Aynı kadına tutulmuş 40 yıldır gidiyorsun! Senin anlaman zor Erolcum, dedi...

40 yıldır, sabahları aynı kadının yüzüne bakıyor. Akşamları aynı kadınla yatağa giriyor. Uyuyor, sevişiyor.

40 yıldır tatile gidiyorlar, yemek yiyorlar, 40 yıldır birlikte bir hayatı paylaşıyorlar. Böylesine bir sevgililik halini sürdürebilmek bugün artık marjinalite sayılıyor. En fazla üç yıl sürebilen ilişkilerin ortasında Erol ve Emel’inki korunması gereken bir sit alanı gibi duruyor. Dikkat çekiyor. "Neeeeee! 40 yıl mı?" oluyorsun. "Hadi canım, hiç mi aldatmamış!" oluyorsun. "Bu işte bir yanlış var!" oluyorsun. Ama bir taraftan da "Vay be nasıl başarmışlar?" diye merak ediyorsun...

Neredeyse, 40 yıldır aynı kadınla berabersiniz. Artık marjinal kalıyorsunuz. Kendinizi tuhaf hissettiğiniz olmuyor mu?

- Hem de nasıl. Artık azınlıktayız..../images/100/0x0/55eac08df018fbb8f8946f71

"Herkes ikinci, üçüncü turda, bu işte bir yanlış var" diyor musunuz?

- Bizim gibi birinci turda olan pek kalmadı. Ama bu işte bir yanlışlık yok. Çünkü bu işlerin doğrusu yok. Yaşamda her şey olabilir, insanın başına her şey gelebilir. Evlilik denen şey zor. Hücre hapsi gibi. Bu kadınla 40 yıl aynı evde oturacağım, bu adamla 40 yıl yaşayacağım diyorsun. Sonra fikrini değiştiriyorsun...

Siz değiştirmemeyi nasıl başardınız?

- Bence evlilik, bir şans. Tamam emek veriyorsun ama şanslı olmayabilirsin. Ben şanslıydım.

Siz mi olağanüstüsünüz, karınız mı?

- Hah şimdi geldin meseleye! Haklısın, bu kadar yıl bir evliliği sürdürebilmek için, bir tarafın olağanüstü olması lazım. Emel olağanüstü...

Sizi taşıyor.

- Evet.

İdare ediyor.

- Evet.

Alttan alıyor.

- Evet.

Deli muamelesi yapıyor.

- Evet.

Tüylerinizi parlatıyor, "Sen şöylesin böylesin" diyor, kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor.

- Ona da evet.

Peki sizin kendinizi iyi hissetmeniz için, onun egosunun sizinkinden daha geride mi olması gerekiyor?

- Galiba. O da "Ben" deseydi, çok zor yürürdü ilişkimiz, birinin olağanüstü olması gerekiyor. Bütün evlilikler için geçerli değil midir bu? Biri daha geride kalacak.

Peki bu, o eşlere haksızlık değil mi? Emel Hanım, daha çok sizin hayatınızı mı yaşıyor?

- Yooo hayır, onun da kendi hayatı var. Biz iyiyiz ya. Benim şöyle bir tezim var: Hayatta bazı şeylere derin anlamlar yüklemek manasız. Birlikte olmaktan keyif alıyorsan, sıkılmıyorsan, tamamdır yani. Çok basit bir şey belki sıkılmamak ama iki insanın birlikte olması için çok önemli bir şey. Ben karımla sıkılmıyorum. Onun kendi dünyası var, benim kendi dünyam var. Birlikte ortak bir dünyamız da var. Daha ne isterim? Çocuklarımız da var. Ve torun geldi. Yeni bir Erol geldi. Dede oldum, dede!

Bazı erkekler kendine dede denmesin diye, torun sahibi olduğunun bile bilinmesini istemez.

- A yok. Ben bayılıyorum. Böyle bir kompleksim yok, çünkü kendimi gerçekten iyi ve genç hissediyorum. Bir sürü torunum olmasının hiçbir mahzuru yok.

Pek çok çift hayata birlikte başlıyor ama sonra genellikle adam, farklı bir yere büyüyor. Siz bunu yapmamayı nasıl becerdiniz?

