Kim ne derse desin... O, Türkiye’de bankacılık alanında bir efsane. Bugün kullandığımız, hayatımızı kolaylaştıran, bir dolu bankacılık hizmetlerinin Türkiye’deki uygulayıcısı.
Yapı Kredi’yi, Yapı Kredi yapan adam. Karizmatik bir lider. Bir süre önce Yapı Kredi Bankası’nı anlatan bir kitap yazdı. "Orası Yapı Kredi, Fark Oradaydı 1987-1999" Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Fırsat bildim, her zaman tanışmak istediğim Burhan Karaçam’ın ofisine gittim. Olağanüstü güzel manzaralı bir ofisi var. Sesi insanı yakalıyor, hitap yeteneği de müthişmiş, çalışma arkadaşları o konuşurken ağladıklarını söylüyorlar, benim başıma öyle bir şey gelmedi, beni güldürdü, gerçekten etkileyici...
Sizi şekillendiren, Burhan Karaçam yapan kim?
- Annem. Hayatıma damgasını vuran kadın. Sofya’da Saint Joseph’te okuyor. Büyükbabam büyükelçilikte görevli, o yüzden yurtdışındalar. Annemin ve teyzemin çocukluğu, varlık içinde geçiyor. Bütün dansları biliyorlar, bütün kitapları okuyorlar. 1939’da 2. Dünya Savaşı’yla Hitler aşağı doğru inince, Türkiye’ye dönüyorlar. Ve bambaşka bir hayat bekliyor onları. O günün Türkiye’si yoksulluk içinde. İki kız kardeş, Tıbbiye’den iki çok yakın arkadaşla evleniyor. Babamın hayatı anneminkinin zıddı, yokluk içinde geçmiş. Babasını bile tanımıyor, Sarıkamış’ta şehit olmuş. Dolayısıyla, ailemizin içinde iki uç var: Daha sert ve mücadeleci olan babam ve Avrupa’nın 2. Paris’i olarak nitelendirilen Sofya’da yetişmiş, modern ve ilerici olan annem. Ablam ve ben onların çocuklarıyız. Babamın mecburi hizmetleri var, neredeyse bütün Türkiye’yi geziyoruz. Annem sesini çıkarmıyor ama denk düştüğünde, "Tayinini Tarsus’a aldır. Orada iyi bir okul var. Oğlanı Tarsus Amerikan Koleji’ne yazdıralım" diyor. Ve o kadın, lisede Robert Kolej’e gönderilmemi uygun buluyor...
Ooooo, bütün geleceğinizi planlamış!
- Tabii, tabii. Tam da bu yüzden Türk toplumunda annelerin varlığını çok önemserim. Biz farkında değiliz ama vizyonu belirleyen onlar. Benim bütün geleceğimi çizen annem.
Sizinki nasıl bir çocukluktu?
- Sessiz ve içine kapanık. İnanılmaz ince, çelimsiz ve hastalıklı gibiydim. Kibrit çocuk, kürdan adam filan derlerdi. Tarsus Amerikan Koleji’ne kadar.
Güneyden size miras kalan nedir?
- Önce kebap! Kebap sayesinde geliştim. Robert Kolej’e gelince yıkıldım, doğru dürüst kebap yoktu İstanbul’da. Beyoğlu’nda karakolun yanında küçücük bir yer keşfettik: Ahmet Pala’nın yeri. Pala’yı hep takip ettik, o nereye gittiyse, biz de peşinden. Daha sonra Pala’nın oğullarıyla birlikte bir arkadaşım Köşebaşı’nı açtı, hatta lokantanın ismini bey koydum. Böylece kebaba sınıf atlattık.
Tarsus gibi bir erkek okulundan Robert’e gelince ne değişti?
- Kızlar. Arnavutköy Kız Koleji diye bir faktör hayatımıza girdi. Karım, okul arkadaşımdır. Zaten okuldan hiç çıkmazdık. Sinemaya orada gidilir, partiler orada yapılır, maçlar orada olur. Milli takım bizim spor sahamızda antrenman yapardı. Daha ne olsun?
Düşünme sistemimizi iyi eğitim mi etkiliyor?
