Paylaş
Zeki, samimi, hınzır, eğlenceli ve iyi anne. Bir sürü şeyin üstesinden tek başına geliyor, zorlanıyor, bunu da itiraf etmekten çekinmiyor, ‘süper kadın’ numaraları çekmiyor. Ve tabii biliyorsunuz, çok iyi oyuncu… Yakında bir Serdar Akar dizisiyle bizi ekranlara kitleyecek, kadın dedektif olacak. İki kadın bir araya gelince, neler konuşursa, onları konuştuk. Mehmet Turgut da fotoğraflarımızı çekti…
Suda doğum hikâyesi nerden çıktı? Orijinallik olsun diye mi tercih ettin, yoksa hep istediğin bir şey miydi?
- Hamile kaldığımda denemediğim şey kalmadı. Pilates yaptım, nefes egzersizlerine gittim, tonla kitap okudum, belgesel izledim…
Çalışkan hamileydin yani…
- Hem de nasıl. Ben de kendimden bu performansı beklemiyordum! Sonra da suda doğuma kafayı taktım. Ama ne yazık ki Ukrayna’da, Rusya ve Almanya’da yaygın.
AYŞE ARMAN-NURGÜL YEŞİLÇAY / FOTO-GALERİ
48 SAATLİK DOĞUM
E peki ne yaptın?
- İnatçıyım ya, olabildiği kadarıyla hastanede bir sistem kurduk. Benim doğumum komik oldu, 48 saat sürdü. Bir Amerikalı ebe, benim kendi doktorum, hastanenin doktoru, suda doğumu incelemek üzere 10 hemşire. Ablamlar, onlar, bunlar, şunlar…
Havuz?
- Hastanenin bir odasında. Çocukların oyun havuzu gibi bir şey. Havuzun ısısını devamlı ayarlamak zorundasın. Giriyorsun, çıkıyorsun, giriyorsun çıkıyorsun…
Sancılar başlamış mıydı?
- Off hem de nasıl. Havuzun içindeyim ve devamlı küfrediyorum. Amerikalı ebe dünya tatlısı. Sürekli, “Pozitif oluyoruz! Saate bakmıyoruz, pozitif düşünüyoruz!” filan diyor. Ben asla pozitif düşünemiyorum. Durmadan bağırıyorum, herkese bağırıyorum, kadına da bağırıyorum. Milleti odadan kovuyorum. Manasız bir paranoyaya kapıldım, sanıyorum ki, ya suni sancı dayayacaklar ya da sezaryene alacaklar. Oysa, yok öyle bir şey. Epidurali de reddettim,
“Normal yapacağım” diye tutturdum.
Sonuçta, suda mı doğurdun?
- Hayır. Arada sudan çıkıyorsun ya, çıktığım sırada “Tamam geliyor!” dedi doktorlar ve Osman Nejat zart diye çıktı. 48 saat suyun içinde debelen dur, 10 saniyede dışarıda doğsun!
Epidural filan da yok!
- Yok. En doğalından. Tarladaki kadınlar gibi doğurdum.
DAHA DİŞİ OLDUM
Annelik seni ne kadar değiştirdi?
- Çoook. O eski keskin hallerin kalmıyor. Bir çocuğun dişlerinin çıkması, yetişmesi, adam olması meğer ne zormuş. Haliyle insanlara daha farklı bakıyorsun. Karşındakini küt diye yargılamak yerine, “Bu acaba nasıl büyümüştür?” diye düşünüyorsun.
Daha mı duyarlı oldun yani…
- Hem nasıl. Ota b.ka ağlıyorum. Bir de ölüm korkusu geldi. “Ben ölürsem bu çocuğa kim bakacak?” diye düşünmeye başladım. Eskiden yamaç paraşütü yapardım. Şimdi beynime silah dayasalar hayır! “Maceraya gerek yok, evde mavi battaniyenle takıl” diyorum.
Şu anda kendini daha mı dişi hissediyorsun?
- Evet ama bu bence yaşla alakalı. Bir de erkek çocuğu annesi olduğunda her gün iltifat duyuyorsun. “Anne, seni çok seviyorum! Anne, en güzel sensin!” Tabii gaza da geliyorsun…
Oğlun en çok neyine hayranlık duyuyor?
- Her şeyime! Birini görür, “Sen daha güzelsin!” der. Gözle ilgili bir yazı okur, “Anne, senin gözlerin daha güzel.” Kulağımın bile en güzel kulak olduğunu iddia ediyor düşün. Böyle bir adam bulsam of yani!
