hoşlanmam, ne ayıp şey o öyle, ama ben kendimi değil, kedimi anlatıyordum değil mi, işte zil çalınca yataktan fırladığım gibi eşofman-pijama karışımı bir şeyle açtım kapıyı.
‘‘Buyrun girin’’, dedim.
Ne diyeceğim?
Onlar tabii zannediyorlar ki, bu kedi, normal bir kedi, uslu uslu kucağımda fotoğraf çektirecek, objektife gülümseyecek. Onların objektiflerini yer be benim kedim! Demedim tabii bir şey. Bu arada bin bir türlü soru soruyorlar. ‘‘Nerede uyur?’’ ‘‘Yatağındaaaa!’’ diyecektim ve ekleyecektim: ‘‘İzin verirse ben de onunla uyuyorum, onunla aramızı iyi tutarsak, zaman zaman Zafer'in de yatağa gelmesine izin veriyor.’’ Yine bir şey demedim. Kedi önde, biz arkada, peşinden koşturuyoruz. Ben kedimi severken yere yatıyorum biliyor musunuz, onunla aynı hizada olabilmek için, tabii bu da tuhaf bir durum, insanlar kedilerini yukarıya kaldırıyorlar...
Bizde...
Nerdeeee!
*
Fotoğraflar çekildi.
Onlar gitti.
Kedimden izin aldım, ‘‘Sana sarılarak biraz daha yatabilir miyim?’’ O zamanlar aramız iyiydi. ‘‘Evet ama çok sıkı sarılma, sıkılıyorum, insana uykusunda bile rahat vermiyorsun, ne biçim kadınsın!’’ dedi.
Günler böyle geçti.
Taa ki dergi piyasaya çıkıncaya kadar...
Dün korkunç bir terör yaşandı bu evde.
Çünkü House Beautiful Dergisi'nde, Zeynep Göğüş ve Orhan Duru'nun kedilerinin fotoğraflarını da görmüş bizimki. Beni aldı karşısına, demek istiyorum ki yatırdı yanına ve dedi ki:
‘‘Sen benimle dalga mı geçiyorsun?’’
‘‘Anlamadım, ne demek istiyorsun?’’ dedim.
‘‘Safinaz ve Kity neden başrol oyuncusu da, ben karakter oyuncusu gibi duruyorum o derginin sayfalarında, söyler misin?’’ dedi.
‘‘Neler söylüyorsun, tamam onlar çok güzel ama senin fotoğrafların da güzel çıkmış, ayrıca evet haklısın sen çok karakterlisin’’ dedim.
‘‘Bu ne demek onlar karektersiz mi demek istiyorsun!’’ dedi.
‘‘Hayır ne münasebet’’ dedim.
‘‘Ben anladım onlar iyi eğitim görmüş, soylu ailelerden gelme kediler, sen beni hakir görüyorsun, sokak kedisiyim diye. Buna hakkın yok. Ayrıca bana beni sevdiğini üç dakikada bir söyleyip, işe gittiğinde de telesekretere benim duyacağım şekilde ‘aşkııııım' diye bağırmanın da bir manası yok. Beni elaleme ezdirdikten sonra, söyler misin sevsen ne olur, sevmesen ne olur! Sokaktan geldiğim için ha! Sen bilmiyorsun, ben sokağa çıksam, baştan çıkaramayacağım kedi yok. Hem ne yaptın sen benim için bugüne kadar söyle. Keşke Zeynep Göğüş'ün kedisi olsaydım, o hanımefendi ve çok düşünceli biri, gitmiş o fotoğraların altında yer alan yazıyı kedisine yazdırmış. Sense benim yerime abuk sabuk şeyler karalamışsın’’ dedi.
*
Yıkıldım, kaldım.
Bu Zafer de aynen bu kedi gibi konuşuyor: ‘‘Sevdiğini söylemek dışında benim için ne yapıyorsun söyle?’’ diyor. Aman be! Sersemlik bende. Neden sanki kedimin ağzından yazı yazmayı ben akıl edemedim ki! O konuşuyormuş gibi. Salağın tekiyim. Zaten hiçbir şeyi beceremiyorum. Yoksa kafam mı çalışmıyor? Bir salata bile yapamıyorum! Saçımı kestirdim diye mi? Kedim çok haklı. Zafer de. Onları sevdiğimi göstermeliyim. Evet, evet Gülten’in dediğini yapmalıyım, şu iğrenç leopar nevresim takımlarından üç beş tane almalıyım. Zafer meselesine gelince, önümüz bayram, bir tatil de iyi gelir bize...
Şimdi sıra geldi bilmeceye.
Bu şartlar altında nereye tatile gideceğimize.
Elbette ki, leopar nevresimlerden uzak bir yere...
Gerçek leoparların memleketine!
Paylaş