Paylaş
Bu yazıdan sonra, ben de “kar olayı”na gireceğim onunla.
*
Hayaliydi kar...
Geceleri iki şey için dua ediyordu:
1- Allah’ım kötü rüya görmeyeyim.
2- Lütfen kar yağsın.
*
“Ben hiç kar görmedim” diyordu, “Hepiniz gördünüz. Nasıl bir his? Yürürken gıcır gıcır ediyor mu gerçekten? Tamam soğuk da, ne kadar soğuk? Elime alıp top yaptığımda, sert mi olacak, pamuk gibi yumuşak mı? Ne zaman gelecek kar İstanbul’a? Neden hep ben gidince yağıyor? Yollar gerçekten kapanıyor mu? Bir metre, bu kadar bir şey (eliyle gösteriyor) nasıl bir metre kar olur ki?”
Bir türlü anlayamıyordu...
E ne de olsa Dubai çocuğu.
Hayatının 6 yılı Dubai’de geçti, kar gördü gerçi, ama yapay. Bir doğum gününü de Ski Dubai’de kutladık, hatta birlikte birkaç kayak dersi aldık.
O da kar, bu da kar...
Ama işte, bir şeyin yapayı insanı ne kadar keser ki?
Kesmedi. Aklı fikri “gerçek kar”daydı, “gerçek mevsim”lerde... İstanbul’a taşınmış olmamızın en güzel yanı bu. Hayatı iyisiyle kötüsüyle, bütün gerçekleriyle görüyor.
*
İyisini, kar yağınca gördü.
Sevindirik oldu.
Herkese telefon açtı, “Biliyor musun kar yağdı” diye.
Pencereden bakıp, kar üzerine hikâyeler yazdı, karın fotoğrafını çekti, resmini yaptı, dışarı çıktı, küçük elleri donana kadar oynadı, oynadı. Küçük plastik kaplara kar doldurdu, evde buzluğa koydu.
Sonra...
Sonra da kötüsünü gördü...
Akşam haber izlerken gözü televizyona takıldı.
“Ne olmuş?” dedi.
“Kar yüzünden kaza” dedim...
“Nasıl yani?” dedi, ben de salak olduğum için duygusuz duygusuz anlattım, “Kar yüzünden trafik felç, tuz dökülmeyince yollar cam gibi kaygan oluyor. Buyur sana zincirleme kaza, arabalar birbirine giriyor...”
Birden dehşete düştü!
“Ya bizim okul otobüsünün zinciri yoksa, ya şoförün kar lastikleri alacak parası yoksa? Ya kayarsak, ya kaza olursa, ya otobüs yuvarlanırsa, ya birileri ölürse...”
“Deli misin, bir şey olmaz!” dedim ama ne desem çocuğu sakinleştiremedim. İyiyi ve kötüyü birlikte öğreniyor bu ülkede. Daha önce sadece bir mutluluk balonu içinde yaşıyordu.
Şimdi öyle değil.
*
Ve gece bir mesaj geldi, okulunun tatil olduğuna dair... Onun okulu Milli Eğitim’e bağlı değil... Şimdi bahçede karlarla oynuyor, yine mutluluk balonu içinde... Benim de birazdan röportaja gitmem lazım, şehre yollamamak için elinden gelen her şeyi yapıyor... Şimdi biraz kartopu oynayalım, sonra hayata akarım....
Yaşa Meltem!
NİYE her şeye, herkese bok atarız?
Pardon, bu bizim huyumuzdu di mi? Rahat etmiyoruz birilerini küçümsemezsek, laf geçirmezsek, paçasından tutup aşağı çekmezsek... Ben de izledim Meltem Cumbul’u. Niye bu kadar tantana kopuyor anlamış değilim. Gayet şekerdi Altın Küre’de. Oraya çıkabilmesi bile yetmez mi? Abartılı bir şey giymemişti, son derece kendine güvenliydi, insanı rahatlatan güzel bir gülümseme vardı yüzünde, verdiği mesaj da iyiydi, “Bu töreni izleyerek büyüdüm” dedi, “Türk’üm” dedi, “Yurtta sulh, cihanda sulh” dedi.
Tamam dünyanın en çarpıcı, en yaratıcı sözleri olmayabilir ama o sözlerle büyüdük, Atatürk’ün özdeyişi. Gözünüzü seveyim, 30 saniyede başka ne demesini isterdiniz. Meltem bence kendisi gibiydi. Bizim ülkemizde, insanların kendisi gibi olabilmesi bile maharet.
Yaşa Meltem!
Bütün kıskançlıklara kulağına tıka! Ve Meltem’i aklınca tiye alan arkadaşlar... Siz neticeye bakın... Bir başka Türk var mıydı sahneye çıkan... Ha o zaman, çenenizi tutun! Siz çıktığınızda ne isterseniz onu söylersiniz... Çıkabilirseniz tabii...
Fatma’nınki aşk değil aşk fedakârlıktır
AŞK, bu kadar yıkıcı değil. Zaten Fatma’nınki de aşk değil. Fatma, aykırı yaşamakla bir halt olunacağını sanan, erkeklerin kendisine verdiği değeri kullanan, kızını babasız bırakacak kadar bencil bir insan. Aşk ise fedakârlıktır. (Naime U.)