Anne-oğul ne kadar yakınsınız?
- Çoook. Her şeyimizi konuşuruz. Birlikte seyahatlere gideriz. İngiltere’ye mi gidiyoruz, 1000 pound’umuz mu var? Birlikte plan yapıyoruz. Diyorum ki, “Bunu yaparsak ya da şurada yemek yersek o oyuncağı alamazsın. Başka para yok!” “Tamam” diyor. Ucuz yerlerde yemek yiyoruz. O zaman istediği oyuncağı alabiliyoruz. Sekiz buçuk yaşında ama para ortak ve biz birlikte takılıyoruz.
ALDATMAK KÖTÜDÜR
Normalde kadınlar anne olunca, ‘durulur’ ya. Sense, şahane Nurgül imajını, özünü hiç kaybetmedin. Yine aynı kadınsın. Ve herkese, kendini oğlunla da kabul ettirdin. Bunu nasıl başardın?
- İnsan, kendi kendini gaza getiriyor aslında, “Ben şimdi anne oldum, böyle yapmamam lazım. Şu yaşa geldim böyle davranmam lazım!” Bense kendimi bir kalıba sokmuyorum.
Sevgilini de gizleme gereği hissetmedin. Gizleme gereği hissetmeyince de herkes kabullendi…
- Ben kötü bir şey yapmadım ki. Aldatmak kötüdür. Ben kimseyi aldatmadım. Ben bekârım, karşımdaki de bekâr, birlikte bir ilişki yaşıyoruz, kimseye bir zararımız yok. Eeee? Bizler, hep “Elâlem ne der” diye büyütülüyoruz. Hakikaten bu elâlem zıkkımıyla geçiyor ömrümüz. Geçen gün, “Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş!” şarkısını dinliyordum, “Eşime dostuma beni güldürdün!” diyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle şey olamaz. Bana ne ya, gülerlerse gülsünler!
Hem sevgilisin hem annesin hem şöhretli bir oyuncusun, aynı zamanda Nurgül Yeşilçay markasını yönetiyorsun. Hepsi bir arada nasıl oluyor?
- Çok zor oluyor. Şimdi burada, “Her şeyi beceriyorum, her şeyin üstesinden geliyorum” palavraları sıkamayacağım. Bazen “Yeteeeeer!” diyorum.
En çok nelerde zorlanıyorsun?
- Her şeyi benim halletmem gerekiyor. Bazen istiyorum ki, annem babam olsa da “Yapma! Seni evlatlıktan reddederim!” dese. Ben de bir kendime gelsem. Ya da anne terliği yesem. Ama hayatta değiller...
Akıl veren biri de mi yok?
- Yok.
ERKEN KAYBETTİM
İnsanın hem annesini hem babasını kaybetmesi nasıl bir şey?
- Fena. Baba da çok koyuyor ama esas olan anne. Anne, bence evin direği, her şeyi çözen, her şeye yetişen. Üniversitedeyken anneni ararsın, “Anne param yok!” dersin. Onun mutlaka bir yerde gizlediği bir para vardır ya da bir yerlerden bulup buluşturur, gönderir. Baba daha nettir, “Tamam yollarım” der ya da “Yok kızım.” Anne kadar halden anlamaz. Anne kafası, baba kafası farklı işte. Annenle hiç anlamadığı şeyleri konuşabilirsin: “Anne, bugün oyunculuk sınavına girdim, şöyle geçti, böyle geçti.” Kadın ne anlar oyunculuk sınavından ama dinler. Babanla şöyle olur: “Baba bugün sınava girdim!” “İyi. Geçecek misin bari?” “Evet baba!”
Anneni kaybettiğinde kaç yaşındaydın?
- 20. O da 53 yaşındaydı. Kalp krizinden gitti. Sonra da babam vefat etti...
FAZIL SAY BİZE DE ÇEMKİRİR Mİ
Üniversitede okurken İkinci Bahar, ardından Asmalı Konak… Sen çok erken yaşta şöhret oldun. Bu, insanda bir hasar yaratıyor mu?
