Paylaş
İlk bakışta nefret
Biz sürekli ondan söz ediyoruz.
Hep aşkı yüceltiyoruz.
Saygıyla, övgüyle, ceketimizi ilikleyerek bir aşk hikayesi anlatmaya başlıyoruz, yine benzer bir tavırla dinliyoruz; aşk söz konusu olduğunda hep anlayış gösteriyoruz:
‘Büyük aşklar, küçük aşklar, gelip geçici aşklar, kalıcı aşklar, bedensel aşklar, beyinsel aşklar, yavaş yavaş oluşan aşklar, ilk görüşte başlayan aşklar var’ diyoruz.
* * *
Aşkın bütün türevlerini kabul ediyor, hayranlık duyuyoruz.
Çok sevmek yetmiyor, hep o delilik seviyesine erişmek, hep aşık olmak gerekiyor. O da yetmiyor, bir de o duyguyu korumak gerekiyor:
Aşkı korumanın 338 yolu!
Öyle bir hale geldik ki, aşık olmadığımızı söylemeye utanıyoruz.
Suçluluk duyuyoruz, suçluluk!
* * *
Sürekli aşık olmaya çalışıyoruz.
Bu olmadı, belki ötekinde diyoruz.
Aşık olalım da ne olursa olsun.
Aşk bizi kurtarsın!
Bazen de tabii bokunu çıkarıyoruz. Olur olmadık her durumda aşkı devreye sokuyoruz. Paçayı kurtarmak istediğimiz her anda, ‘‘Ama kızcağız aşıktı, ne yapsın!’ ‘O kadar aşıktım ki bu rezilliğe bulaştım, anlarsınız’’ diye durumu izah ediyoruz. Sanki hepimizin anlayacağı, anlaması gereken bir dilden konuşuyoruz. Ortak bir dilden. O dili bilmemek, hayatın hiçbir döneminde hissetmemiş olmak ayıp. Hatta aşağılık bir şey...
* * *
Üçüncü sayfa haberlerine bayılıyoruz.
Çılgın gibi aşık olduğu karısını sekizinci kattan atan adama, kıskançlıktan her türlü abuk sabukluğu yapan kadına acıyoruz. Bunu bir uyarı gibi kabul ediyoruz, aşk yüzünden o hallere düşebilme potansiyelimiz olduğunu hep kabul ediyoruz. O hallere düşmemeyi umut ediyoruz.
Çünkü Allah için hepimiz aşk, ne kadar güçlü bir duygu biliyoruz.
Bilmemiz gerekiyor.
Çünkü aşkın olduğu yerde zina yok. Çünkü aşkın olduğu yerde suç yok...
Aşkın olduğu her yerde anlayış var!
* * *
Peki Allahaşkına...
Sadece aşkın olduğu yerde mi anlayış var?
Havaalanındaki o ‘free shop’a adımımı attığımda, o ‘ilk bakışta aşk’a benzeyen güçlü duygu tüm bedenimi sardığında, kalbim inanılmaz hızlı atmaya başladığında, ben ben olmaktan çıktığımda, hep bunu düşündüm:
Sadece aşk denilen o duygu söz konusu olduğunda mı anlayış var?
Birileri de bana o anda anlayış göstermeliydi!
Olabileceklerden ötürü ‘anlıyorum seni’ demeliydi.
Bana hak vermeliydi.
Çünkü hissettiğim şey Allah belamı versin, en az aşk kadar güçlüydü.
Ve birdenbire olmuştu.
Ortada makul bir sebep bile yoktu.
Sinirli değildim, tamamiyle normaldim, muayyen bir günümde bile değildim, üstüm başım temiz paktı, dudaklarımda da bir gülümseme vardı...
* * *
O free shop’a girdim ve onca satış elemanı arasında birden o adamı gördüm.
Her şey dondu kaldı, görüş alanımda sadece o vardı.
Dudaklarımdaki gülücük uzun bir süre dönmemek üzere uzaklara kaçtı.
