Paylaş
Canından çok sevdiği insanın canına kıyanı, gidip elleriyle boğamadığı için, bu devlet de o katili, üç ay hapse tıkıp sonra salıverdiği için...
O...
Kubilay Tat...
Muhteşem bir senaryo yazdı.
Ve intikamını, filmin kahramanına aldırdı.
*
Ben kendimi çok tuhaf hissettim bunu öğrenince...
Aslında “Tuhaf hissettim” demek hafif kalır, dumura uğradım.
Her şeyi baştan adam gibi anlatıyorum:
Erol Avcı’nın ofisindeyiz, filmin yapımcısıyla (Erol Avcı), koordinatörüyle (Güzide Balcı) sohbet ediyoruz, bayılmışım filme, her şeyi soruyorum, sonra diyorlar ki, “Senaristi de burada, tanışmak ister misin?”
Yaşasın!
Kubilay Tat’ın yanına gidiyoruz.
Önce onu kutluyorum, “Bayıldım filminize” diyorum.
Kendi halinde, çekingen bir adam.
İnsanının görür görmez seveceği biri.
Oscar alsa bile, alçakgönüllülükten ölür, “Estağfurullah!” der, öyle işte.
Ben tabii, teybimi çıkarıyorum, bir şeyler öğrenebilmek için, ortalama bir sorudan dalıyorum, “Nereden esti böyle bir senaryo yazmak? Hani bir öyküsü, bir sebebi var mı...”
Birden fark ediyorum ki, karşımdaki adam çok heyecanlı.
Diyor ki: “Ben hayatımda ilk kez röportaj veriyorum, ilkinde de Ayşe Arman’a veriyorum...”
Gülüyorum.
“Ne güzel işte, şefkatli birine denk geldiniz” diyorum.
Ben hâlâ işin esprisindeyim.
Sonra birden, “Benim annemi öldürdüler” diyor.
Ve ben donakalıyorum.
*
Kubilay Tat’ın annesi ve babası 30 yıllık evli bir çift...
Birbirlerinin gözlerinin içine bakan bir çift...
Bundan bir süre önce İzmir Bergama’da bir kermese gidiyorlar.
Saat akşam 11 gibi, el ele eve dönerken, yaya geçidinde, üstelik yeşil yanarken...
Birden bire farı yanmayan, ehliyetsiz, ruhsatsız bir motosikletli...
O sırada yaya geçidinden yürümekte olan Kubilay’ın annesine çarpıyor...
Kadıncağız orada yere yıkılıyor...
4 gün komada can çekişiyor...
Ve maalesef kurtarılamıyor, ölüyor.
Budur.
Bir kermes dönüşü boku bokuna ölüyorsun.
Neden?
Havyanın teki, bir trafik canavarı sana vurdu diye...
Ehliyetsiz, ruhsatsız, farsız bir sefil...
Ve ölüyor, annen o herif yüzünden ölüyor...
Bundan daha korkunç ne olabilir?
Ben söyleyeyim: Daha korkuncu, bu adamın içeri girip, üç ay sonra geri çıkması...
Annen toprağın altındayken, elini kolunu sallayıp ortalıkta dolaşması...
Devletin kendine karşı işlenen suçları affetmesi neyse de, bireylere işlenen suçları affetmesi akıl alır bir şey değil...
Hangi hakla...
Bu nasıl bir mekanizma ise katilleri koruyor!
*
İşte sizin 22’sinde izleyeceğiniz filmin senaryosunu, o gün, o yaya geçidinde hayatı sona eren kadının oğlu yazdı.
Babası, gizli gizli o yaya geçidine gidip, kazayı, pardon cinayeti yeniden yaşayıp, karısı için ağlarken...
Oğlu acısını içinden böyle çıkarttı.
Bir intikam senaryosu yazarak.
Hikâyeyi yazması bir hafta, senaryoyu yazması 8 ayını alıyor.
Sonra kendi çekmeye çalışıyor, beceremiyor.
Kafasında tek isim var Uğur Yücel.
Ama o da başkasının senaryosunu çekmeyen bir yönetmen.
En azından bugüne kadar yaptığı görülmemiş.
Kubilay Tat, “Ben ne yapsam da Uğur Yücel’i bulsam” diye düşünürken -çünkü tanımıyor, etmiyor- onunla tesadüfen İstinye Park’ta karşılaşıyor...
Kadere bakın ki, Uğur Yücel o esnada bir dükkândan çıkıyor.
Onu herhangi bir hayran zannediyor.
Bizimki hayran olmasına hayran da, aynı zamanda elinde bir senaryosu var, ondan söz ediyor, Uğur Yücel, “Tamam, bakarım” diyor. Ama buna ne kendisi ne de Kubilay inanıyor ama işte bir gün her nasılsa eli Kubilay’ın senaryosuna gidiyor ve okuyor...
Ve... Ve... Ve...
Anında Erol Avcı’yı, Kenan İmirzalıoğlu’nu arıyor...
Sonra senaryo ile bizzat ilgileniyor, sağını solunu topluyor, senaryodaki genel suç kavramını çocuk tecavüzleriyle sınırlandırıyor...
Ve ortaya Ejder Kapanı çıkıyor.
Mutlaka izleyin ve Kubilay’ın annesi Pakize Hanım’a bir Fatiha yollayın...
Paylaş