- E tabii bir afallıyorsun. Asmalı Konak yıllarında sete 50 otobüs insan geliyordu. “Nurgül! Özcan!” diye çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Sonunda, “Ben kafayı yiyeceğim galiba” dedim. Terapiste gittim. “E ne var ki bunda, meşhurluk böyle bir şey” dedi, beni anlamadı. Allah’tan çıkış noktamız iyiydi. Türkân Şoray- Şener Şen gibi bir ekiple çalıştığın zaman, şımarmaya haddinin olmadığını da anlıyorsun.
Bir de hep anlatılan bir ‘bornoz’ efsanen var. Eskişehir’de konservatuvardayken…
- Tamamen gençlik işte! O yüzden gençleri öldürmesinler ya! 21 yaşındaydım, o aralar da Fazıl Say herkese çemkiriyordu. Gerçi hâlâ öyle ama... Biz de o dönem sevgilimle, “Konserine bornozla gitsek, bize de çemkirir mi acaba?” dedik. Bunu nasıl istiyoruz anlatamam. Tek derdimiz, Fazıl Say bizi görsün ve bağırsın. Giydik bornozları gittik. Ay herkes, o kadar normal karşıladı ki mosmor olduk! Kimse şaşırmadı. Sanki herkes konsere bornozla gelirmiş gibi. Amacımız, çıkıntılık yapmaktı, beceremedik. Ama bu hikâye, bir efsane olarak kaldı.
Bir sonraki rolüm kadın dedektif
Serdar Akar’la yeni bir dizi yapacaksınız, ne hissediyorsun?
- Çok heyecanlıyım. ‘The Killing’in Türk versiyonunu yapacağız. Kadın dedektif. Çok merak ettirici bir senaryo. Yönetmen de şahane, ekip de iyi. Daha ne olsun?
STRATEJİ SÖKMÜYOR BENDE
Kafan, paraya basar mı?
- Öyle bir intiba mı bıraktım? Sıfır! Hatta, bassın diye iktisat yüksek lisansı yapayım dedim. Ama yine bir halt olmadı.
Yatırım yapıyorsun ama…
- Evet. Kendi çapımda emlak yatırımı yapmaya çalışıyorum.
Senin elinde para olması tehlikeli mi?
- Ben seyahate bayılıyorum. Beni bıraksan, gezerim, tozarım yerim, içerim. Oğlan da benim kafamda. Eskiden çok yedim içtim. Şimdi güya daha dikkatliyim!
Baba da yardım ediyor ama…
- Yani… Yani…
Çok güzelleştin, eskisine göre daha seksisin. Sen de öyle düşünüyor musun?
- Çok teşekkür ederim. Yaş ilerledikçe bu kadınlık neyin nesidir daha iyi anlıyorsun. Eskiden kendime itiraf edemediğim şeyleri de edebiliyorum artık. Daha dürüstüm. En son kendime leopar desenli ayakkabı aldım mesela, çok da mutluyum…
Rüküş olup olmamak umurunda yani…
- Artık hiç dikkat etmiyorum. Evet var mı, leopar seviyorum.
Senin konumunda olunca, insanın bakkala giderken bile kendine dikkat etmesi mi gerekiyor?
- Galiba öyle olması gerekiyor ama ben onu da yapamıyorum. Çünkü Bebek’in göbeğinde oturuyorum, dışarı çıkar çıkmaz magazin hemen çekiveriyor. İnşallah, taşınacağız yakında!
Gerçekten hep bakımlı olmak gerekiyor mu?
- Bir keresinde Ali Saydam’la konuşmuştum, “Senin, evde bile pijamayla oturmaya hakkın yok!” demişti. Onunla görüşmeye eşofmanla gittiğim için de beni azarlamıştı. Kimse beni azarlamadığı için hoşuma gitti! Meral Okay da arada azarlardı. Oh kendimi çok iyi hissederdim! Boşandığım zaman mesela, “Gel, sana strateji yapacağız” dedi. Buluştuk. Anlattı, anlattı, ben hepsini büyük bir ciddiyetle dinledim. Ama hiçbirini uygulamadım. Sonra aradı, “Ya taşa
bile anlatsam anlardı söylediklerimi. Nesini anlamadın!” dedi. Ben herkesi dinlemeyi seviyorum da sonra kafama göre takılıyorum.
Ne zaman deliriyorsun?
