Paylaş
* Yeni bir romanla karşımızdasın. Fantastik bir aşk hikâyesi... ‘Osmanlı’nın en meşhur rock yıldızı Atilla’nın romanını yazmak nereden aklına geldi?
- Bulgar bir sevgilim var. Son iki yıldır zamanımın yarısı Sofya’da geçti. Vitoşa Dağı’na boş boş bakıp, düşündüm. Yıllar önce düşünüp unuttuğum şeyler geri geldi. Biri de Atilla’ydı. Bir de baktım, deri ceketiyle karşımda. Eski bir arkadaşa rastlamış gibi oldum…
* Tam olarak ne anlatmak istedin? Amacın neydi?
Öncelikle, ilk kez, “Romantik bir şey yazmak istiyorum” diye oturdum masaya. Gençken, genellikle kendi kuşağımın dertlerini, varoluş acılarını falan yazmaya çalışmıştım. Onlara da ‘aşk romanı’ diyenler çıktı. Ben de itiraz etmedim. Ama bu sefer, kasten bir aşk romanı yazdım.
* Bir taraftan da farklı bir örgü var kitapta. Tarık Günersel’in XX. yüzyılın sonunda, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde, kimsenin hatırlayamadığı Selanikli Paşası… Tuna Kiremitçi için kim?
- Bu romanın benim için ikinci önemi, cumhuriyete bir ağıt olması. Bizler, Atatürk Cumhuriyeti’ne yararlı olalım diye büyütüldük. Ama yararlı olabilecek hale gelene kadar her şey yıkıldı ve yeni bir cumhuriyet kuruldu. Bunu kuranların da bize değil, kendi yetiştirdikleri insanlara ihtiyacı vardı. Hatta, bizim ortalarda dolaşmamızdan hoşlanmıyorlardı. Selanik mektuplarını yazan paşa, bu gerçeği yaşayan herkesi temsil ediyor.
* Mustafa Kemal’i, neden kimsenin hatırlayamadığı Selanikli Paşa olarak sundun. Arkasındaki fikir neydi?
- Artık Atatürk Cumhuriyeti’nde yaşamıyoruz. Adına ister, ‘Yeni Türkiye’ diyelim, ister başka isim takalım, şimdi başka bir konseptin içinde olduğumuz muhakkak…
* Türkiye tarihini baştan ve bambaşka bir şekilde kurgularken amacın, Atatürk’ün tamamen unutulduğu bir geleceği göstermek miydi?
- Romanın derdi bence “Atatürk yaşamasaydı ne olurdu?” değil. Bu romanın illa bir sorusu olacaksa “Atatürk yaşadı da ne oldu?” olabilir belki. Yani o kadar mücadele, devrim, ilerleme çabası sonunda hangi noktaya geldik? Mirasın kıymetini bildik mi?
* Bazı yerlerde kokain kullanarak yazdığını düşündüm :-) İnanılmaz bir yaratıcılık… Ve “Yok artık daha neler! Bu da şimdi nereden geldi aklına” dedirtiyor insana. Hiç uyuşturucu kullandın mı?
- Hayır. Sigaraya zaafım beni böyle şeylerden kurtardı. Hep “Ulan sen daha sigaradan vazgeçemiyorsun, bir de bu haltlara bulaşırsan babayı yersin!” demişimdir kendime. Tabii kokain hakkında bilgilendim. Temel mesele özgüven. Kokain tipi uyarıcılar, insandaki özgüven zaafına sesleniyor. Kimseyi yargılamak haddime düşmez ama benim tarzım değil.
* Roman, adı olmayan bir adada geçiyor? Ada giderek ‘Lost’ gibi metafizik özellikler taşımaya başlıyor, kaybolmaya hazırlanmak gibi. Bu bir simge mi?
- Biliyorsun, adalar yazarların işine gelir. Thomas More’dan beri. Çünkü orada, bir mikrokozmos kurarsın. Karakterleri dünyadan yalıtıp takılırsın. Ama ne yalan söyleyeyim, metafiziğe pek de bayılmam. Belki kuantum etkisi diyebiliriz. Başlangıç koşullarını değiştirip reaksiyonları izleyerek bir çeşit paralel evren yaratmaya çalıştım. Ada da bunun somutlaşmış biçimi. Ama her ada gibi evrenin geri kalanından soyutlanmış olduğundan, meseleye dışarıdan bakma şansı da veriyor.
