Mutluydum...
Kızımı okula götürdüm, ıslık çalarak parkın etrafında yürüdüm, eve dönüp duş aldım, bir kahve yapıp bilgisayarın başına oturdum.
Mail’ler birer birer dökülmeye başladı.
O kadar mail arasından bir tanesi beni hemen yakaladı.
“Sizinle ilgili bir rüya...”
Hayırdır deyip, okumaya koyuldum...“Ayşe Hanım merhaba...
Size tuhaf gelebilir ama dün gece sizi uzun uzun rüyamda gördüm.
Benim rüyalarımın yüzde 95’i gerçekleşiyor.
‘Öncü rüyalar’ görüyorum ya sembolik ya da doğrudan bilgi veren rüyalar.
Henüz evlenmemiş veya bebek beklemeyen, hatta bebek istemeyen arkadaşlarıma bebek haberi müjdeliyorum ve mutlaka oluyor.
Haberim olmayan, yazılmış ve kasaya saklanmış mektupların içeriğine kadar birçok şeyi rüya vasıtasıyla öğreniyorum.
Gerekiyorsa paylaşıyorum, gerekmiyorsa yıllarca içimde taşıyorum.
Bu bilgi de, rüyayla birlikte geliyor.
Biliyorsunuz, bilim henüz rüyanın tam olarak ne olduğunu tespit etmiş değil. Bence hayatımızla bir nevi anlaşma yaparsak, rüya yoluyla birçok bilgi almamız mümkün, benimki de bunun bir örneği.
Yıllardır tuttuğum rüya defterlerim var: Bazı rüyalarımı altına boşluk bırakarak yazıyorum, çünkü biliyorum ki belki bir gün, belki bir yıl sonra ama mutlaka gerçekleşecek.
Gerçekleşince de o boşluğu dolduruyorum...”
Aman Allah’ım!
Ne oluyoruz!
Nedir bu şimdi?
Huzurlu dünyamda bir huzursuzluk filizi...
Islık çalarak başladığım günde tedirgin oluyorum.
Ama devam ediyorum okumaya:
ASANSÖRÜN ÖNÜNDE KARŞILAŞIYORUZ“Sizinle ilgili rüyama gelince:
Sizi bir asansörün önünde tesadüfen görüyorum, ‘Ayşe Hanım, kitabımı okudunuz mu? Size yollamıştım’ diyorum.
Böyle demem çok doğal, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan kitabım çıktı, bazı yazarlara ulaşmamış, yeniden gönderildi.
Büyük bir umursamazlık ve önyargıyla “Kitap geldi ama okumayı bile düşünmüyorum” anlamında bir bakış fırlatıyorsunuz bana.
Sonra da ‘Kitabınızda ne yazdınız ki?’ diye soruyorsunuz.
Ben de bazı bölüm başlıkları ve içeriğini anlatıyorum, yüzünüz değişiyor. O zaman ben, hakkımda çok az şey bildiğinizi anlıyorum.
Sizse bana ‘Klasik müzikle uğraşıyorsunuz ama Türkiye’deki klasikçiler sizi küçümsüyor’ gibi bir şeyler söylüyorsunuz.
Ben de bu sorunuza çok kapsamlı bir cevap veriyorum. Klasik müzik serüvenimi, Türkiye’de çizdiğim yolu, Rengin Gökmen’in bana 18 yıl önce neden daha popüler bir çizgi izlemiyorsun dediğini anlatıyorum.
Aslında Sony Classical International klasik müzik kataloğuna giren ilk Türk müzisyeni olduğumu ama bunun da çok bilinmediğini; soyadımın neden aslında Rosenbaum olduğunu vs vs...”
Rüyanın burasında, itiraf ediyorum koptum biraz.
Bu kadar detaylı rüyaya pes!
Daha şimdiden rüya sahibiyle bir saat konuşmuş gibiyiz.
O bir şey söylüyor ben bir şey söylüyorum.
Sadede gelecek herhalde diyorum:
SİZİ UYARMAK BOYNUMUN BORCU “Siz benim hakkımda önyargılı olduğunuzu, bazı kaynakların size beni olumsuz tanıttıklarını söylüyorsunuz...
Ben de sizinle ilgili aslında önyargılı olduğumu fark ediyorum.
Ve size sonra başka bir gözle bakmaya başlıyorum.
Ömer Faruk Sorak’ın yeni filmindeki rolünüzün de çok şeker olduğunu söylemeyi ihmal etmiyorum.
