Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Allah sizi inandırsın...

Köpeği Bib-up'a şarkı yazdı

Kentte yeni şeyler oluyor! Yeni yerler açılıyor. Bunlardan biri Kerem Görsev Jazz Bar. Son beş yıldır Q Caz Bar'da çalan Görsev, artık kendi bordo kadife perdeli kulübünde. Biliyor musunuz, oraya gidip de onunla sohbet etmemek mümkün olmuyor. Zaten ona ‘caz’ diyorsunuz, o konuşmaya başlıyor. Tabii ki piyano başında olmadığı zamanlarda! Charlie Parker'dan esinlenerek ismini koyduğu köpeği Bip-up da konu caz olunca, kulaklarını dikerek, pür dikkat dinliyor. Ama sanırım sahibinin onun için piyano çalmasını her şeye tercih ediyor. Köpek de kulüp de adam da bir harika. Tabii ki ben de! Çünkü boş durmadım, arada bir röportaj da attırdım. Diğer bölümü ‘çarşamba'ya...

Bana caz yapma! Bu ne demek? Bu deyimi nasıl açıklıyorsun?

- Kafamı ütüleme gibi bir şey olsa gerek...

Sence cazın kafa ütüleyen bir dalı var mı?

- Yok, hiçbir dalı kafa ütülemez de... Caz da olsa klasik de olsa her türlü müzük için insanın belli bir limiti var. Ben de cazın belli tarzlarını dinleyip mutlu olamıyorum.

Türk halkı cazdan mutlu olamıyor da böyle bir deyim mi çıkardı?

- Bilmiyorum. Beni de mesela ‘free caz’ mutlu etmiyor. Benim sevdiğim, dinlediğim zaman bana hayaller kurduran türü. Bill Evans dinlerken mesela müthiş hayal kurabiliyorum. Yapmak istediğim şeylerin hayalini!

Güneydoğu

Anadolu’ya caz

Caz, Türkiye'ye kaç gömlek bol?

- Türkiye'de yaşayan insanların bedenlerine göre değişiyor. Bana bol gelmiyor. Piyano çalmak bir yana, neredeyse 30 yıldır da çok iyi bir caz dinleyicisiyim ben bu arada. Türkiye'de insan bedenleri sanki büyümeye başladı ve caz da bol gelmemeye başladı. Etrafımızda, Akbank Jazz Festivali var, Yapı Kredi Festivali geliyor, İstanbul Festivali'nden yeni çıktık. Demek ki, gündemde hep iri kıyım insanlar dolaşmaya başladı! Sonra kulüpler açılıyor, cazcılar geliyor, CD'ler çıkıyor. Türk insanı artık cazla bütünleşmeye başlıyor.

İstanbul'u Türkiye diye algılarsak, bu söylediklerin hiç de anlamsız değil. Ya Türkiye geneline bakarsak...

- Ben karamsar olmak istemiyorum. Mesela, ‘‘Güneydoğu Anadolu'da caz konseri verilmez’’ diyorlar, değil mi? İyi de biz oraları kalkındırmak için ne yapacağız? Valla benim aklıma şöyle bir fikir geliyor: Gazetelerin verdikleri kuponları biriktirip, o 300 bin, 400 bin müzik setini alacağız ve oradaki ilkokullara bağışlayacağız. Alın size sanatsal eğitim! Büyük holdingler de CD verecekler, Mandelson'lar Ravel'ler, De Bussy'ler, Vivaldi'ler. Kolay dinlenebilecek şeyler. Haftada üç gün dört gün zorunlu müzik dinleme dersi konulacak. Öğrenciler klasik müziğin sihriyle küçükken tanışacak.

Gerçekten böyle bir şeyin olabileceğine inanıyor musun?

- İnanmayacağım hiçbir şeyi düşünmem ve söylemem. Ben mesleki hayatımda da hedefe kitlenerek bugünlere geldim.

Nasıl oluyor da en sevilen cazcılardan biri Kerem Görsev oluyor? Nedir bunun sırrı?

