Paylaş
Baştan çıkarıcı, cazibeli, nefes kesici...
Ama durun bitmedi!
Bir taraftan, dünyanın en seksi kadınlarından biri kabul edilirken, bir taraftan da masumiyeti en güzel taşıyan kadınlardan biri olarak algılanıyor.
‘Masum ve seksi’.
Hayattaki en güzel formül.
Bildiniz, 10 puan.
Eva Mendes’ten söz ediyorum.
EVA MENDES- JUDE LAW
Onu görebilmek için...
Fotoğrafçı arkadaşım Cem Talu’yla 14 saat yol teptik, Los Angeles’a gittik.
Eva Mendes, Vogue gözlüklerinin yeni yüzü.
Geçen sene Kate Moss’du.
Şimdi Eva.
Erkek yüzü de en az onun kadar etkileyici biri, Jude Law.
Ama Los Angeles’taki tek röportajımız Eva değil.
Bohçamıza, birkaç iş daha atıp döneceğiz.
Önümüzdeki günlerde diğerlerini de okursunuz.
MÜTEVAZI VE SAMİMİ
Güneşli bir Los Angeles günü.
SLS otelinin bir süiti.
İşte karşımda duruyor.
Bir kere, filmlerde gördüğümüzden daha ince.
Ekran, insanları hep olduğundan iri gösteriyor.
Fotoğraflar da yanıltıyor.
Bayağı minyon bir kadın.
Ama hatlarının yuvarlaklığı göze çarpıyor.
(Dünyanın en güzel iki poposundan birine sahip olduğu söyleniyor.)
‘Dünya starıyım’ havaları basmıyor, gayet samimi ve profesyonel. O büyük starların bir kısmı kalıp gibi durur, Eva öyle değil, odanın içinde fır fır dönüyor. “Nerede rahat edersin?” diyor, “Röportajı nerede yapalım? Fotoğrafları nasıl istersin?”
Gerçi az vakit var.
Bir sürü de yasak.
Özel hayat sormak yok, yaşla,¸erkeklerle, aşkla, seksle ilgili sorular yok.
O kadar kısa bir sürede, bir insanın kalbine değmek filan da mümkün değil.
Ama Eva Mendes’ti.
Merak ettiğim bir kadındı, gittim, gördüm.
Menajeri kibarca beni odadan çıkartana kadar da sordum.
ACUN’U SORDU
Küba asıllı bir Amerikalı.
Eva dışında ailesinin geri kalanı Küba’da doğuyor, o ise Küba’ya hiç gitmiyor bile.
Bir LA kızı.
Los Angeles’ta büyüyor.
Muhtemelen iklimin de etkisiyle rahat, tatlı, samimi, olduğu gibi.
Kasmıyor, gerilmiyor, germiyor, sürekli gülümsüyor.
Kendisini tanımlarken ‘kırılgan’ sıfatını kullanıyor.
Öğrenmeye meraklı olduğunu da söylüyor, öyle gerçekten her şeyi soruyor.
Boğaz’daki bazı semtlerin adını sordu.
Sultanahmet’teki bazı yerleri sordu.
Bazı yemeklerin isimlerini sordu.
“Neydi sizdeki o çok meşhur televizyoncu çocuğun adı?” dedi.
İçimden, “Yok artık” dedim, “Acun’u kastetmiyordur herhalde!”
Ama onu kastediyordu.
Programına çıkmış, çok memnun kalmış, İstanbul’u çok sevmiş, yapmacık değildi, gerçekten sevmiş.
Bir iş imkânı olsa, yemin ederim fırlayıp gelecek.
Tabii ucunda para kazanacak olması da var...
Sürekli seksi ve güzel görünmek gibi bir derdim yok
Vogue gözlükleriyle yollarınız nasıl kesişti?
- Yıllardır kullandığım güneş gözlükleriydi zaten. Sadece ben değil, kız kardeşlerim ve annem de. Dolayısıyla onlardan böyle bir teklif gelince çok sevindim. Kullandığımız ve inandığımız ürünlerin yüzü olmayı önemsiyorum. Bu önemli benim için. Bir de kampanyalarını çok yaratıcı buluyorum. Mario Testino gibi bir fotoğrafçıyla çalışmaya da hiç kimse kolay kolay “Hayır!” diyemez. Atladım projeye.