- Bence öyle. Bu konuda Amerikan eğitimini tek geçerim. Hayatta her şeyi sorgulamayı bu sistemde öğrendim. Çocuklarımın ikisi de Robert Kolejli. O açıdan şanslıyız. Annem benim eğitimimle nasıl uğraştıysa, eşim de çocuklarımın eğitimiyle uğraştı.
Annenizle eşiniz, benzer mi karakter olarak?
- Hiç düşünmemiştim ama evet benzerler...
Nasıl evlendiniz karınızla?
- Üniversite yeni bitmiş, Arthur Andersen Londra ofisinde işe alınmışım. İlk iş eğitimimizi Paris’te mali denetim üzerine alıyoruz. O güne kadar fatura nedir onu bile bilmiyorum, görmemişim. Baktım ki, iş ciddi, kendi kendime "Bana bak" dedim, "Beceremeyip Türkiye’ye dönmek gibi bir şansın yok, unut. Bu deve güdülecek, bu diyardan gidilmeyecek." Telefona sarıldım, kız arkadaşımı aradım, "Nişanlanıyoruz. Sonra da buraya geliyorsun." 1973’te evlendik. Hayatımızı birlikte inşa ettik.
Bankacılık, insana sıkıcı bir meslekmiş gibi geliyor...
- Öyleydi de. Ama eskiden. 30 sene aynı bankada çalışırdınız, bunun da neredeyse 25 senesi aynı işi yaparak geçerdi. Zaten üniversite mezunlarının bankacı olma hevesi pek yoktu. Çünkü bankada girebilecekleri pozisyonlar kısıtlıydı, teftiş kurulları filandı. Türkiye’yi dolaşacaksın, yol yok araba yok, kim uğraşacak. Ama 24 Ocak kararlarından sonra ekonomi liberalleşti. Merkez Bankası daha bir geri çekildi, bankaların önü açıldı. Sistemler içinden değil, dışından gelen insanlar tarafından değiştirilir. Benim kuşağım da bunu yaptı.
Peki yadırganmadınız mı?
- Hem de nasıl. Çok mücadele ettik. Tabii orada inanç devreye giriyor. Hedeflerinizi insanların iyiliği için gerçekleştirmeniz gerektiğini düşünüyorsunuz. Ve bir bir tabuları yıkmaya başlıyorsunuz. Biz Yapı Kredi olarak Türkiye’deki bankacılık sistemini değiştirdik. Yüzde 100’ünü değil belki, ama yüzde 98’ini. Bu kadar iddialı konuşuyorum...
Zorunuz neydi?
- Yurtdışındayken bir sürü bankacılık hizmetinden faydalandık, bizzat yaşadım. Türkiye’de bunların hiçbiri yoktu. Bireysel kredi yok, kredi kartı yok, ödemeler yok, ipotek karşılığı kredi yok. Çek bile imzalayamazdınız...
Bu değişiklikleri getirebilmenizde sizden başka kimin payı vardı?
- Patron olarak Mehmet Emin Bey’in ve tabii ki Turgut Özal’ın. Türkiye’deki bankacılık mevzuatı çok boğucuydu. O, bir sürü değişlik getirdi. İki üç haftada bir arardı, "Nasıl gidiyor? Kredi kartına talep var mı? Tüketici kredilerini ne yapıyorsunuz?" diye sorardı.
Pek özel gayretleriniz sayesinde Türkiye hangi bankacılık yenilikleriyle tanıştı?
- Valla, hemen hemen bütün yeni uygulamalar bizim dönemimizde başladı. Bireysel bankacılık, yatırım bankacılığı, fonlar, varlığa dayalı menkul kıymet ihraçları, kurumsal bankacılıkta pek çok şey, Moskova’da ilk şube, Bahreyn’i daha aktif hale getirdik, Almanya’da şube yoktu, trade finans, iki ülke arasındaki ticaretin geliştirilmesi, yabancı bankaların yaptığı bankacılık türleri, elektronik bankacılık, Tele İşlem, bütün şubelerin full time on-line çalışır duruma gelmesi...