- Bilmiyorum bu sorunun cevabını. Üniversitede sınıf arkadaşımdı Emel. Tam da söylediğin gibi, birlikte büyüdük, yokluk içinde öğrenci bütçeleriyle yaşadık. Ben ünlü bir ses sanatçısı olmayı hayal ediyordum. O da bana hep destek verdi, her şeyi birlikte inşa ettik. Bu şekilde de gidiyor. Hayatta insanın başına her türlü felaket gelebilir, ama bizim gelmedi.

Fazla kurcalamadığınız için olabilir mi?

- Olabilir. Tıpta biliyorsunuz tetkikin sonu yok. Çok kurcalarsan bozabilirsin. Çalışan saate dokunmayacaksın.

Siz hiç kavga etmez misiniz?

- Etmez olur muyuz? Hiç kavga etmemek, bana çok hastalıklı geliyor. İletişim olmadığını gösteriyor. Kavgasız, tartışmasız bir ilişki olmaz. Hatta kavga, ilişkiyi besler. Ama tabii bir taraf, diğerini alttan almalı. Hepimiz biliriz bu formülü, İsmet Paşa’nın formülü. Ne diyor: "Birimizin sesi yüksek çıkarsa, diğeri alttan alır." Metin Toker bana bizzat tanık olduğu bir olay anlatmıştı. Ailecek sofrada yemek yiyorlar. Mevhibe Hanım, İsmet Paşa’ya gayet kırgın, sitemkár ve çok mesafeli. İsmet Paşa, şakalar yapıyor, alttan alıyor ama Mevhibe Hanım hiç oralı değil. Sofra kalktıktan sonra hep bir el bezik oynarlarmış. İsmet Paşa, "Mevhibe Hanım, bir el bezik oynayalım mı?" diyor. O da şöyle cevap veriyor: "Bugün grup toplantısından çıkarken, merdivenden inerken elinizi kimin omzuna koydunuzsa, onunla bezik oynayın..." Çok kıskançmış Mevhibe Hanım, meğer o toplantıda hoş bir hanım varmış, görevli bir hanım, 70 yaşındaki paşa da merdivenlerden inerken, düşmemek için elini bu genç hanımın omzuna koymuş.

Sizin ilişkinizde kıskançlık var mı?

- Gençlik yıllarında vardı. Şimdi yok. Emel, sahne yıllarımda kıskanırdı. Gençlikteki o tutkulu aşk, sonra kendini derin bir sevmeye bırakıyor. Daha az konuşarak anlaşıyorsunuz, bazen de hiç konuşmadan.

Peki kavgalardan sonra kırılmadan devam ettirmeyi nasıl başarıyorsunuz?

- Ben kimseyle küs kalamam. En fazla yarım saat. Koç burcuyum ben. Parlarım ama sonra hemen geçer. Emel, daha uzun sürede toparlanıyor. Ben gidip gönlünü alıyorum. Küs kalmak, ağır bir yük. En çok da insanın kendine. Çocuklar gibi olmalı, 5 dakikada unutmalı.

Emel Hanım hem akıl hocası, hem menajer, hem yardımcı, hem sevgili, hem de eş mi?

- Evet onun desteği çok fazla. Ama kulise gelmez. Kuliste karımı istemem. Partnerim kıskanır eşimi. Kulis ayrı bir dünya. Sanatçı eşleri, "Biz" diye konuşurlar. Hani sekreterler de patronlarıyla öyle bütünleşirler, "Biz çıkmayız sahneye, inmeyiz sahneden, şu parayı isteriz, şu toplantımız var." Çok fena bence bu. Ben böyle şeyler sevmem. Zaten son yıllarda Emel’in dediklerini de yapmıyorum, fazla koruyucu, hiç risk almıyor. Ben risk almazsam, işimi ilerletemem ki. Mesela "Hisseli Harikalar’da oynama" dedi, "Sen zaten onu yapmışsın bitirmişsin, ne işin var?" Ben tabii dinlemedim onu.

Siz, ilişkinizi sürekli birlikte bir şeyler yaparak mı devam ettirdiniz yoksa birbirinize nefes alanları tanıyarak mı?

- Teneffüs alanları tanıyarak tabii...

Zaman zaman kaybolup gider misiniz?

- Evet. Evin içinde bile. Odama çekilirim ve hiç konuşmam. Öyle günler olur. O bilir anlar ve karışmaz. Beni kendi halime bırakır.

