"Demek 10 yıl geçti!" dedim içimden, "10 koca yıl..."
Tijen Güden imzalı mektubu elimde tutarken...
Yazdıklarını gözü yaşlı okurken...
Tijen ve oğlunun haberine yaptığımda, küçücük bir çocuktu Oğulcan.
Şimdi 15-16 yaşında bir delikanlı...
Şimdiye beni en çok sarsan röportajlardan biriydi...
Üstelik, o zamanlar anne bile değildim...
Yine de mahvetmişti o öykü beni...
* * *
Telefondaki ses 10 yıl önce, "Üçüncü sayfa haberi olmak üzereyim, sizinle görüşmek istiyorum" demişti...
Ve şöyle devam etmişti:
"Oldu ya, cinnet getirdim... Ne mi olacak? Ben söyleyeyim, gazetenizin üçüncü sayfasında bir resmim yer alacak, başlığı da şöyle olacak: ’Canavar anne, çocuğunu doğradı!’ Ama acaba neden? Hiçbir zaman yazılmayacak. Kimsenin işin aslını araştırmaya zamanı ve takati olmayacak... Peki ama ben buralara, nerelerden geldim? Ne kadar yalnız kaldım? Ne tür olaylar geçti başımdan? Ne kadar çok kendimle hesaplaştım? Bunları, insanlar biliyorlar mı? Hayır. Öğrenmeye niyetleri var mı? Hayır..."
* * *
37 yaşında, benim gibi, sizin gibi bir kadındı.
Gazetecilik okumuştu.
Evliydi. Kocasını seviyordu.
Ama evinden dışarı çıkamıyordu.
Çünkü sorunlu bir çocuğu vardı: Oğulcan.
Hayır ne spastik, ne otistik, ne de down sendromlu...
Doğum sırasında oğlu, hastane mikrobu kapıyor, beyninde ödemler oluşuyor ve art arda 5 kez beyin ameliyatı oluyor. Bu ameliyatlar yüzünden beyin hücrelerinden bir kısmı ölüyor.
Oğulcan’la tanıştığımda Tijen’i daha da iyi anlamıştım: Düşünemeyen, konuşmayan, duyamayan sedece içgüdüleriyle yaşayan bir kedi gibiydi. Sevdiklerini seviyor, sevmediklerine ise, anında tepki gösteriyordu. Hisleri çok kuvvetliydi. Ve saplantıları vardı. Evdeki hiçbir objenin yerinin değiştirilmesini istemiyor, beyaz giymiş herkesten korkuyor, kasabın önünden geçemiyor, kan göremiyor, hem kendisine hem de etrafına şiddet uyguluyordu.
Tijen şöyle anlatıyordu:
"Cama kafa atar, sebebini bilemeyiz, ya da televizyonu yere atar, balkondan da atlamak ister. Sokağı çok sever; dışarı çıkarız, geri gelmek istemez. Her çıkışımız olaydır, kıyameti koparır. Yemek yemeyi sevmez. Uyku mu, hiç uyumaz. Tuvalete gidemez. Ne var ki oğlum o benim, tabii ki seviyorum, canımdan çok seviyorum, ama mahvolmuşuz biz. Ölümden acı şeyler var hayatta. Ölüm, bir sonuç. Bir sonuca katlanıyorsunuz. Ama ben bitmeyen bir korku filmi yaşıyorum, her gün ne olacak diye düşünüyorum. Psikologlar, ’Dua edin ölsün’ diyorlar. Ya da üstü kapalı bir şekilde ’Öl, öldür, katlan’ dışında hiçbir şansım olmadığını ima ediyorlar. Benim dileğim ise şu: Belki biraz eğitilebilir, belki de dünyanın bir yerinde bizim yaşadığımız şeylere benzer şeyler yaşayan birileri vardır, onlar bize yardım edebilir. En azından yalnız olmadığımızı bilirim..."
Ben bütün bunları yazdım...
Sonuç ne oldu?
Koca bir hiç.
10 yıl sonra Tijen’den bir mektup aldım, onu da birlikte okuyalım.
* * *
Yine son çare bir sen kaldın elimizde, eğer bizi hatırlıyorsan...
Ve eski Ayşe isen...
Oğulcan, bugün 15.5 yaşında.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi, yüzde 100 özürlü raporu verdi.
Büyüdükçe daha hırçın ve saldırgan oluyor. Bu saldırganlığın biraz olsun azaltılması için yaptığım bütün araştırmalar sonuçsuz kalıyor.
Marmara Üniversitesi PsikiyatriBölümü beni, "Bu çocuğu bir daha getirmeyin" diye kovdu. Sebebi, Oğulcan’ın klinik kapısının camını bir kafa darbesiyle indirmesi. Bir anda oldu, engel olamadım. Oğulcan’ın kafası kesildi ama herkes korku ve panikle camın derdine düştü. Sonuçta kovulduk, paramız da çöp oldu.
Oğulcan, ağır sakinleştiriciler kullanıyor ama o da fayda etmiyor. Hastanelerde "Hasta görülmeden, bu ilaçlar yazılamaz" talimatına karşın, bana "Sakın çocuğu getirme, sen gel yazarız" diyorlar. Tabii, bu arada "Çocuğunu bırakacak kimsen var mı?" diye soran yok. Hatırlarsan, eskiden evde bir yardımcımız vardı, şimdi kimse gelmiyor. 1 saat bile bakacak kimse bulamıyorum, herkes Oğulcan’dan korkuyor, nereye bırakayım?
Geçen zaman içerisinde ön dişlerim döküldü, strestenmiş, yaptırmaya bile gidemiyorum. Öyle ağırıma gidiyor ki dişsiz dolaşmak ama ne yapayım?
Her yerde, çarşaf çarşaf "Özürlüler Merkezi açıldı" reklamları var, ama sor bakalım, bizi alan var mı? Herkes "Durumunuz çok zor, Allah yardım etsin" diye başından savıyor. Benim bildiğim Allah, insana diğer kullarını vesile ederek yardım eder, ama kullar duyarsızsa, Allah ne yapsın...
Merak ediyorum, bu durumda olan bir tek biz miyiz? Tek saldırgan benim Oğluşum mu? Biraz olsun, rehabilite edilemez mi? Hayatımız biraz kolaylaştırılamaz mı? Oğlumun kafa attığında, kafatasından gelen sesleri duymak beni mahvediyor, söyler misin, benim ne yapmam gerekiyor?
Tamam anladım benim ölme hakkım bile yok, ama hayat bu, ya bana bir şey olursa, bu çocuğa ne olacak? Daha da vahimi, Oğulcan’ı bir görsen, vurmalarından birçok yerinde morluklar var, Allah saklasın, bu çocuk ölse, karakollarda "Vallahi biz yapmadık" diye kanıtlamaya çalışmaktan, cenazesini kaldıramayız...
Senden bana ve Oğulcan’ıma ikinci bir şans vermeni istiyorum, bizi tekrar yaz, lütfen, belki bu sayede Oğulcan’a bir okul buluruz, ailece biraz huzur ve sakinliğe kavuşabiliriz...
* * *
Tijen, yazdım, yine yazarım, hep yazarım...
Ama faydası olur mu bilmiyorum...
Eğer herhangi bir yerden bir başvuru olursa, hemen seni arayacağım.