* Yedi yaşındaki Mete’yi anlatırken aynı yaşlardaki oğlun Can’dan biriktirdiğin izlenimlerden mi yararlandın? Çocuğunun olması romanda bir çocuğu anlatmayı kolaylaştırıyor mu?
- Aslında Mete’yi çok fazla tasvir etmemişim. Çehresi detaylı değil. Niye böyle yaptım bilmiyorum. Reklamdaki minik Darth Vader gibi olsun istedim herhalde. Yüzü görünmediği için herkes onun yerine istediği bir çocuğu koyarak okuyabilir. Daha çok ebeveyn olmak duygusunu anlatmamı sağladı.
* Atilla neden mağarada yaşıyor? Sadece roman kurgusunun getirdiği bir şey mi yoksa daha derin bir gönderme mi? Ergüder Yoldaş’tan etkilenmiş olabilir misin?
- Gençliğimde Ergüder Yoldaş’ın hikâyesinden etkilenmiştim. Böyle yetenekli ve döneminde başarılı bir insanı, adadaki mağaraya kadar sürükleyen olaylar zincirinin ne olabileceğini merak ederdim. Bu da zamanla kafama göre bir hikâye uydurmama yol açtı. Yazarken de gerçek hikâye hakkında hiçbir şey öğrenmemeye karar verdim, muhayyilem etkilenmesin diye.
* Bu, gerçekten de, rock makamında bir roman mı?
- Ne zaman bir şey yazmaya başlasam, “Bunun soundtrack’ı ne olurdu?” diye düşünmeye başlıyorum. Mesela ‘Dualar Kalıcıdır’da Fikret Kızılok vardı. ‘Yolda Üç Kişi’yi Manu Chao dinleyerek yazmıştım. Bu sefer molalarda Queensryche’ın ‘Operation Mindcrime’ albümünü dinledim. Sek bir roman olsun istiyordum.
* Peki kendine ‘Yaşayan son romantik’ diyen ölümü baş karakterlerden biri yaparken amacın neydi? ‘Şu fani dünyada sevelim, sevilelim’ mesajı vermek mi?
- Ölüm, Şekspiryen bir karakter ve romana girer girmez her şeyi kendi algı boyuna transfer etmeye başlıyor. Bunu o kadar abartıyor ki, bir yerden sonra olayları onun kafasıyla görmeye başlıyoruz. Kendisine göre bir mantık kurmuş, insanoğlunu yeterince romantik olmamakla suçluyor. Derdini anlatamadığı zaman da küsüyor, güceniyor. Haklı tabii…
* Herkesin önünde özür diliyor kahramanın. Sen de yapabilir misin? Komplekslerinden ne kadar arınabilmiş durumdasın?
- Aslında Atilla’nın derdi o kadar acil ki, özür dilemeye bile zamanı yok. Ama başına gelenlerden sonra erkekliğin aslında ne demek olduğunu keşfettiğini düşünüyorum. Burada kilit kavram ‘tamamlayıcılık’ bence. Kadınımızı, tamamladığımız sürece sahiden erkeğiz.
* Kadına şiddet de var romanda… Şiddetli bir şekilde, kadına karşı şiddete karşı çıkıyorsun…
- Kadınlara ve çocuklara yönelmiş şiddet beni hasta eder. Bunu yapan kişilere fiziksel zarar verebilirim.
* Romanda sorulan bu soruyu ben de sana sorayım. İnsan tarihten nasıl silinir?
- Çok basit. Sistem el değiştirir, yeni muktedirler gelir ve istediklerini hatırlayıp istemediklerini unuturlar. Sadece kendileri unutsa yine iyi, çaktırmadan bize de unuttururlar. Farklı yöntemler vardır. Mesela Tanpınar’ın dediği gibi, birini ‘sükut suikastı’yla unutturabilirsin. Yani ondan hiç bahsetmeyerek. Ya da tam tersi, ‘gürültü suikastı’ yapar ve hakkında durmadan abuk sabuk konuşarak banalleştirirsin. Bunlar yüzyılların testinden geçmiş garantili yöntemler. İktidarlar tarafından sık sık kullanılırlar.
* “İlk kez birine bir şey vermek istiyorum” diye bir cümle yakaladım kitapta, aşkı ifade etmek üzere. İnsanın bencilliğinden vazgeçebilmesi aşkın tanımlarından biri mi sence de?
- Birini sevmek, dünyaya ve kendimize onun gözleriyle bakmayı başarmak bence. Bunu yaptıktan sonra egoist olamazsın. Romantizm her zaman egoizmin panzehiri.
