Ayşe'nin gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Yine aceleniz mi var?

Kendimden çok utandım.

Çoooooooooooooooook.

Çünkü bu sabah yine acelem vardı. Ödenmesi gereken faturaları yatırmak, kesik telefonumu açtırmak, arabayı servise bırakmak, kedi için diyet mamalar almak, buzdolabını doldurmak, neden param hiçbir şeye yetmiyor diye ağlamak, neden aidat bu kadar çok diye kızmak, vakit kalırsa spor yapmak, sonra bir taksi bulmak, gazeteye varmak, yazı yazmak, ertesi gün yapılacak röportajın saatini ve yerini ayarlamak, soru çıkarmak, bu arada bir önceki gün yaptığım röportajın kaset çözümüyle uğraşmak...

Yani her zamanki gibi koşuşturmak.

Çok anlamlı şeylerle uğraşmak!

Bok varmış gibi.

Akşam olunca da ‘‘Bir gün daha bitti. Kazasız belasız. Vakit yetmedi ama...’’ deyip, tekrar benzer bir güne hazırlanmak.

Ama biraz önce bir şey oldu.

Küt diye.

Masamda Nilgün Çetinalp Erentay'ın APS'yle yollanmış mektubunu buldum. Okudum. Demek istiyorum ki, bugün ben de bazılarınız gibi sadece ‘‘okuyucu’’yum. Çünkü onun aşağıda yazdıklarına ekleyecek bir şeyim yok. Ama yapacak bir şeyim var. Bulunduğum yeri şu anda terk ediyorum, Emre için açılmış hesaba para yatırmaya gidiyorum. Çünkü Emre'nin gözlerini ben de gördüm. Yağma yok. Kaçamam... İşte mektup:

* * *

Hep acelemiz var.

Çok acelemiz!

Koşuyoruz durmadan. Yanıbaşımızdaki onlarca acıyı, hüznü kanıksamış gözlerle süzüp, kendimizi sıyırıp, hiç değmeksizin geçiyoruz yanıbaşlarından. Her şey yaşamak için. Oysa ölüm hep yanıbaşımızda. Yarın ölebilirim halbuki. Belki de geçen yıllar içinde zamanın ve yaşamın en büyük öğretisi bu oldu bana. Kanser falan da değilim üstelik. Makbel gibi ölmeyi beceremesem de artık ondan korkmuyorum!

Bu da bir şeydir belki!

Bana kulak verin sevgili Arman. Beni anlayacağınızı çok iyi biliyorum. Değil mi ki o yazı: ‘‘Hoş bulduk ölüm...’’

* * *

Üç hafta önce geçerken Kadıköy Meydanı'nda gördüm resmini:

14 yaşında. 1.80 boyunda. Futbol ve yaşamayı seviyor. Gözlerinden belli. Çocuk gözleri, ‘‘Yaşamak istiyorum’’ diye haykırıyor insanın yüzüne

‘‘Bana bir şans verin’’ diyen pankartın arkasındaysa soluk ve zayıf bir çehrede bir çift yorgun gözün sahibi Rıza Çelik, kimbilir kaçıncı kez anlatıyordu biricik kuzusunun, yavrusunun acı öyküsünü geçen kalabalıklara.

Adı: Emre Çelik, 14 yaşında ve her gün biraz daha ayrılıyor bu dünyadan, yavaş, yavaş. Bilerek ama istemeyerek. Hani derler ya; göz göre göre. Kısacası biz daha görmezsek ÖLECEK!

* * *

Bizim ise çok acelemiz var.

Okullarımıza, işlerimize yetişmeliyiz.

Kendi çocuklarımızı hafta sonunda tiyatro kursuna yetiştirmeli, akşam yemeğinin yanına bir de sebze çorbası eklemeliyiz!

Üç haftadır içimde bir balyoz. Vurup duruyor yüreğime. Şunları söylüyor bana: Emre'nin gözlerine tanık oldun bir kez. Yağma yok. Kaçamazsın. O ölüyor biliyor musun? Zaman akıp gidiyor.

