Hem bizim hem de çocuklarımız için bu konuda mücadele etmekten vazgeçmemek gerekiyor. Gerekirse temcit pilavı gibi 30 kere yazmak gerekiyor! Çünkü bu ülkede kadınlar ziyan oluyor! Bugün Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kadın Federasyonu Başkanı Canan Güllü’yle konuşuyoruz...
25 Kasım neden önemli?
-Çünkü tüm dünyada kadınlara uygulanan baskılara, zulme karşı evrensel bir anma, bir hatırlama. “Kadın sus! Susmazsan...” diye devam eden ve farklı yöntemlerin uygulanabileceği bir şiddet skalasıyla mücadele etmemiz gerektiğini tescil eden bir tarih. 25 Kasım, kadın hareketine zalimin tavrını hatırlatıyor!
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü.
Tüm dünyada kutlanıyor.
1999’da, kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararıyla ilan edilmiş bir gün.
Tarihin, 25 Kasım olarak belirlenmesinin nedeni de 1960’ta Dominik Cumhuriyetleri’nde meydana gelen feci bir olay.
Ülkeyi diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo, “Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabal Kardeşler” diyor.
O üç kız kardeşin hedef seçilmesinin nedeni, diktatöre karşı olmaları.
Ay nasıl iyi geliyor! Hem roman hem Ferzan. Çünkü çok gerçek. Çok samimi. Çok kendi gibi, meraklı. İyi dinleyici. Müthiş gözlemci.
Bir sürü insanın ürettiklerine hayran kalırsın da, kişiliği beş para etmez. Ferzan Özpetek öyle değil işte. O bir deha ama hava basmıyor, egodan ölmüyor. Oysa en çok onun hakkı. Adam dünyanın en güzel filmlerini yapıyor. Başımıza şimdi bir de yazarlık çıkardı.
‘Sen Benim Hayatımsın’, bir duygu, karakter, mekân ve olaylar potpurisi. Ama romanın ana teması aşk. Sevgiliye uzun bir mektup. Kitabı okuduktan sonra akılda kalan da şu: Kadın ya da erkek yok, sadece sevmesini bilmek var.
Öne çıkan bir diğer duygu da dayanışma. Acıklı şeyleri anlatırken bile gülümsetebiliyor. İçinden ölüm geçen ama yaşamı, aşkı ve iyiliği yücelten bir kitap.
Ve çok cesur bir kitap.
Mario Levi’nin Everest Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Bu Oyunda Gitmek Vardı’ kendisinin de söylediği gibi okuyana soru sordurtmayı amaçlıyor.
Hem de şahane sorular:
Kimi tercih edersiniz? Gitmeyi göze alanları mı kalmayı bilenleri mi? Gördüklerini açık açık söyleyenleri mi “Hayat kısa!” deyip sizi üzmemek için susanları mı? İçlerindeki derin kederi gülümsemeleriyle örtenleri mi isyanlarını dile getirmekten çekinmeyip cezalarına katlanmayı seçenleri mi? Konuşamayanları mı konuşmalarıyla herkesi ikna edebilenleri mi? Kazananları ya da kazandığını sananları mı kaybedenleri ya da kayıplarına sığınanları mı?
Teşvikiye’de buluştuk, sohbeti şahane biri, Mario Levi bir İstanbul uzmanı aynı zamanda, şehirle ilgili harika anekdotlar anlatıyor, aynı şekilde edebiyatla ilgili, yazı atölyelerinden birinde buluşmak için sözleştik. Ayrıca önümüzdeki zamanlarda kadın-erkek, aşk ve evlilik üzerine bir röportaj yapmak için de. Çünkü üç kere evlenmiş biri o...
Bir sosyal sorumluluk projesi hayali. Gazetem sayesinde gerçek oldu. Teşekkür ediyorum. Hem de çok. Böyle bir şeye önayak olduğu için de gazetemle gurur duyuyorum...
Yarım Kalan Hayatlar.
Tam tamına 51 kişi oldu!
Bugüne kadar, hayatı yarım kalan 51 kişiye destek olduk.
