Alya’nın hediye kutusu

BU sefer durumu biraz daha abarttık.

Alya ile birlikte camları ve şamdanları evden otele taşıyoruz.

“Aman mumları unutmayalım!”

Haberin Devamı

8 tane 60 santimlik cam mumluk, yerde duracak, yakınca bıcır bıcır, şahane bir ışık olacak.

Ve kristal üçlü bir şamdan...


Onu banyoya koyacağız...


“Aman dikkatli olalım...”


“Tamam anne merak etme. Bütün bunlar babanın doğum günü çok güzel olsun diye değil mi?”


“Evet. Hadi acele et...”


İki de şampanya götürüyoruz evden.


Her şeyi yükleniyoruz, hediyeler dahil.


Alya, babası için benim çok sevdiğim bir hediye kutusu yaptı.


Ben böyle bizzat yapılmış şeyleri seviyorum, çizimler, resimler, albümler, CD’ler, filmler, annemden öyle öğrendim...


Alya’nın kutusunun başında, babayla çekilmiş fotoğrafları var, siyah beyaz, çok havalı duruyor, baba havuzun içinde onu havaya atıyor, baba ona yemek yediriyor, birlikte bir botun içindeler, hayvanat bahçesindeler, babanın omzunda... O kadar tatlılar ki. Fotoğrafların etrafına Alya sevdiği sticker’ları yapıştırdı, yeni öğreniyor ya, adını da yazdı. Albüm gibi duruyor ama aslında bir kutu. Alya’nın kutusunun kapağını açınca, içinden önce bir düğme çıkıyor. Babanın ceketinin düğmesiymiş, saklamış. Sonra bir deniz kabuğu, Bali’de birlikte toplamışlar, lavanta, güzel koksun diye, deniz kenarında bir erkeğin elini tutan bir kız resmi, kendisi çizmiş, babasıyla oymuş. Boyalı bir taş, birlikte yapmışlar. Bir kâğıda Maribel’e “Trinity” ve “onetyone” yazdırmış, bunlar bizim ailecek uydurduğumuz kelimeler, olamayacak kadar büyük rakamlar, kim kimi ne kadar seviyor, sevgimizi göstermek için kullanıyoruz.

Haberin Devamı


Ve bir kalp, kendi kalbi, babaya sunuyor.


Bir de küçük bir tavşan. Bu ne diyorum, o da “Hımmmmm” diyor, bizimle gelemiyor ya, ruhunu kutuya koymuş!


Bir de bir bebek resmi yapmış.


Bu ne deyince de, “Bebek” diyor, “Bana hediye almasını istediğim konuşan bebek...”


“Olmaz ayıp”
diyorum, “Bu babanın doğum günü, biz ona hediye alacağız...”


“Olsun”
diyor, “Kutu benim, istediğimi koyarım...”


“Tamam...”


Bir de cup cake’ler var elimizde, rengârenk, her birinin üzerinde ayrı bir dilek yazıyor.


“Her şeyi koyduk mu arabaya... O zaman gidiyoruz...”

Haberin Devamı


Maribel
de bizimle, ekip hareket ediyor, doğru otele... Biraz taşınıyor gibi olduk, ama oteldekiler izin ve yüz verince... Yazının başında abarttığımızı söylemiştim zaten...

*

Küçücük bir otel.


Çok aradım, çünkü Dubai’de küçük bir şey bulmak çok zor!


Burası tenisçi Federer’in de sevdiği bir otelmiş, burada gizleniyormuş, kimse imza mimza diye rahatsız etmiyormuş, denizin üstünde, kendi halinde yeşillikler içinde bir otel...


İki de Türk çalışıyor, sağ olsun yardım ettiler.


Tolgay Parlakyiğit
Club Manager, diğeri otelin içindeki restoranlardan birinin -La Baie- şefi, Ümit Kaygusuz. Ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Bahçeye açılan bir oda istedim, kırmadılar. Baba işten otele geldiğinde, koltuğun arkasındaki Alya, elinde kutusuyla “Sürpriiiiz!” diye bağırarak ortalığa fırlayacak.

Haberin Devamı


Önce pasta üfleyeceğiz.


Sonra güleceğiz, eğleneceğiz, yüzeceğiz.


Sonra Alya ve Maribel eve dönecekler, ben sevgilimle baş başa kalacağım.


Sonra yemek...


Türk şef Kaygusuz
, 6 çeşit yemek getirecekmiş, 6 çeşit şarap eşliğinde...


Biz şarapları içip sarhoş olurken, odamız hazırlanacak. Banyo küveti doldurulmuş olacak, evden getirdiğim mumlar, işte o aşamada devreye girecek...


Ve gül yaprakları...


48 oluyor sevgilim.


Tanıştığımızdan beri ona otuz türlü numara çektim.


O da bana.


Umarım hâlâ şaşırtabiliyoruzdur birbirimizi.


48’ine de böyle girsin.


Camları otele taşıdığımı görünce, “Artık çüş, tamamen delirmişsin!” diyecek, biliyorum ama ben her yeri eve çevirmeyi seviyorum.

Haberin Devamı


Şu hayatı ne kadar romantikleştirebilirsek, birlikte ne kadar gülebilirsek ve mutluluk paylaşabilirsek...


O kadar iyi.


Lütfen beni tutmayın, hazırlıklara dönmek zorundayım!


Görüşmek üzere...

Yazarın Tüm Yazıları