Mutlaka yapılacak bir şeyler olmalı ve yarın belki geç olabilir.

* * *

Emre, kan kanseri.

Yedi aydır tedavide. Doktorlar umut gördükleri için; ilik nakli diyorlar. Ancak Emre yurtdışındaki donör bulunduğu halde gidemiyor. Çünkü 65 milyar gerekiyor. Babası haftalardır meydanlara çıkıp ‘‘Çocuğum ölüyor. Oysa yaşayabilir. Ona bir şans verin’’ diye bağırıyor aceleyle koşan kalabalıklara.

Sonuç; Emre'nin hemen gitmesi gerekiyor.

Tedavi şu sırada son aşamada çünkü.

Oysa, toplayabildikleri para sadece 16 milyar. Her yitirilen gün onun aleyhine işliyor. Kendilerine omuz verecek birileri gerekiyor. Yorgunlar. Çok yorgun. Ben tanığım. Babasını en son dün gördüm. Bakışları korkunçtu. Çaresizlik ve ölümün soğuk yüzünü gördüm o bakışlarda.

* * *

‘Acı’nın tanımı bu olmalı.

Yapılacak hiçbir şey kalmamışsa seni dinlemeyecek kadar acelesi olan ve koşan hep koşan kalabalıklara son çare olarak ‘‘Oğlum ölüyor, bize kulak verin!’’ diye bağırmak!

Bugün sabah yatağımdan kalktığımda pırıl pırıl parlayan bir ekim güneşi.

Bir gün daha gitti diyorum kendime.

‘‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşamın içine, yanıbaşımızdaki acılara biraz sokulmak. Yanıbaşınızdaki acılara değmek gibi bir gaflette bulunmuşsanız eğer, artık siz de her an ölebilirsiniz. Değil mi ki bu dünya berbat bir yer...!’’

* * *

Emre belki de yaşayabilecek!

Eğer biz onun yaşamına değer verip, geçip gitmezsek, kendi acelemiz arasında onun ‘‘Yaşamak istiyorum!’’ çağrısına kulak verecek zamanı bulabilirsek, o yaşayacak! Lütfen! Hepinizden rica ediyorum. Makbel'in dediği gibi, ‘‘En kötü zamanlarda küt diye bir şey oluyor. Güzel bir şey...’’. Küt diye bir şey yapalım. 14 yaşında dünya güzeli bir delikanlının gözlerine yaşamı armağan edelim. Edelim ki, şu berbat dünya bir parça anlam kazansın...

Ben Rızaoğlu EMRE ÇELİK. 1984 Cennet Mah/İstanbul doğumluyum. Yaklaşık dört ay öncesine kadar (Yani şubat/98) okulumda başarı bir talebe ve sporu seven bir futbol oyuncusuydum. Ancak o talihsiz haftasonunda hastalandım. Ve lösemi teşhisiyle İÜİ Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Pediatrik Hematoloji bölümünde yatarak tedaviye alındım. Yapılan araştırmalar sonucu kardeşim olmadığı için altı ay içinde yurtdışından akraba olmayan uygun bir donör bulunup kemik iliği transplantasyonu gerektiğine karar verilmiş ve bundan başka yaşam şansımın da bulunmadığı belirtilmiştir. Bu işlemler için 100.000 İngiliz poundu gerektiği ilgililer tarafından hesaplanmıştır. Hayatı ve sağlıklı yaşamı benden daha iyi bilen sizlerin benim de hayatı öğrenmek ve yaşamak istediğimi bilmenizi isterim.

Lütfen bana bir şans verin...

Ekler: İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Raporu

Kampanya yapılabilmesi için gerekli izin belgeleri.

Kampanya Hesap No: TC Ziraat Bankası Cennet Mah. Şubesi / İST.

0818-0003-0003-0085-195

Detaylı bilgi için: Tel: 0121 573 64 29



Yazarın Tüm Yazıları