Sonra siz asansöre binmekten vazgeçiyorsunuz; bulduğumuz bir masada karşılıklı oturup birbirilerimizi sanki yeniden tanımaya başlıyoruz. Tüm önyargılardan ve ön bilgilerden kurtularak. Hatta aramızda birçok ortak nokta buluyoruz...
Sonra siz, ilginç bir piyano resitali veriyorsunuz.
Konsere beni ve eşimi davet ediyorsunuz.
Selam verirken, beni oturduğum dinleyici koltuğumdan kaldırıyorsunuz ve beraber selam vermemizi istiyorsunuz, öyle de yapıyoruz.
Konser bitiminde çok sevdiğiniz bir balıkçıya davet ediyorsunuz bizi.
Birbirimize sanki 30 yıllık dostmuşuz gibi davranıyoruz.
O lokantada iki tür kahve var, siz bana panik içinde ‘Bu kahve zararlı’ diyorsunuz. Bu cümleniz benim endişelenmeme sebep oluyor. Diyorum ki, ‘Hangisi, filtre mi, yoksa nescafe mi?’ Siz tereddüt ediyorsunuz ve ‘Tam emin değilim ama doktor uyardı’ diyorsunuz.
Ben telefona sarılıp, acaba ne tür kahve bünyeye daha zararlı onu öğrenmeye çalışırken, bir taraftan da annemi düşünüyorum, çünkü annemin kalbinde bazı sıkıntılar vardı ve doktorlar özellikle bazı tür kahveleri içmemesini söylemişlerdi...
Bu kahve konusuna cevap ararken... Uyandım.
Endişelendim.
Rüya gerçekten çok detaylıydı; bir sürü nüans vardı. Neden böyle bir rüya gördüm bilemiyorum. Başlangıçta sizinle paylaşmaya niyetim yoktu, sizinle doğru dürüst tanışmıyoruz bile.
Ne var ki şu kahve olayı canımı sıktı.
Size yazmam gerektiğini düşündüm.
Acaba kalbinizi kontrol ettirmeniz mi lazım?
Sizi uyarmak boynumum borcu... (Anjelika Akbar)”
NEREDEYSE VASİYET HAZIRLAYACAĞIMAman Allah’ım Anjelika Akbar bir rüya görüyor.
Rüyasını kalbinizi kontrol ettirseniz iyi olur diye bitiyor.
Ve benim hayatımı kaydırıyor.
Neşem, mutluluğum, ıslıklarım ve sporla yüklediğim enerjim uçup gidiyor.
Gözlerim boş boş bakmaya başlıyor.
Ve gerçek kalp hastası pozisyonuna geçiyorum.
Başlıyor sol kolum uyuşmaya.
O da ne!
Galiba ritim bozukluğum da var.
Aritmiden de mi mustaribim?
Beynimin içinde durmadan çınlayan bir ses:
“Doğru galiba... Doğru galiba... Ben kalp hastasıyım... Ölecek miyim?” Kızım ne olacak? Sevgilim ne olacak? Üzerime evlenir mi acaba bir daha?
Dokunsan ağlayacağım, dokunmasan vasiyet hazırlayacağım...
Annemi arıyorum, her zamanki Alman gerçekçiliğiyle “Sen şimdi tesir altında kaldın değil mi?” diyor.
Sanki her şeyden nem kapan biriyim, bir alınıyorum, bir alınıyorum.
“Mamicim, kafası çalışan bir kadın sana mail atsa, kalbine baktır, içime kurt düştü, kalbinle ilgili şeyler gördüm” dese huzursuz olmaz mısın?
Bir de ben babamı ölmeden bir gün önce rüyamda görmüşüm.
Babam da kalpten ölmüş.
Tiklenmez mi insan?
Huylanmaz mı?
Üstelik açık kalp ameliyatına da girmişim...
Hayatın nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu küçücük ama can alıcı bir damarın tıkanmasıyla hayatın nasıl elden gidebileceğine tanık olmuşum...
Tabii korkarım.
Tabii ciddiye alırım.
Ve sonra bu sabah, 48 saat kendime ve herkese işkence yaptıktan sonra, sevgilimin zoruyla check-up’a gidiyorum.
Kan testi...
İdrar testi...
Kalp muayenesi...
Eforlu zımbırtıya bile çıkıyorum, her tarafıma kordonlar takılıyor ben koşuyorum.
Sonuç: Daha uzun süreler tepenizdeyim, turp gibiyim!
Ona kızmadım.
Ama sağ olsun, 48 saat hayatım kaydı.
Bir de Anjelika Akbar’ın kendisiyle röportaj yapmamı istediği izleminine kapıldım. Yapacağım, yeter ki beni rüyasına bir daha böyle görmesin..!