* Sen peki bencil bir adam mısın?
- İnşallah değilimdir. Ama bu konuda her daim tetikte olmak lazım. Su uyur, ego uyumaz, malum.
* Bir taraftan tarih, casusluk, teşkilat-ı mahsusa. Bir taraftan güncelliğin dik âlâsı… Uyuşturucu, kokain, üçlü seks, pop şarkıcısı. Tüm bunlarla bize anlatmak istediği özel bir mesaj mı var?
- Hepimiz küresel sermayenin peşinden koşmaya zorlanıyoruz . Bu da canımıza okuyor! Romantizmi öldürüyor bir kere. Milleti egoistleştiriyor. Romantizm ölünce meydan egoizme kalır. Egoistleşen insanlar içlerinde oluşan boşluğu ya saçma sapan aşırılıklarla ya da dinin en bağnaz yorumlarıyla dolduruyor. ‘Selanik’te Sonbahar’ işte böyle sert bir dünyada geçiyor ve romantizm kırıntıları bulmaya çalışıyor.
* Hitler’in İstanbul saldırısı. Bu nedir? Kurgu mu, tarih mi?
- Bir nevi kuantum etkisi. Romandaki uzmanlar Führer’in İstanbul’u bombalamaya cesaret edemeyeceğini düşünüyorlar ama paşa bu işlerden anladığı için endişeli. Ne de olsa İstanbul o sıralar Amerikan himayesinde.
* Amerikan mandası da var romanda… Bu mesele Türkiye’de de en çok tartışılan konulardan biri. Hatta çıkıp, “Keşke Amerikan mandasına girseydik o zaman şimdi çok daha iyi durumda olurduk” diyenler bile oldu. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
- Başka bir ulusun uydusu olmamız mümkündü tabii. Belki de Serdar Erener’in kendisini daha iyi hissedeceği bir ülke olurduk! Ulusal bilincimiz olmayacağı için sisteme daha rahat entegre olur ve vahşi kapitalizmi dibine kadar yaşardık. Ama millet olmak böyle bir şey değil. Milletler, kimliklerini kazandıkları ölçüde evrenselleşip, hürmet görürler. Ulus olmaya çalışırken yaşadığımız acıları hatırlatanlara da, eğer bunu hiç yapmasaydık yaşayacağımız acıları hayal etmelerini tavsiye ederim. Burada mesele değerler piramidinin en üst basamağına parayı mı yoksa başka bir şeyi mi koyduğun. Türk ulusu tercihinin ne olduğunu zaten Kurtuluş Savaşı’yla göstermiş.
* Öyleyse senin “ulusalcı” olduğunu söyleyebilir miyiz?
- ‘Ulusal sol’ desek daha doğru. Zaten Batı’daki, bütün aklı başında aydınlara bak, hepsi bir noktada ulusalcıdır. En solcusu da, dincisi de öyledir. Merkeze kendi ulusal kimliklerini koyar, evrenselliğe buradan yürürler. Solcu mu sağcı mı yoksa futbolcu mu olacağımız ondan sonraki iş. Atatürk Cumhuriyeti’nin bilinci de bu zaten.
* Hemen sorayım, yeni bir müzik grubu ya albüm olacak mı?
- Sanmıyorum. Benim müzik yapmama artık gerek kalmadı. Hayal ettiğim müziklerin çok daha iyisini yapan gerçek müzisyenler var bugün.
* Hızlı ilişkiler dönemin bitti mi, huzura erdin mi?
- İçimdeki rock yıldızı olamadığına üzülen veledi eğittim diyelim. Şaka bir yana, hiçbir konuda ‘hızlı’ olmadım hayatımda. Hatta tam aksine, yavaşlığımla meşhurum. Asıl çekilmez tarafım da bu.
* Kitabı sevgiline atfetmen sevgilinin hoşuna gitti mi?
- Gitti galiba. Yani en azından kendisi öyle diyor.
* Bu kadında farklı olan ne var? İki edebiyatçının aşkı başka mı oluyor?
- Kitabı, üç nedenle Ludmila’ya ithaf ettim. Birincisi, konuyu anlattığımda, o sıralar Türkiye tarihi hakkında detay bilmemesine rağmen romancı olarak ilginç buldu ve yazmam için cesaretlendirdi. İkincisi, o kadar disiplinli ve kendisini mesleğine adamış biri ki, yanında komplekse kapılmamak için gelişme ihtiyacı hissediyorum. Üçüncüsü de müsaadenle bana kalsın.…
Paylaş