Aşkın fedakârlık olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz galiba. Çocuğuna duyduğu da aşk mesela, başka bir boyutta aşk. Ya da olmalıydı. Onun hayatını karartmakta hiçbir sakınca görmemiş, o yüzden kendini affedebilmesi zor. Sadece kocasını öldürtmesi değil, çocuğunun hayatını da mahvetmesi
kötü tabii...
Dere üstü ev yapma, yağmur yağar sel alır Genç sevgili alma, bir gün gelir el alır
AŞK, bu kadar yıkıcı olmamalı. Olmamalıydı.
Ben 17 yaş büyüktüm sevdiğimden. Evliliğe karar verdiğimde, abimden, halamdan hikâyeler dinledim, dünkü yazınızda anlatılanlara benzer.
En sevdiğim kan kardeşim ve abim dediğim patronum, “Dere üstü ev yapma, yağmur yağar sel alır, genç sevgili alma, bir gün gelir el alır” demişti. Dinlemedim. Allah’tan sizin dün yazdığınız hikâyeye benzemedi sonumuz ama yine de hüsran oldu... (Gökhan Y.)
Gökhan, gönül işlerinin formülü yok. Genç sevgilisi, eşi olan herkes hüsrana uğramıyor. Gönül de ferman dinlemiyor. Ama yine de...
Bir de Fatma’nın versiyonunu dinleyin
LÜTFEN Fatma’yı cezaevinde bulun ve öğrenin neden böyle bir şey yapmış. Size anlatıldığı kadarıyla olan bu hikâyeyi insan anlamıyor, anlayamıyor. Bir insan nasıl olur da, sadece bir başkasıyla birlikte olabilmek için birinin canını alır? Acaba başka bir şey mi vardı? Acaba Ahmet çok mu kötü biriydi? Ne bileyim hikâyenin bir de Fatma versiyonu olabilir mi acaba? (Bilge S.)
Olur. Denerim. İzin alabilirsem, cezaevine ziyarete giderim. Bazen veriyorlar, bazen vermiyorlar. Fakat bana bunu anlatan kişi, “Tutuklanıncaya kadar geçen o zamanda, Fatma o kadar üzgündü ki, Ahmet için kendini yerden yere atıyordu, ayakta duramıyordu, cenazede koluna girdim. Sonradan işin iç yüzünü öğrenince, değme tiyatroculara taş çıkaran rol yapma yeteneği olduğunu idrak ettim. Hikâye beni o kadar sarstı ki, günlerce sinirimden kurdeşen döktüm. Herkes gibi beni de aldatmıştı Fatma” diye anlattı. Eğer bu kadar profesyonel yalan söyleyebiliyorsa, hiç şüpheniz olmasın beni de kandırır. Dinlediklerimi size aktararak sizi yanıltmak istemem, elimde yalan makinesi yok...
Sana bayılıyoruz Gülse
YAPTI yine yapacağını.
10 numara dizi yaptı.
Farklı, yaratıcı, eğlenceli ve gerçekten komik.
Kadro, kurgu, espriler süper. “Avrupa Yakası”ndan sonra yine şahane bir iş çıkarmış. Ne güzel bir şey bu! Yaptığın işlere güvenen insanlar var, seni ve ürettiğin işleri seviyorlar ve sen onları hiç yanıltmıyorsun.
Gülse kendisiyle, çalışkanlığıyla, yaratıcılığıyla ne kadar gurur duysa azdır. Doğru şeyleri hissediyor, doğru eğilimleri yakalıyor, doğru insanları bir araya getiriyor ve gerçekten doğru bir iş çıkıyor ortaya. “Yalan Dünya” artık benim de favori dizim. Emeği geçen herkesi yürekten tebrik ediyorum. Her bölümde bizi daha da çok uçurun! Orçun rolündeki Altın Portakallı Bartu Küçükçağlayan’a gelince, bir karakter bu kadar mı iyi canlandırılır.
“Öpüşelim mi?”ye bayıldım.
Artık cevap vermek istemediğim, ya da muhabbetten kopmak istediğim durumlarda, bu repliği kullanmayı düşünüyorum!
“Yalan Dünya”nın her bölümünde başka bir fenomen yaratacağına da inanıyorum.
Gülse, sana teslim olduk!
Bize istediğini yapabilirsin.
Sana bayılıyoruz...
ATA DEMiRER
Sosyal medyadan soğudum abi!
Sosyal medyada beni takip eden 800 bini aşkın insan var. Ama bazen öyle şeyler okuyorum ki, ‘Pes!’ diyorum, artık girmiyorum. Kirlendiğini fark ettim. İlk zamanlar çok eğlenceliydi. Ama sonra Facebook’tan oraya bir tayfa kaydı. Şöyle bir şey oluyor: Biri, dedikodu yazıyor, adı üstünde dedikodu, palavra yani, yalan yani. Ama işte sosyal medyada, ‘internet sitesi’ adıyla kurulmuş bir sürü hesap var. Yok ‘bum bum magazin’ yok ‘cuk cuk magazin’, o dedikoduyu alıp çoğaltıyorlar. 20 dakika sonra, gerçekliği olmayan bir şey bütün internete yayılıyor. Ertesi gün de gazeteye çıkıyor. Bu çok tehlikeli. Kaç tane böyle olay oldu. Cengiz Semercioğlu gibi yazarlar ertesi gün düzeltiyor, ‘Yok öyle değil, böyle’ diye. Eskiden şakalar yapıyordum, ‘Artık niye yapmıyorsun?’ diyorlar. E yapıyorum sonra millet bana küfrediyor! Niye gireyim ki abi oraya?
Paylaş