- Aslında güçlüyüm, geçmişe de bakmam, hep ileriye bakarım ama işte arada, “Teker teker gelin kardeşim!” dediğim oluyor. Bu aralar o haldeyim. Her şeyi birden idare etmeye çalışmak şizofren bir durum. Çok üzgün olsam bile eve geldiğimde Nejat’a çaktırmamam gerekiyor. Hisleri güçlü bir çocuk, çok gerçekçi oynamam gerekiyor. Eve girmeden, kendimi gaza getirmek zorundayım, lego oynamak zorundayım, kılıç oynamak zorundayım. Devamlı kendimi dolduruyorum. Yorucu…
ESKİ KOCAM HAKKINDA OLUMSUZ KONUŞMAM, KONUŞTURMAM
Ne kendim olumsuz konuşurum ne de Cem hakkında olumsuz konuşulmasını isterim. Kendini rezil etmedikçe, ben hiçbir şey demem. Tabii ki, “Çocuk nasıl, n’aptı?” diye konuşuyoruz ama pek ilişkimiz yok. Ama Cem, Nejat’ın kahramanı. Nejat, tüm masal kahramanlarının yerine, kendisini ve babasını koyuyor. Benim kahramanım olmasa da ona saygı duyuyorum.
OĞLUMUN TİPİ BABAYA, KARİZMASI BANA BENZİYOR
Osman Nejat’a en çok neyi öğretmeye çalışıyorsun?
- Dürüst olacaksın. Yalan söylemeyeceksin. Kadınlara iyi davranacaksın. Kızlara asla el kalkmaz. Kadınlara duyarlı bir erkek yetiştirmeye çalışıyorum.
Kime benziyor?
- Tipi baba ama benim karizmama sahip!(Gülüyor)
Ne tür kavgalar yapıyorsunuz birlikte?
- Benimle inatlaşıyor. Ama evde benim kurallarım geçerli.
Ödevler filan?
- Oturup onunla ödev yapmıyorum, “Yapacaksın!” diyorum. Yapmak zorunda. Öğretmenlerini ve arkadaşlarını çok seviyor. Ama beden eğitimi dışında başka hiçbir dersi sevmiyor. Her sabah okula gitmemek için türlü taklalar atıyor. Hep aynı terane: “Bacağım ağrıyor, oram ağrıyor, buram ağrıyor, okula bugün gitmesem olur mu?” “Olmaz!” diyorum, “Hadi yürü…”
NE SEVGİLİSİ, SEVGİLİ Mİ KALDI?
Aşk bu yaşta senin için ne?
- Bu yaşta olmaması gereken bir şey! Gençken yapacaksın bitireceksin o işleri. Bu saatten sonra hiç gereği yok.
Niye öyle diyorsun ya, daha 37 yaşındasın…
- Zor ya şu saatten sonra. İlişki zor. Bir düzen kurmuşsun, çocuğun var, işin gücün var, bir sürü şeyi birden yapman gerekiyor. Bir başkası geliyor, “Vay efendim, sen niye bana vakit ayırmıyorsun. Bu neden böyle, neden şöyle?” Gerçekten mutfakta aşçı, yatakta bilmem ne olmanı istiyorlar. Evet, ben de isterim ama eldeki malzeme bu!
Sevgilinin nesi senin için vazgeçilmez?
- Hiçbir şeyi. Sevgili mi kaldı!
Aşk başladığında merdivenleri koşarak çıkıyorsun peki bittiğinde?
- Asansör canım! Asansöre binip, iniyorum. O heyecan bitiyor. Âşık olduğumdaki o kıpır kıpırlık, gece uyuyamama durumum olmuyor. Daha normal ve daha insan halime dönüyorum.
SEVİŞME SAHNELERİNDE HA ADAMI ÖPMÜŞSÜN, HA DUVARI
Ben sevişmedim karakter sevişti...” Bayıldım bu cümleye. Nerden aklına geliyor böyle orijinal cümleler?
- Valla, biri bir şey soruyor. Ben de o an yırtmaya çalışıyorum, işe de yarıyor!
Peki var mı böyle bir şey gerçekten?
- E var. Çünkü çekimlerde öpüşürken, sevişirken, sadece, eylemin oynadığın o karaktere uygun olup olmadığını düşünüyorsun. Bu bir iş, yapacaksın tabii. Aksi, bana kıro geliyor. “Rol arkadaşıyla aşk yaşadı, dizideki aşk, gerçek oldu” filan da salakça. Olan belki vardır da genelde tamamen iş olarak bakıyorsun.
Sette ortalıkta o kadar insan varken sevişme, öpüşme sahnelerine nasıl konsantre oluyorsun?
