Hâlâ aynı fikirdeyim.
Bu kaos ortamında, hepimize umut veren, içimizi açan tarafsız bir oluşum.
Gezi’den bu yana yaşadığımız en iyi şey.
Yaşasın!
43 bin gönüllüyü buldular bile.
46 ile yayıldılar.
Oley! Katılanların yüzde 51’i kadın, yüzde 49’u erkek. Kadınların seçim güvenliğine ne kadar çok sahip çıktığını gösteren bir oran bu. Ama ne yazık ki bu aktif kadınlar, Meclis’te aynı oranda temsil edilmiyorlar. Meclis’in sadece yüzde 18’i kadın. Ben eminim ki yüzde 50’si kadın olsa, bambaşka bir Türkiye’de yaşarız.
Uzun bir süre koma ve üç beyin ameliyatı derken, yurtdışında yeni bir hayat kurdum. 2015 Eylül’ünde de, yani geçen ay, Berlin’in en bilinen tiyatrosunda muhteşem bir müzik festivali organize ettim.
Deli gibi uğraştım ama her anından zevk aldım. Festivalin sosyal bir amacı da vardı: Akdeniz’de boğulan göçmenlerin sesini duyurmak.
Pek çok yönetmen, müzisyen ve sanatçı ile bağlantı kurduk ve ‘Akdeniz’in Tuzu Festivali’ doğdu. 18-19 Eylül’de festival Berlin’de gerçekleşti. Tunus, Mısır, Suriye, İsrail, Türkiye, Yunanistan, Makedonya, İtalya, Peru’dan sanatçılar geldi.
Görmeliydin... Muhteşemdi!
Ama çok üzücü ki, festivalin tamamını ben de göremedim, çünkü konserin ilk gününde yok oldum! Çok fena ama yine oldu... Bilincimi kaybettim. 2013’teki Gezi direnişinden beri 3’üncü kez böyle bir şey tekrarlanıyor.
Ailem, arkadaşlarım, bütün sevdiklerim haliyle benim için endişeleniyorlar. Kafayı bu kadar işe takmamı doğru bulmuyorlar. Tatile çıkmamı, doğayla iç içe olmamı, sağlıklı beslenmemi, bol bol uyumamı, stresten uzak kalmamı, hatta çok düşünmememi istiyorlar. Hepsinin beni sevdiğini biliyorum, benim için endişeleniyor olmalarına saygı duyuyorum, bu beni mutlu da ediyor...
Ama ben de benim.
30 yıl sonra bir roman yazdı. Nihat Genç’in yeni romanının adı ‘İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?’ April Yayıncılık’tan çıktı. Zihin açıcı, sürükleyici ve heyecan verici bir roman.En önemlisi de hepimizin kafasını meşgul eden şu soruya cevap veriyor: “Nasıl oldu da sade Müslümanlık yıkıcı bir ideolojiye dönüştü?”Nihat Genç, olağanüstü bir anlatımla felsefi, psikolojik, siyasi ve sosyolojik tespitler eşliğinde Türkiye’nin son 20 yıldaki dönüşümünü anlatıyor.Kimseye eyvallahı olmayan bağımsız bir yazar o. Bence biraz deli. Karadenizli olduğu için de dilinin ve kaleminin ayarı biraz kaçıyor. Ama güzel laf bindiriyor, içinde zekâ olan hakaretler ediyor. Türkiye’nin her yerinden hayranları var, onu 11 yaşından beri Leman’dan okuyan gençler var. Karaköy’de buluştuk, yolda yürürken onu gören hayranları çıldırdı. Televizyonda bağıran çağıran adam tanıdık ama ben sakin, tatlı, birikimli ve ilginç tespitleriyle bir edebiyatçıyla röportaj yaptım. Buyurun buradan okuyun...Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
30 küsur yıl sonra çarpıcı bir roman yazdınız ve ortalığı birbirine kattınız. Siz, ‘İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı’da ne anlatmak istediniz?
- “Nasıl oldu da sade Müslümanlık, yıkıcı bir ideolojiye dönüştü?” Hepimizi düşündüren bu soruya cevap aradım. Son 20 yılda bu ülkede yaşanan acıları, büyük dönüşümleri, namussuzlukları, haysiyetsizlikleri, merhametsizlikleri, saf ve temiz Müslümanların nasıl gaddarlaştıklarını yazdım. Kısacası İslami ideolojiyle hesaplaştım. Roman, işte bu felsefi hesaplaşmanın ürünü...