Hanginiz daha sosyalsiniz peki?

- Ben. Ama işimin de bir parçası bu. Emel bazen benimle gelmek istemez, gelmez de. Çok çok sosyal bir karım olmasını ister miydim? Yok. Biz dengeliyoruz birbirimizi. Şehir dışında oturmayı tercih etmeyen bir sürü insan var. İlla da Papermoon’da yemek yiyecek, vitrin bakacak... Allah’tan ikimizin öyle takıntıları yok. Benim arkadaşlarım böyle evler yapıyorlar ama eşlerini getiremiyorlar.

Nasıl bir babasınız?

- Oğlum Murat bir dergiye şöyle anlatmıştı. "Ben küçükken Erol Evgin’i çok severdim, hayran hayran televizyondan izlerdim. Bir akşam bize eve geldi, meğer o benim babammış!" Olmayan bir babaydım. Çünkü yılda 300’den fazla konser veriyordum, her gece çalışıyordum. Ben ancak gündüzleri evde olduğum saatlerde çocuklarla bir arada oluyordum. Yaşamımı psikologlara, pedagoglara teslim etmekten yana biri değilim ama onlardan sihirli cümleler aldığım oldu.

Kalan var mı aklınızda?

- Var. Murat küçükken bir takım testler yaptılar ve "Baba oğul ilişkiniz kopuk" dediler. Şaşırdım tabii. "Her an evde değilim ama ilgili bir babayım" dedim, "Özel zaman ayırıyor musunuz?" dediler. "Evdeyken oynuyoruz birlikte" dedim. "Hayır yalnız siz ikiniz" dediler, "Baba- oğul. Balık tutuyor musunuz? Maça gidiyor musunuz? Yalnız onunla. Başka kimse olmayacak." "Yok, hayır" dedim. "Böyle zamanlar yaratın" dediler. Hakikaten, özel zamanlar yaratınca, ilişkimiz çok daha derinleşti.

Bu evlilikte esas çabayı kim harcadı?

- Ana sponsor eşim, ben destekleyici sponsor.

Hoş, çekici, eğlencelisiniz. Müthiş bir sesiniz var ve farklı bir karizmanız. Kadınlar mutlaka ilgilenmiştir sizinle. Nasıl becerdiniz onların ilgisinden tüymeyi?

- Bu adamdan hayır gelmez bize demişlerdir.

Bir başka kadınla birlikte olsam da, yine aynı şey olacak diye düşünenlerden misiniz?

- Öyle de düşünmüyorum. İyi bir aileyiz biz. Huzurluyuz. Sadece bunu biliyorum.

Peki bunca yıllık huzuru nasıl açıklıyorsunuz?

- Çünkü ben huzurluyum. Emel de öyle biri. Genetik de olabilir. Annem ve babam çok pozitif insanlardı. Babam, beni kucağına alır, "Aman avcııı vurma beniii" diye şarkılar söylerdi. Ben çok severim o şarkıyı ve çok duygulanırım çünkü babamı hatırlarım. Müthiş bir kahkahası vardı. Onun kahkahasını duyunca, içim huzur dolardı, "Oh her şey yolunda" derdim. Annem de çok pozitiftir. 90 küsur yaşında ve hálá hayatta. Hiç toz kondurmaz bize. Ben derim ki mesela, "Ben 5-6 yaşlarında altıma kaçırdığımı hatırlıyorum." "Olur mu öyle şey?" der, "1 yaşında söyledin sen çişini!" Ya da lise çağlarında "Anne, çalışamadım sınavım kötü geçecek" derdim, "Gör bak, o sınav sular seller gibi geçecek, sorular hep bildiğin kısımlardan gelecek" derdi. Annem de babam da son derece pozitifti. Bu çok önemli. Sonradan benim de huzurlu ve renkli bir aileye sahip olmamda bunun çok etkisi olduğunu düşünüyorum.

Belki de korktuğunuz için, sahip olduğunuz bir konfordan ayrılmayı göze alamadığınız için hiç ayrılmadınız eşinizden? Olabilir mi? Ne dersiniz?

- Yok hayır. İnsan, her zaman istediği konforu yaratır. Gerçekten başka bir kadınla birlikte olmak geçmedi aklımdan. Ama bakarsın bundan sonra geçer... Daha genciz... Belli mi olur?
Yazarın Tüm Yazıları