Evet, belki hayatlarında çok radikal bir değişiklikler olmadı ama kimi eğitimine devam edebildi, kimi ev tutabildi, kimi ev alabildi, kimi annesinin mezarını yaptırabildi, kenara da para koyabildi, kimine lise sona kadar burs verildi, kimi ameliyat oldu, kimi kendisine şiddet uygulayan kocasından ayrı bir hayat kurabildi...
51 kişinin hayatına öyle ya da böyle dokunduk.
Ben bir gazeteci olarak, sosyal bir meseleyle ilgili benden istenilen bir şeyi yapıyorum, farkındalık yaratmak, bir kampanyayı aktarmak, röportaj yapmak, sahne röportajı yapmak vesaire sonra bunu Hürriyet’in internet sitesinde yayınlıyoruz, karşımızdaki kurum da, hayatı yarıda kalan birine destek oluyor.
Röportaj yaptığım insanlar hayata veda ediyor, o kadar uzun...
O güzel insanlardan biri de Leyla Umar.
Bana çok dokundu onun ölümü, bir kadın olarak, bir kadın gazeteci büyüğümü bugün anmak istedim.
Türk basın tarihinde pek çok ilke imza atmış bir kadındı.
Ulaşılmaz gelen pek çok dünya lideriyle röportaj yapmıştı.
İdi Amin’den Mandela’ya, Fidel Castro’dan Humeyni’ye kadar...
Farklı ve güçlü bir kadındı, bir enerji topuydu, zeki ve espriliydi.
Son Paris faciasından sonra başka bir gerçek çıktı ortaya.
Paris’te bombalar patlayıp, insanlar ölünce, Google dahil dünya üzerinde bütün kurumlar harekete geçti, lanetlemeler, kınamalar, pray for Paris’ler...
Ama söz konusu olan Diyarbakır, Ankara, Suruç, Beyrut ve Suriye olunca...
Aynı tepkiyi, aynı kınamayı, aynı lanetlemeyi, aynı isyanı göremiyorsunuz nedense.
Bizim tepkilerimiz yerli ve milli kalıyor.
Oysa Ankara felaketi de Paris kadar büyük bir faciaydı.
Devlet başkanlarının kuru taziyesinden başka bir şey görmedi Türkiye.
10 yıl süren bir emek ve müthiş bir kitap: ‘Enver’. Bardakçı sayesinde 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü adamının ama çok çaresiz bir âşığın hayatına daldım. İttihat ve Terakki’nin başı Enver Paşa! 42 yaşında hayata veda eden bir adam. Hikâyesinde yok yok; savaş, aşk, gözyaşı, intikam, hırs, şehvet, özlem, kıskançlık ve çoook derin bir yalnızlık... Murat Bardakçı tarihçi gibi değil, gazeteci gibi yazmış, kare kare canlandırabiliyorsunuz her şeyi.
Enver Paşa, yaptığı her şeyi, karısı Naciye Sultan’ın ayaklarının altına sermek için yaptığını söyleyen bir adam. Karısı Naciye Sultan da Vahdettin’in yeğeni...
Sürgün yıllarında Naciye Sultan’a yazdığı 400 kadar mektubu var. Ama ne mektuplar! Müthiş bir derinlik, müthiş bir entelektüel birikim, bitmez tükenmez bir hasret ve cephelerden kır çiçekleri toplayıp mektupların içine koyacak kadar da büyük bir romantizm... O mektupların biri tarafından kitaplaştırılmasını, taa 90 sene öncesinden öngörmüş.
O dönem 21 yaşında olan karısına hep, “Bunları bir deftere yapıştır! Sakla, koru, ileride beni anlatmak isteyen biri bunları kullanacak!” demiş. Yani henüz doğmamış Murat Bardakçı’ya selam çakmış. Fakat aynı zamanda çok kıskanç.
Berlin’deki Naciye’nin kendisini aldattığını düşünüyor, cephede böyle rüyalar görüyor, “Sakın beni aldatma” diye yazıyor. Eşi de 21 yaşında, üç çocuk annesi ,gencecik, dünya güzeli bir kadın. Ve o kadın, Enver Paşa öldükten bir-iki sene sonra Enver’in kardeşi Kâmil’le evleniyor.