Gelmiş geçmiş en seksi 100 kadından birisiniz. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Böyle bir sıfatla yaşamak, her zaman güzel ve bakımlı olmak sizi germiyor mu?
- Hayır hiç. Çünkü öyle bir derdim yok. Tamam iyi görünmek, bir kampanyada yer alıyorsam işimin bir parçası. Ama normal zamanlarda sürekli güzel olmam gerekiyor gibi bir baskı hissetmiyorum. Birkaç hafta sonra bir filmim çıkacak, ‘The Place Beyond the Pines’. Orada mesela çok doğal bir tipi canlandırıyorum. Sıfır makyaj. Hatta yorgun görünen bir kadın. Güzel bile denemez. Cazibeli olmaya çalışmayan, inanılmaz tabii biri. Böyle sıradan bir kadını canlandırmak çok hoşuma gitti. Sürekli seksi ve güzel görünmek gibi bir derdim olsa, kesinlikle kabul etmezdim. Ettim.
Los Angeles’ta yaşıyorsunuz. Paparazziler cennetinde. Nasıl idare ediyorsunuz? Makyajsız, bakımsız fotoğraflarınızı çektiklerinde bu sizin aleyhinize oluyor mu?
- İyi de başkaları için yaşamıyorum ki ben. Yazdıkları umurumda değil. Bazen altıma bir jean çekip, bir tişörtle sokağa çıktığım oluyor. Saçlarım felaket, tepemde toplamışım, canım hiçbir şey istemiyor. O halde, gözlüklerimi takıp markete gidiyorum. Evet çekiyorlar, altına da bir şeyler yazıyorlar. Ama kendimi korumanın yollarını öğrendim.
Nasıl?
- Okumuyorum. Bütün tabloit gazetelerden uzak duruyorum. Herkese de tavsiye ederim. O zaman görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz, duymuyorsunuz. Bir de onların yazdıkları saçmalıkları okumakla geçirecek vaktim yok. Onun yerine ilginç bloglar takip ediyorum, dekorasyon, yemek ve müzikle ilgili.
Gelecek planlarınız...
- Plan mı? Ne planı? Bu öğlen ne yiyeceğimi bile bilmiyorum. Aynı şekilde bu hafta sonu nerede olacağımı da. Sadece ne yapmak istediğimi biliyorum, o da oyunculuk mesleğime devam etmek...
İSTANBUL BÜYÜLÜ ŞEHİR!
Türkiye hakkında soru sormazsam yanlış olur...
- Evet, bana da kötülük etmiş olursun! Çünkü Türkiye’yi gerçekten çok sevdim. İstanbul’dan o kadar etkilendim ki dönüşte, “Los Angeles dışında bir yerde yaşamak zorunda kalsam, İstanbul olurdu!” dedim. “Hadi ya!” dediler. Herkes çünkü başka şehirler söylüyordu. “Yok” dedim, “Gitmediğiniz için bilmiyorsunuz. Başka bir büyü var o şehirde!” Bir de güzel dostluklar kurdum. Lindsey Addorio meşhur bir savaş fotoğrafçısı, İstanbul’da yaşıyor. Boğaz’ı gören çok güzel bir evde.
Siz onda mı kaldınız?
- Yok hayır, Four Seasons’ta. Sultanahmet’teki eski hapishane olanda değil, deniz kenarındakinde. Ama kaçıp kaçıp arkadaşım Lindsey’in evine gidiyordum. Boğaz’da nasıl güzel evler var şaka gibi. İstanbul’da evim olmasını çok isterim.
Böyle söylerseniz size bir daire verirler, Jennifer Lopez’e verdiler...
- Ooo ne güzel! İnan döndükten sonra resmen İstanbul’un tanıtımını yaptım. Bugüne kadar gördüğüm en ‘cool’ şehir. Ki işim gereği çok seyahat ediyorum ve ben bir sürü yere gittim.
Siz Magnum reklamı için gelmiştiniz değil mi?
