Önce anlaşalım: Aşağıda okuyacağınız yazı bana ait değil. Okudum, çok sevdim, sizinle de paylaşmak istedim.
Ailem.com’da yayınlanmış bir yazı. "Kütüphane" bölümünde rastladım. Daha fazla kaynak belirtemiyorum çünkü altında imza yok. Kim tercüme etmişse ya da kaleme almışsa, eline sağlık, şahane bir yazı. Okuyan bütün kadınların benimle aynı fikirde olacağına kalıbımı basarım. Ve sizi yazıyla baş başa bırakırım...
***
Akşam, annemle babam televizyon seyrediyorlardı.
Annem "Geç oldu" dedi, "Zaten yorgunum ben yatıyorum."
Annem kalktı, mutfağa gitti.
Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı, kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu. Şekerliğe baktı, dibine az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu. Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.
Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.
Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı. Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti. Çiçekleri suladı.
Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu. Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene teskere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu. Kek tarifleri defterini çıkardı, arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.
Sonra gitti, 3’ü bir arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü. Tırnaklarına baktı, törpüledi.
İçeriden "Sen yatmaya gitmemiş miydin?" diye seslenen babama, "Şimdi gidiyorum" deyip, köpeğin su kabını doldurdu. Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı. Kardeşimin odasına girdi, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.
Bana geldi, "Hadi yat artık, biraz da yarın çalışırsın" dedi. Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. 6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.
İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir "Ben yatıyorum" dedi ve gitti yattı.
Sizce bu işte bir gariplik yok mu?
Kadınların neden hálá daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?
36 yaşında tel taktım
36 yaşında dişlerime tel taktım.
Hadi hayırlısı.
Eskiden gülümserken, sadece kelebek şeklindeki ön dişlerim gözükürdü. Fakat son zamanlarda, alt dişlerimin de kendini göstermeye başladığını fark ettim.
Yer çekiminin gözü kör olsun!
Palavra değil gerçek; yer çekimi yüzünden daha önceleri sadece üst dişler görünürken, zamanla alt dişler de, "Ben buradayım" dermiş.
Ama gelin görün ki, benim dişlerimin iki tanesi olması gerektiği yerden daha geride. Çarpık yani. Çünkü ben de dişlerini sıkan tayfadanım. Duyarlı insanların hastalığıymış ya, vurdum duymaz olanların, diş sıkma gibi bir derdi yok.
Muş.
Ortodontistlerin yalancısıyım. Benim dişlerimin üzeri, değirmen taşı gibi sıkmaktan dümdüz olmuş. Hangi arada sıktığımı bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, böyle yaparak dişlerimin minelerine ve kendisine zarar veriyorum.
Telafisi var mı?
Var.
Bir yıl boyunca tel takacağım.
Ama tabii teli çıkardıktan sonra, geriye dönmeyeceğinin, dişlerimin yine aynı şekilde çarpık bir hale gelmeyeceğinin garantisi yok.
Ben yine de, denemeye karar verdim.
Bir de küçükken tel takmamışım galiba özendim!
Ortodonti almış başını yürümüş, teknoloji çok ilerlemiş, bir kere malzemeler müthiş, benim alt dişlerimdeki teli fark etmiyorsunuz bile. Son derece hafif bir şey. Ve diş rengi. Ben tabii "sadece küçük çocuklara tel takılır"da kalmışım, meğer böyle bir şey yokmuş, her yaşta insana takılabiliyor ve sonuç alınıyormuş.
Dubai’de de kendimi Türk doktorlarına emanet ettim. Ortodonti uzmanı Yahya Tosun’ubuldum.
Onlar aile boyu bu işin içindeler, eşi Işık da ortodonti uzmanı, Türkiye’deki muayenehaneleri de duruyor, iki ülke arasında mekik dokuyorlar.
İlk birkaç gün, hatta bir hafta Yahya’ya "Sen benimle dalga mı geçiyorsun! Kendimi demir maskeli adam gibi hissediyorum. Çıkar lütfen bunu ağzımdan" dedim. O hiç oralı olmadı. Yahya da Alya gibi yapıyor, işine gelmeyince duymuyor. "Bana bak, öpüşemiyorum, yemek yiyemiyorum, bütün dişlerim sızlıyor, ben gerçekten vazgeçtim" dedim, yine ses yok, "Arabana taş atarım, camını kırarım" diye tehdit ettim, "Geçeceeek, sabırlı ol" dedi.
Haklı çıktı, geçti. Şimdi hiçbir problem yok. Ağzımda tel var mı yok mu, farkında bile değilim. Bekliyorum, 11 ay sonra inci gibi dişlerim olmasını... Her şeyi anlatıp, telimi anlatmasam eksik kalacaktım. Beni anlıyorsunuz değil mi, sizden bir gizlim olursa huzursuz oluyorum. Neyse, şimdi rahatladım...