- Zaten sevişmeye değil, role konsantre oluyorsun. Gerçekten sevgilimle sevişsem, birini oraya sokar mıyım? O an sadece ‘mış gibi’ yapıyorsun ve bitiyor.
Utandığın, rahatsız olduğun peki?
- Hayır, hiç.
Hani, “Çok kalabalık burası, dışarı çıksınlar” filan…
- Öyle yapanlar var. Ama ben doğru bulmuyorum.
Bir sevişme sahnesi defalarca tekrarlanıyor mu?
- Hiçbir sahne 10 kere tekrarlanmamalı. Varyasyonları olabilir. Ama yönetmenlerin şu lafını sevmiyorum: “Çok güzel… Bir daha alıyoruz!” Güzelse, niye alıyorsun? Evet, enerjinin seyirciye geçmesi gerekiyor ama ben onu da bir ya da iki kerede toplayabiliyorum, devamında beceremiyorum.
Peki karşındaki adamla öpüşmeyi istemiyorsan n’apıyorsun?
- Adamla ne alakası var ki! Duvarı da öpebilirsin. Aynı şey! Zaten kameranın kenarına konuşursun, adama konuşmazsın. Ekrandan öyle sanılır. Dolayısıyla her şey ‘mış gibi.’
Peki senin o sahnelerde, hep kusursuz ve zayıf mı olman gerekiyor?
- Ben zaten kamerada zayıf çıkmıyorum. Çok zayıf da değilim. Ama bundan şikâyetçi de değilim. Kadın dediğin biraz ele gelecek. Tamam dönem dönem diyet yaptığım oluyor. Ama bedenimden utanma sıkılma durumlarım yok.
KAZAĞI BOYNUNA BAĞLAYAN VE ÇOK KONUŞAN ERKEKTEN KAÇ
Hayattan ne bekliyorsun?
- Bence yeni dizi güzel olacak. Kalbim pır pır. Bir de bu sene yönetmenliğini yapacağım bir film olacak, onun için de heyecanlıyım. Kendime daha çok zaman ayıracak bir mekânım olsun istiyorum. Atölye gibi bir şey.
Aşk istiyor musun?
- Hayırlısıysa olsun!
Senin durumunda bir kadın olunca, adamlar sürekli yazıp duruyorlar mı?
- Yazanlar var tabii. Bazıları güzel yazıyor, bazıları kötü yazıyor.
Bazı adamlar da meşhur bir kadınla beraber olup haber olmak için ölüyorlar…
- Onlara gerekli yanıtı veririm. Baktım ki çirkin asılıyor. Hemen, “Hiç bu mevzuya girmeyelim, sen kendini yorma!” diyorum. Afallıyor tabii. Ama bazıları çok tatlı geliyor. Onlar da hayatımda olsun, benimle flört etsinler istiyorum.
En tahammül edemediğim adam tipi?
- Pahalı arabaları olan birtakım adamlar var. Allah kahretsin ki zenginler! Birileri onlar için trafiği durdurur, kasım kasım kasılırlar, arabanın kapısı açılır, bir türlü inemezler, valeye anahtarı veremezler, espri yapamazlar, her şeyi ama her şeyi çok ciddiye alırlar. En çok da kendilerini. Onlardan hazzetmiyorum. Kesin bilgi: Bir erkek, boynuna kazak bağlıyorsa, çalar saatin alarmı çalar çalmaz kalkıyorsa kaç! Bir de erkek dediğin çok konuşmayacak! Kadın, ‘dır dır’ eder, adam da “He he” der. Ortalıkta çok konuşan, sürekli kendilerini anlatan adamlar türedi. Bayılasım geliyor onları görünce.
Peki pinti adam…
- Ayy hiç dayanamam! Güzel hoşluklar yapacak. Ama senin sürprizinin de içine etmeyecek. Mesela bir program yapmışsındır, bilmem kaç gündür uğraştığın bir şeydir, adamın da sana sürpriz yapacağı tutar, bir çuval inciri berbat eder. Devamlı evde pijamasıyla oturan adamı da sevmem. Hep aynı parça 40 defa da dinlenmez.
Sen sevgili mi seviyorsun, koca mı?
- Sevgili. Koca galiba becerebildiğim bir durum değil. Ama çocuk istiyorsan evlenmek mantıklı. Çünkü ailenin kenetlenmesi diye bir şey var gerçekten. Çocuğun daha geniş bir ailede büyümesi iyi bir şey.
Paylaş