Bak, sen değiştir kafana göre. Şart da değil, istersen hiç yazma. Biliyorsun, benimki her sene aynı aptallık. Baban da kızıyor, "Resital geliyor, yine evde yemek yok!" diyor.
Haklı, yok. Sürekli provadayız. Ama ben de ancak böyle yaşadığımı hissedebiliyorum Ayşe. Bazen ablan da bana "Sen kendini konservatuar filan mı zannediyorsun Mami? Burası bir hobi okulu" diyor. Herkes bir şeyler söylüyor ama ben resitale kilitlendim. Yine çok uğraştık. İnsanlar görmese bile, haberdar olsunlar istiyorum. Bir iki satır yazar mısın?
Bu sene 23. resitalimizi sahneye koyuyoruz. Temsilerimiz 17 Haziran saat 20.30’da ve 18 Haziran saat 15.30 ve 20.30’da Sabancı Kültür Merkezi’nde, Adana’da. Bu sefer "Don Kişot". Marius Petipa koreografisine dayanarak. Bazı yerlerini değiştirdim ama özü kalıyor. Bu temsil için 3 oyuncu lazımdı, dans etmiyorlar, kendilerini mimikle anlatıyorlar. E peki ben n’aptım? Babalar arasından 3 gönüllü buldum. Şimdi Nazım Boysan "Don Kişot", Selim Özateş "Sanço Pansa" ve Selçuk Yetkinel "Baba"yı canlandırıyor. Öğrenciler kadar heyecanlılar. Zaten bir kaç senedir, "Hoş geldin konuşmalar"ını veli babalar yapıyor. Şöyle dediler: "Senelerce kızlarımızı Bale Merkezi’ne getirip durduk, hep onlar sahneye çıktı. Artık yeter biz de rol istiyoruz!" Şakaydı, şimdi ciddi oldu.
Bu sene de Doç. Dr. Hayri Özbek konuşuyor. Kızı Hazal, 12 seneden beri Bale’ye geliyor ve bu sene "veda dansı"yla ayrılıyor çünkü üniversite imtihanına giriyor. Nazlı Savcı da, durumu da aynı. Nazlı’nın annesi diyor ki, "Ben 23 senedir bu resital heyecanını yaşıyorum!" Bale Merkezi açıldığında, büyük kızı Ganimet, sonra Bahar, sonra da Nazlı 4 yaşında başladılar dans etmeye.
Umarım başarılı bir temsil olur, emeklerimize değer. Tek istediğimiz alkış, çünkü alkış bütün yorgunluğu unutturuyor. Bir istediğim daha var tabii: İnşallah resitalimizi bir yazının hamişine sıkıştırırsın. Yapamazsan da bozulmam. Seni, Alya’yı, Ömer’i de öpüyorum, bye. Mami.
Ayşe’nin pabucu
Her gün pek çok mail alıyorum. Eminim, Hürriyet’te yer alan bütün gazeteciler alıyordur. Beni seven, yaptığım gazeteciliğe ve kişiliğime iltifat eden çok okuyucu var. Ama kafama yumurta, domates, patates sallamakla yetinmeyip, kafa atan ve çok ağır hakaret ve küfür edenler de eksik değil. Bu da normal. Bazen yayınlıyorum onları. İnsanların kafasının nasıl çalıştığını görmemiz, açısından bana faydalı geliyor.
Bugün size bir itirafta bulunmak istiyorum. Ben, bolca beddua da alıyorum. Ve tuhaftır, en en en çok aldığım beddua, mesleki değil. O zaman anlıyorum ki, insanlar bir insana, işi var, para kazanıyor ya da kendince başarılı diye bir yere kadar sinirleniyor. Önemli ama o kadar da değil.
İnsana en çok koyan, nefret edilen kişinin mutlu olması. Özellikle de özel hayatında mutlu olması. Ne bileyim, düzgün bir evliliğinin olması. Hoş bir kocasının olması.
İşte bu, gerçekten sinir.
Çünkü "o kadın", aslında bunları hak etmiyor.
Peki "Allah’ın belası şey", nasıl oluyor da bunlara sahip oluyor?
Hangi hakla? Hangi yetenekle? Hangi özellikle?
Bugün, size bir hizmet sunuyorum.
Bana gelen bedduaları sıralıyorum.
Bir numarada...
"İnşallah sevgilin seni aldatır" mail’leri var.
Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok. Bu kategori okurun en çok istediği şey, sevgilim beni terk etsin, daha genç birine gitsin. İkinci sırayı "İnşallah Hürriyet’ten seni atarlar" bedduası işgal ediyor. Yani işsiz kalmam da amaçlanıyor. Ama bu talep, 1 numara kadar yoğun değil. Önce sevgilisiz, kocasız kalayım.
Liste şöyle:
1- İnşallah, kocan seni genç biriyle aldatır.
2- İnşallah, yuvan yıkılır.
3- İnşallah, Hürriyet’ten atarlar seni, işsiz kalırsın, bu berbat yazıları yazmazsın, biz de senden sonsuza kadar kurtuluruz.
4- Ama son zamanlarda, dikkatimi çekiyor, inşallah bir an evvel yaşlanırsın da listeyi zorluyor.
Çünkü mantık şöyle çalışıyor, "Yaşlanırsa, sevgilisi bunu bırakacak, işini filan da kaybeder nasıl olsa, o zaman bir taşla dolu kuş vurmuş oluruz."
"Yaşlı biri de zaten seks, aşk filan yazmaz, canı istemez." Öyle sanıyorlar yani, oysa ben yaşım ilerledikçe seksi daha da çok seviyorum, dolayısıyla size kötü bir haberim var arkadaşlar, 14 yıl sonra bir 50 olayım, en iyi seks yazılarımı o zaman yazacağım.
Size son gelen taze bir beddua mail’i sunuyorum ve ekliyorum beddua iyi bir şey değildir, Allah korusun, bir gün döner, gelir, sizi vurur...
"İnşallah...
Yakında bir gün genç, bekar, kendine saf süsü veren ama çaktırmadan hırslı ve tabii ki çocuksuz, bedeninin çeşitli organları dar olan bir kadın, senin pabucunu dama atacak Ayşe!
İnşallah...
Ve sanal mutluluğun çökecek.
O zaman, n’apacaksın Ayşe?
O zaman neler yazacaksın? (Yeliz G.)"
HAMİŞ: Terk etmek ve terk edilmek, her zaman yazılabilecek bir şeydir Yeliz. Hatta acı, evlerden uzak olsun ama mutluluktan daha tahrik edicidir. Bir derdin olunca, daha iyi yazarsın. Fakat ben buralarda değilim, senin kafanın çalışma biçimindeyim: O bir yanılgı Yeliz, insanlar bir başkasına gidiyorlarsa paketin adı seks, özü değil. Anlatabiliyor muyum? Terk etmenin sebebinin, her zaman seks olması gerekmiyor. Senin hayal gücünle söylersek, "öteki"nin bedenindeki çeşitli organların dar olması yeterli değil. Bu değil yani mesele. Daha derin. Ben kimsenin eşini ya da sevgilisini sadece "öteki"yle daha iyi sevişiyor diye terk edebileceğine inanmıyorum. Bence sen de inanma. Bu, terk edilenin, kendisini rahatlatmak için bulduğu bir bahaneden başka bir şey değil...