Yüzüm kasıldı kaldı.
Birden etrafımda Allah sizi inandırsın mor şimşekler çakmaya, beynim zonklamaya başladı.
Nefes alıp verişim sevimsiz bir şekilde hızlandı.
O anda o da bana baktı.
Karşılıksız değildi, yemin edebilirim o hiç tanımadığım adam da benimle birlikte o güçlü duyguyu paylaşıyordu:
İlk bakışta nefret!
* * *
Lanet olası!
Satın almak istediğim şaraplar da onun bulunduğu tezgahın önünde duruyor.
O da sadece benim algılayabileceğim bir elektrik yayıyor, ‘‘Bak asla buraya gelme, fena olur!’’ diyor.
Ciddi olduğunu da biliyorum.
Bunu tüm hücrelerimde hissediyorum.
Diğer insanlar alışveriş etmeye biz ise birbirimizden nefret etmeye devam ediyorduk.
Aksi olsaydı...
Çünkü o kadar güçlüydü ki, birbirimize duyduğumuz şiddet, nefret, iğrenme duygusu; inanın aksi olsaydı, yani itmek yerine birbirimizi o ölçüde çekseydik her şeyi bırakır o adamla, ilk uçağa atlar, dünyanın bir ucuna kaçardım.
Ya da boynuna atlar onu öpmeye başlardım.
Ama o anda, dilim varmıyor yazmaya, ama onu yok etmek istiyordum.
Ya da şarapları bir an önce alıp yok olmak...
* * *
Bu yazıyı okuduğunuza göre, onu öldürmemiş olduğumu biliyorsunuz.
İkinci seçeneği değerlendirdim.
Fakat şarapları çarçabuk seçip, başka bir satış elemanına parayı ödedikten sonra, tam çekip gidiyordum ki, vazgeçtim. Sanırım Nietzsche’nin lafı geldi aklıma, beni öldürmeyen şeyin beni daha güçlü kılmasını istedim ve ilk bakışta nefret ettiğim adamın karşısına dikilerek küstahça şöyle dedim:
- Aynı şeyleri hissediyoruz değil mi!
Adam, ‘‘Kesinlikle evet! Rica ederim hemen gidin buradan!’’ dedi.
Hani genelde insanlar, bir daha hiç görüşmeseler de ‘‘Görüşmek üzere’’ diye ayrılırlar ya. Biz de tıslayan iki yılan gibi son kez birbirimize bakıp şöyle dedik: Asla görüşmemek üzere!
* * *
İlk bakışta nefret diye bir şey de var.
Yani sadece aşk değil.
Nefret denilen duygu da aşk kadar önemli yer tutuyor hayatımızda. Biz hep aşkı ön plana çıkarsak da. Boşuna demiyoruz, ‘‘O kadını ilk gördüğümde nefret etmiştim’’ diye. Gerçekten böyle bir duygu hissediyoruz.
Buna hakkımız da var bence.
Hatta ihtiyacımız.
Sizi bilmem, ama aşk beni edilgen kılıyor. Bence aşkın genelinde bir edilgen hal söz konusu, oysa nefret de etken.
Rica ederim beni yanlış anlamayın. ‘‘Kimseyi sevmeyeceğim, nefret edeceğim’’ demiyorum, aksine aşkı seviyorum, ama birilerinden, bir şeylerden nefret ediyor olmaktan da nefret etmiyorum. Birbirinin zıttı olmasına rağmen ikisi de duygu. Üstelik çok güçlü duygular. İkisinde de çeşitli hormonlar salgılanıyor. Nefret etmek, karşımdakini parçalamayı istediğimi hissetmek, hayata yeniden sarılmamı sağlıyor. Birileri kulağıma şöyle fısıldıyor: Sen varsın... Seni öldürmeyen şey seni daha güçlü kılar... Hadi... Hayata devam edebilirsin...
Bunu da hissetmeye ihtiyacı var insanın.
Yani benim.
Paylaş