Yeter, yeter teslim oluyorum... Kendinizi ne kadar önemsiyorsunuz?
- Yapı Kredi’nin Türk insanına büyük hizmetleri var. Önemli işler yaptığımızı biliyorum. Ben ve ekip arkadaşlarım birlikte yaptık.
İnsan bu kadar çok şeyi gerçekleştirince, elinde olmadan egosantrik olmaz mı? "Ben, ben, ben" diye dolaşmaz mı?
- Valla, o dönem öyle yoğundum ki, kendi içimi dinleyecek vaktim yoktu. Sadece çalışıyordum. Haliyle çocuklarımın büyüdüğünü bile görmedim, tek gördüğüm Yapı Kredi’nin büyüdüğüydü...
Hálá o dönemin başarılarıyla mı yaşıyorsunuz, yoksa yeni projeler, hedefler var mı?
- Olmaz mı? Var tabii. Zaten Yapı Kredi sonrası üç sene Koç Bank’ın yeniden yapılandırılması ve ortaklık konusu üzerinde çalıştım ve sonuçlandırdım. Şimdi daha küçük boyutlu projelerle meşgul oluyorum.
Şimdi, daha küçük projelerle uğraşmak zorunda kalmanız sizi üzmüyor mu?
- Benim için önemli olan yaptığım işle duygusal ilişki kurmam. Projenin hacmi hiç önemli değil.
PARAMI GAYRİMENKULE YATIRDIM ÇÜNKÜ
Kendi paranızı yönetirken, bankacılık etiği açısından sorunlar yaşadığınız oldu mu?
- Oldu. Bu nedenle bankacılık bilgilerimi kullanmadım, paramı gayrimenkule yatırdım. Çünkü iki kere yanlış yatırım yaptım. Zarar ettim. Beni bırakın benimle birlikte pek çok kişi zarar etti. Meğer millet beni takip edermiş, "Bu biliyordur!" diye. Bir daha da girmedim o işlere, çünkü kimseyi bilmediğinize inandıramıyorsunuz. Ve onları istemeden yanlış yönlendirmiş oluyorsunuz...
İNSANIN ŞOFÖRÜNÜN OLMASI BİLE İKTİDARMIŞ
Gücü elinde tutmak nasıl bir şey?
- Güç, düşündüklerinizi gerçekleştirebilmek için kullanılıyorsa güzel.
Onu kaybettiğinizde ne oluyor? Tekrar elde etmek için uğraş mı veriyor insan?
- Yooo, hayatınız biraz zorlaşıyor, o kadar.
Nasıl yani?
- Büyük bir kurumun başında olunca, her türlü kişisel sorununuz, o kurum tarafından hallediliyor. Telefondan uçak biletine kadar. "Şuradan şu alınsın, buradan bu alınsın." Ama şimdi öyle bir şey yok. Her şeyle tek tek kendim uğraşmak zorundayım. Eğer uçak biletlerinizi şimdiye kadar hep kurum almışsa, uçak bileti nasıl alınır bilmiyorsunuz demektir. Seyahat acentesi mi aranacak, yoksa başka bir şey mi yapılacak. Bu biletler, nereye nasıl gelecek. Şoförünüzün olması bile bir iktidarmış meğer. Araba nereye park edilir, nereye bırakılır. Siz bütün bunları hiç düşünmemişsiniz ki, "Beni şurada bırak, şu saatte gel al" demişsiniz. Evinizde bir tamir yapılacak diyelim. Bir yer akmış. Ya da telefon kesilmiş. İletişim dairesine bir telefon ediyorsunuz, "Sorunu çöz" diyorsunuz. Akşam gidince bakıyorsunuz telefon çalışıyor, sorunu çözmüşler. Nasıl yaptılar bilmediğiniz gibi ilgilenmiyorsunuz da. İktidarın sonucu bu. Elinizde artık o iktidar yoksa, bocalamaya başlıyorsunuz. Ben de bocaladım. Allah’tan çabuk alıştım.
KADINLARIN BENİ KARİZMATİK BULMASINDA SUÇUM YOK
Kadınlar sizi karizmatik buluyor. Bunda sizin bir dahliniz var mı?
