Hem de çok.
Çünkü o tekme sadece o hemşireye atılmadı bize ve bizim gibi şort giyen kızlarımıza, çocuklarımıza atıldı.
Alya geldi bana, “Türkiye’de artık şort giyemeyecek miyim?” dedi.
11 yaşında bir kız çocuğu söylüyor bunu...
Dalga mı geçiyorsun sen bizimle... Buraya gelmemek için her şeyi yapan sen değil miydin? Ortalığı ayağa kaldıran, kıyamet koparan...
“Siz beni yanlış anladınız! Ben Hollywood’a gitmek istiyorum, Bollywood’a değil” diye ukalalık eden...
“Ölsem gelmem”...
“O kadar aşıyı olamam”...
Hepsi bu kadar şahane değildi, di mi?
Olamaz çünkü…
Bu ‘Gölge’ valla başyapıt!
Çok sık insanın eline geçmiyor.
Tabii ki şahane klasikler var, onlar zaten birer yakut, zümrüt değerinde ama yeni kitaplar, romanlar her zaman şahane çıkmıyor.
Böyle kötü bir kahve tadı kalıyor insanın ağzında, zaten sonra da unutup gidiyorsun.
- Atatürk’e saygı. Bence bu ülkenin en büyük ortak değeri. Biz Atamızın gelmiş geçiş en büyük lider olduğuna inanırız. Dehasını önemseriz. Atamızı sayar, severiz. Gurur duyarız. Ve her fırsatta onu anarız...
- Bir başka ortak değerimiz, kurtarıcı arayışımız. Biz hep içimizde olduğumuz çıkmazdan biri bizi kurtarsın isteriz. İkinci bir Atatürk gelsin diye az dua etmedik.
- Nerelisin? Biz buna takarız. Herkese sorarız: Memleket nere? Hemşeri çıkmak önemlidir, hep hemşeri ararız bir yerlerde. Ve hep bir gün köklerimize dönmeyi hayal ederiz.
- Dostlarımız, komşularımız ailemiz kadar önemlidir. Başka memleketlerde pek yok bu. Yıllar içinde azalsa da bizde hâlâ var.
“Mavi Karanlık” ve “Bir Gün Tek Başına” adlı eşsiz romanların yazarıydı. Az roman yazdı, fakat Türk edebiyatının en güzel romanlarına imza attı. Sadece bir entelektüel değil, sıkı sosyalistti de. Değerli, saygın ve sevilen bir insandı.
Cenazesi kalabalıktı. 20 bin kişi gelmişti onu uğurlamaya. Genci, yaşlısı, solcusu, Kürt’ü, işçisi, halkı... O kalabalık bile onun ne kadar sevildiğinin göstergesiydi.
Ben kızı, tiyatro ve sinema sanatçısı Deniz Türkali’yi de çok severim. En az babası kadar harbi ve sahicidir. Buluştuk ve Vedat Türkali’yi konuştuk. Bu röportaj yarın da devam edecek...
Başın sağ olsun, geçtiğimiz günlerde Türkiye müthiş bir aydını, sen de baban Vedat Türkali’yi kaybettin... Hayatında nasıl bir boşluk oldu?
Susan Hanım’ı sormadım, çok üzgün, hiç girmedik o konuya, ağlamaya başlıyor.Ülkece geldiğimiz nokta da onu üzüyor, bu her konudaki kopukluk.“Bu Türkiye, bizim yetiştiğimiz Türkiye değil!” diyor.“Kültür aynı kültür değil, komşuluk aynı komşuluk değil, bayramlar da aynı bayramlar değil...”Haksız mı?Ama şikâyet eder gibi değil, bir tespitte bulunur gibi anlattı bunları.Yine de çok güldürdü beni.Seni çok seviyoruz.Bayramın kutlu olsun.Hepimizin kutlu olsun.Sen çok yaşa Aydın Abi...HAMİŞ: Bu röportaj için Mustafa Alabora’ya çok çok teşekkür ederim. O olmasa asla yapamazdım, onun evinde buluştuk. Fotoğrafları da Mehmet Turgut çekti. Ona da teşekkürü borç bilirim.
Bir bayram daha geldi... Bayram deyince bizim aklımıza Aydın Boysan geliyor. Sizin aklınıza ne geliyor?
- Narlıkapı... Çocukluğumun Narlıkapı’sı. Samatya’da büyüdüm ben. Bayramlar pek coşkulu kutlanırdı.
Ve onların hepsini ‘DEMOKRASİ KAHRAMANLARI’ kitabında topladılar. Kitap satılan her yerde bulabilirsiniz. Önce lütfen bu röportajı okuyun, sonra da bir zahmet ‘Demokrasi Kahramanları’ kitabını satın alın. Hem müthiş bir kitap hem de gelirinin bir bölümü şehit ailelerine gidecek...
Demokrasi şehitlerini kitaplaştırma fikrinizi kutlarım! Sayenizde, tarihi bir gerçek, kalıcı bir belge oluyor. Bu fikir nasıl oluştu?
İpek Özbey: 15 Temmuz gecesi, darbeci askerler Hürriyet’i bastığında, biz de gazetedeydik. Her zamanki gibi Pazar ekini hazırlıyorduk. Askerlerin zorlamasıyla binayı boşalttık, sonra tekrar dönüp çalışmaya devam ettik. O hafta, ekipçe, yaklaşık 43 saatlik bir çalışma maratonunun ardından, 106 sayfalık, üç özel ek hazırladık. Bunun yanı sıra, o haftanın Hürriyet Pazar’ına bütün şehitlerin isim ve fotoğraflarından oluşan, bazılarının hikâyelerine de yer verdiğimiz bir dosyayı manşet yaptık.
- Evet, o da tarihe kalacak bir işti...