- Evet ve kendimi evimde gibi hissettim. Etnik olarak da yakın buldum Türkleri kendime. Yemekler de çok iyi geldi. Damak tadıma uydu. Her yerde, her an fotoğraf çektim. Tasarımla ilgiliyim ben. Pek çok halının, mobilyanın, tabakların fotoğrafını çektim. Türk kahvesi de iyi geliyor bana, yatıştırıyor. Bir de Yerebatan’a bayıldım. Çok çok etkileyiciydi. Sultanahmet, Süleymaniye ve Ayasofya da muhteşemdi.
Bayağı sevmişsiniz İstanbul’u!
- Hem de nasıl. Bir fırsat olsa da tekrar gelsem. Lütfen beni İstanbul’a davet edin. Koşa koşa gelirim.
Almodovar’ı taciz ediyorum
Peki ya Hollywood’da kadın olmak...
- Şu anda Hollywood’da kadın olmak için güzel bir zaman. Birbirinden çok farklı alanlarda var olabiliyorsun. Hem oyunculuk kariyerime devam edebiliyorum hem de markaların yüzü olabiliyorum. Birden çok şapkam var. Artık böyle bir çağda yaşıyoruz.
Hollywood’da kadınlar yaş aldıkça, işleri zorlaşmıyor mu? Meryl Streep dışında kaç kişi var ki...
- Meryl Streep müthiş bir oyuncu ama onun dışında da var: Maggie Smith, Helen Mirren...
İyi de iki elin parmakların geçmez. Oysa erkekler yaşlansa da iyi roller almaya devam edebiliyor. Kadınlara bir haksızlık yok mu yani?
- Yok, öyle değil. Bence kadınlar da yaşlandıkça, yaşlarına uygun ilginç roller alabiliyorlar. Hatta o roller, yaşlandıkça geliyor. İlginç roller alan erkekler de bir elin on parmağını geçmez. Eşit durumdayız bence.
Birlikte çalışmak için sizi en çok heyecanlandıran yönetmenler kimler?
- Pedro Almodovar, David Lynch, Mike Leigh, Guillermo del Toro, Alejandro González Iñárritu... O kadar çok var ki...
Almodovar neden bugüne dek size teklif yapmadı?
- Haklısın. Sürekli onu taciz ediyorum. Rolü kapana kadar da taciz etmeye devam edeceğim.
İspanyolcanız da iyi değil mi?
- Evet bazen gramer hataları yapıyorum ama aksanım çok iyi.
Gençliğinizde Güney İspanya’ya gidip bir süre yaşama hayalleriniz varmış...
- Doğru ama kimin yoktur ki? İspanya şahane bir ülke. 18 yaşındayken yurtdışına çıktım ve ilk önce İspanya’ya gittim, çarpıldım tabii. Ama bu, yurtdışına ilk kez çıkan her Amerikalı için geçerlidir. Hâlâ bir süreliğine İspanya’da yaşamak isterim ama ben evcimen biriyim, ailemden uzun süre ayrı kalamam.
Küba asıllı bir Amerikalısınız. İki kültürü de içinizde barındırıyorsunuz. Kübalı özellikleriniz neler, Amerikalı özellikleriniz neler?
- “Şu şu” diye kategorize etmem zor. Ama her iki tarafın da en iyi ve en kötü özelliklerini ruhumda taşıyorum. Yine de iyi bir karışımım. Ailemde, Amerika’da doğmuş tek kişi benim. Amerikan rüyasını en iyi şekilde hayata geçirmiş olan da...
Hiç Küba’ya gittiniz mi?
- Hayır.
Kişiliğinizi tanımlayan beş şey söyleyin...
- Kırılgan, meraklı, öğrenmeye açık, endişeli ve kaygılı.
En son ne zaman ağladınız?
- Geçen gün 70’lerden kalma bir film izledim (Gloria), duygulandım ve ağladım. Gena Rowlands oynuyordu. Bence inanılmaz bir oyuncu.
En son sizi mutlu eden şey neydi?
- Dün gece yarısı döndüm Los Angeles’a, havaalanında paparazzi yoktu, beni tanıyan kimse de... İnanılmaz mutlu oldum!
Paylaş