- Yok.
Peki bunun farkında mısınız?
- Evet daha önce de duydum bu tür şeyler. Ama tabii karizma biraz da bulunduğunuz pozisyonla ilgili. Daha doğrusu iktidarla.
Artık büyük bir kurumun başında olmadığınız için, kadınlar sizi daha mı az karizmatik buluyorlar?
- Valla, ben sadece karizmanın iktidarla ilişkisine dikkatinizi çektim. Onun dışında özel bir şey yapmıyorum. Hayatımdan memnunum. Şu an kendime daha fazla zaman ayırıyorum. Boş zamanlarımda spor yapıyorum. Bol bol müzik dinliyorum. Zaten yurt dışından sadece CD alırım. Latin müziği severim.
NE SAÇIMIN DÖKÜLMESİNDEN NE DE ANDROPOZDAN KORKUYORUM
Anılarınızı yazmak için biraz genç değil misiniz?
- Bu bir görevdi. Yapı Kredi’de yaptıklarımızı anlatmam gerekiyordu. Takım arkadaşlarım da destekledi, yazdım. Yoksa, yaşadıklarımız tarihe gömülüp gidecekti. Aynı zamanda yeni kuşaklar için yeni bir vaka çalışması oldu. Kendimi yaşlı hissedip hissetmediğime gelince, tam tersine bazen bu kadar genç hissetmekle doğru mu yapıyorum diyorum.
Andropoza girmekten korkuyor musunuz?
- Hayır. Ben her şeyi doğal olarak yaşıyorum. Saçımın dökülmesinden korkmadığım, saç ektirmediğim gibi, andropoza girmekten de korkmuyorum. Başımıza gelecek her şeyi yaşarız.
Genç bir kadına aşık olup, birdenbire karınızı bırakıp yeni bir hayat kurabilir misiniz? Kendinizi bu anlamıyla şaşırtabilir misiniz?
- Hayır şaşırtmam. Çünkü asla yapmam. Bu tür duyguların beni köklü olarak yönlendirebilmesi mümkün değil. Aşk dediğin nedir ki, söner gider. Ben sevgi peşinden gidiyorum. Karımla köklü bir sevgimiz var. Kısa vadeli mutluluklar için uzun vadeli mutluluklardan vazgeçmem.
OĞLUM GİRİŞİMCİ KEBAPÇI DEĞİL
Eğitimine o kadar dikkat ettiğiniz oğlunuzun kebapçı olması sizi sinirlendirdi mi?
- Burak, Robert Kolej mezunu. ABD’de Duke Üniversitesi’nde ekonomi ve matematik okudu. Sonra altı sene New York’ta bankacılık yaptı. Hızla yükseldi. Ardından Harvard’a girdi. O arada Meksikalı bir kızla evlendi. Ve geri dönmek istemedi bankacılığa. Türkiye’de bugüne kadar doğru dürüst yapılmayan bir şeyi yapmaya soyundu: Türk mutfağını dünyaya tanıtmak. Köşebaşı İstanbul’da nasıl başarılı olduysa, o da benzer bir şekilde New York’tan başlayıp bir Türk restoran zinciri yaratarak başarılı olmaya çalışıyor.
İnsan hayal kırıklığına uğramaz mı?
- Niye uğrayayım, bunu bir "bussines" haline getirmeye çalışıyor. Bundan bir yatırım çıkaracak. Kendisi yapmayacak ki yemekleri, iş kuruyor. Harvard Business School’un temel hedefi bu: Girişimciliği teşvik ediyorlar.
BAŞARI HERKESİN BAŞARISIZLIK LİDERİN
Bu tür başarıların tek başına elde edilebileceğine inananlardan değilim. İyi bir takım oyuncusuyum. Ama takımı yönlendirirken çok demokratik değilim. E olamam. Çünkü başarılı olunca, hepimizin başarısı oluyor, başarısız olunca sizin. Ama çok fazla "Ben, ben" diyen bir adam olsaydım, bütün bu olaylar gerçekleşirken, çevremde çok yandaşım olmazdı. Oysa, benim vardı...