Yarattığınız kahramanlar arasında bire bir tanıdığınız insanlar var mı?
- Olmaz mı? Yıllarca iç içe yaşadık. O hakikati arayan yoksullar, sonradan nasıl doyumsuzca lüks peşinde koşmaya başladılar, nasıl kalleşlikler yaptılar anlatamam. Dönüşümleri kaldırılacak gibi değildi. Kusmam lazımdı. Bunu da estetik bir şekilde yapmaya çalıştım, roman yazdım.
Sosyal medyada aktif, bir süredir de attığı tweet’ler gerçek oluyor. E tabii geçtim karşısına sordum...
Son zamanlarda yaşanacağını söylediğiniz birçok şey gerçek oldu. N’apıyorsunuz da böyle oluyor?
- Hesap yapıyorum! Gökyüzü hareketlerini hesaplıyorum. Ve o yaptığım hesapların, geçmişte nasıl bir etki yarattığını araştırıyorum. Tarihsel döngülerine bakıyorum. Her şey, o tarihsel döngülerde gizli. Geçmişte yaşanan sembolizmi çözerek bugünü inceliyorum. Astroloji böyle bir şey.
DÜDÜKLÜ tencere gibiyim, her an patlayabilirim.
Ülkenin ruh hali geçti bana...
Öfkeliyim, gerginim, tedirginim ve çaresiz bir bekleyiş içindeyim.
Döner bir kapıya sıkışmış gibiyim.
Hareket edemiyorum.
Önümü göremiyorum.
Kendimi motive edemiyorum.
Pesimist.
Geleceği anlatıyor ama bir cennet vaat etmiyor.
Kurguladığı hayali ülkede, faşizan bir rejim, insanların hatıralarını bile siliyor.
Gençler zaten geçmişte nasıl özgürce yaşandığı bilmiyor, orta yaşın üzerindekilerin hafızalarını silmek için yemeklerine ilaç katılıyor, geçmişi unutmaları sağlanıyor.
Ramanis Cumhuriyeti işte böyle bir yer.
Ama sadece adı cumhuriyet, aslında diktatörlükle yönetiliyor.
Merkez, her şeye hâkim, her şey Merkez’in kontrolü altında. O ülkede güneş bile tutsak, önüne bir gökcismi yerleştirilmiş. İnsanlar sürekli karanlığa uyanıyorlar.
Bu cumartesi yazı yok. Bir gazeteci kafilesiyle Sedventure ile Tanzanya’da safarideyim. Aslanlar, kaplanlar beni bekliyor, ardından da zürafalar ve zebralarla randevum var.
Setur, bu yıl 50. yılını kutladığı için gazetecileri davet etti. Ben de gazetemi temsilen Saffet Emre Tonguç ile birlikte buradayım.
Fotoğraf: SÜHA DERBENT
Valla ne diyeyim, gök ayrı güzel, yer ayrı güzel, hayvanlar ayrı güzel. ‘Serengeti’ Svahili dilinde ‘sonsuz düzlük, sınırsız ova’ demek. Burada, muhteşem bir coğrafyada binlerce özgür hayvan yaşıyor. Benzersiz bir deneyimmiş.
Hürriyet ve Abdi İbrahim Otsuka işbirliğiyle gerçekleştirilen “sosyal proje” kapsamında, yani 50. Yarım Kalan Hayatlar’da, Abdi İbrahim Otsuka, Şizofreni Dernekleri Federasyonu’na destekte bulundu. Çok teşekkürler. Haberin detaylarını, Doç. Dr. Haldun Soygör ve birbirinden renkli şizofreni hastalarıyla yaptığım röportajları önümüzdeki günlerde hurriyet.com.tr/Yarım Kalan Hayatlar’da okuyabilirsiniz...
BEN Ankara’da harika bir yere gittim. Girişinde kocaman mavi at heykeli olan bir kafeye.
Adı da zaten Mavi At Kafe.
Mis gibi kek kokuları yükseliyor, çaylar, kahveler gidiyor, geliyor. Güler yüzlü insanlar sizi karşılıyor. Çok sevdim, huzur buldum, çünkü ev gibi samimi, sıcak bir yer.