- Bilmem. Belki de yaptığım müziğin cinsi insanlara iyi geliyor. Bir de bestelerimi sipariş üzerine yapmıyorum ben. Uzun yaşanmışlıklardan bana kalan duygularla yapıyorum. Bugüne kadar beraber olduğum kadınlara yazmış olduğum parçalar var. Ama köpeğime yazdığım bir parça da var. Yani yaşadıklarım notalara geçiyor. Babamı ben 1995 yılına kadar on yıl görmedim. Bir gün Hillside'da otururken orada çok güzel bir piyano var, bir Steinway, oturdum bir parça yazdım: I Remember Your Face (Yüzünü Hatırlıyorum). İnanılmayacak bir şey oldu, o parça bittikten sonra babam beni cep telefonumdan aradı. Benim için hayat ve caz birbirine endekslenmiş şeyler. Zorlama değil, demek istiyorum ki, ‘‘Al şu kumaşı da bir pantolon dik’’ diye bana kimse müzik yaptıramaz. Ben zaten sipariş bestelere çok sinirleniyorum. Sipariş beste olmaz!

Megolamanlık yaptım

Bu kulüp nereden çıktı?

- İki senedir hayalimdeydi. Şimdi buradayız. Hayal gerçekleşti. Bakınız sahneye, bir piyano görüyorsunuz değil mi? Sol tarafında da digital bir sound sistemi. Son bir haftada tam beş bin kayıt yaptık. Ve CD kalitesinde kayıt yapıyoruz biz burada. Şu sahne yedi buçuk metrelik bir sahne. İnsanların itişip kakışmadan rahat rahat müzik yapabilecekleri büyüklükte. Monitörlerle bezenmiş bir halde. New York'tan gelen müzisyenler bile itiraf ediyorlar: ‘‘Bizdeki kulüplerin hiçbirinde, ne bu sound sistemi ne de böyle bir piyano var’’.

Çok para yatırdınız yani.

- Parasız hiç bir şey olmuyor ama idaeller için de paraya kıyılıyor! Sonra onlar sanatsal yatırım ve değişik insanlar olarak geri dönüyor. Paranın peşinde koşmamak lazım. Hepimiz bir gün çekip gidiyoruz bu dünyadan, ama yapılan şeyler her zaman konuşuluyor. Ben biraz da kendimi anlatarak müzik yapmak istiyordum: Öyle bir kulübüm olsun ki yüzde 90 enstrümantal caz ağırlıklı olsun diyordum. Şarkıcı-markıcı yok. Demek istiyorum ki müzisyenler kendilerini parmaklarıyla anlatsın. Trompetçiler trompetleriyle, davulcular bagetleriyle, kontrbascılar da tahtayla. Bir anlamda ağaç enstrümanların konuşması. Piyano, kontrbas ve davul. Hep bunlar ağaç. Bir yeşillikten sulanarak büyümüş, yaşayan varlıkların, duygularınıza hitap etmesi. Biz burada canlılarla meşk yapıyoruz. Tabii biraz megolamanlık da yaptım. Dediler ki, ‘‘Sahneyi bu kadar uzun tutma da şuraya üç masa daha koyalım. Gecede 50 milyon daha fazla hasılat yaparsın, ayda bir buçuk milyar eder, o da yılda bilmem kaç milyar demektir’’.

Kaale bile almadım. Bu külüpteki gibi büyük bir sahne yok Türkiye'de. Hani bizde kulüpler açılır, aplikler takılır, lüks kapılar yapılır, gümüş şamdanlar olur. Ama sahneye bakarsınız, ki o bir caz kulübüdür, ama piyano yoktur! Plastik bir Yamaha alırlar bin dolara, ondan sonra müşteriye iyi tabakta servis yaparlar, şampanyalar açarlar. Bu arada ses kulaklarını parçalar! Oysa şu sahneden duyduğunuz sesi, barın öteki tarafında da mutfakta da duyuyorsunuz. Her yerde aynı ses. Kaliteli bir sound sistemi var. Amaç insanlara müziği adam gibi vermek, olmalı, değil mi ama!



Yazarın Tüm Yazıları