40 gün oldu

Birdenbire, elimde tuttuğum Hürriyet Gazetesi’nin logosunu fark ediyor. Heyecan içinde, "Anne, Hugo’nun H’siiii" diye bağırıyor. "Evet" diyorum, "H harfi bu, aferin!" Gaza geliyor, minik parmağıyla diğer harfleri de işaret ediyor, "Ester’in E’siiii... Rob’un R’siiii... İris’in İ’siiii..."

Durdurabilene aşk olsun.

Arkadaşlarının isimlerini tek tek sayıyor.

Çünkü bizimki, alfabeyi öğreniyor.

Bu aralar en büyük eğlencesi harfler...

Ve sayılar...

Allah sizi inandırsın gördüğü her şeyi sayıyor...

Koltuğun üzerindeki desenleri, halının saçaklarını, vücudumdaki benleri, aprondaki uçakları...

*

"Adana’da kimler olacak? Sayalım..." diyor.

O minik parmaklar yine devrede...

"1- Oma Meki, 2- Suna Teyze, 3- Keko, 4- Ela, 5- Lara, 6- Nevzat, 7- Yeliz..."

Derin bir iç çekiyorum, ben malımı bilirim devamı gelecek... Geliyor...

"8- Mehmet Dede... Peki o nerede?"

"Söyledim ya gökyüzüne gitti..."

"N’apıyor orada?"

"Bulutların arasından, bize bakıp gülümsüyor..."

"Yalnız mı?"

"Bilmiyorum."

"E biz uçaktayız, pilota söyleyelim bizi Mehmet Dede’nin yanına götürsün, onu da alalım Adana’ya öyle gidelim, yalnız kalmasın orada..."

"Onun olduğu yere uçakla gidilmiyor..."

"Peki nasıl gidiliyor, gökyüzüne nasıl çıkılıyor? Merdivenle mi?"

*

THY’nin uçağıyla Dubai’den havalandık.

Önce İstanbul, sonra Adana yapacağız.

Babamın 40’ı var, biz ana-kız ona katılacağız. Gazete okumaya çalışıyordum vazgeçtim. Alya, makineli tüfek gibi cevabını bilmediğim sorular soruyor.

O, karşımda hayatı temsilen duruyor.

Evet Alya, hayat...

Babam ise ölüm...

Ne tuhaf, hálá babamın ölmüş olduğunu kabullenemiyorum, sanki uzaklara bir yere seyahate gitmiş gibi geliyor, benim aklım ölümü almıyor.

*

"Bu kavak ağaçları büyüdüğünde, ben ölmüş olacağım!" derdi. Haklı çıktı. Nasıl da büyümüş kavak ağaçları. Rüzgarda fışır fışır ediyorlar. 40’ı için herkes çiftliğe geldi. Duası burada okunacak.

Avlusuna Cahit Sıtkı’nın "Otuzbeş Yaş Şiiri"nin son mısrasını astığı çiftlik..

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında


Ali Amca, "Abi insanın moralini bozuyor, niye çaktırdın o dizeyi?" diye sormuş.

Babam da "Hepimizin gideceği yer orası değil mi? Benim moralim bozulmuyor. Aksine hoşuma gidiyor" demiş.

Köylülerden biri yanıma geldi, "Akis Ağa’yı çok özleyeceğiz" dedi. Ben de gayri ihtiyarı "Akis Ağa da kim?" dedim. Sonra anladım ki, o köylü, "risk"e de "riks" diyor.

"Aksi Ağa’yı çok özleyeceğiz" demeye çalışıyor.

Babamın takma isimlerinden biriymiş...

*

Tavuklar pek meşgul, sürekli koşturuyorlar. Kediler doğurmuş, kalabalığa aldırmadan alt alta üst üste uyuyorlar, ileride bir minik kangal oyun oynuyor, kangal yavruları çok şeker oluyor.

Çocukluğumda babamın kucağına oturup sürmek için ölüp bittiğim traktörler orada...

Ve su içtiğim tulumba... Göz alabildiğine mandalina, portakal ve turunç ağacı...

*

Murat Hoca, dua okuyor.

Güzel sesi bütün avluda çınlıyor.

Bir taraftan onu dinliyorum, bir taraftan da içinde olduğum odayı inceliyorum. Burası, babamın çalışma odası. İçimden "Pes baba!" diyorum. Nenemin aynalı konsolunu odanın bir tarafında dayamış, çünkü atmaya kıyamamış, üzerine de bir sürü kitap yerleştirmiş. Dedemin yazı masasına da ise kendine çalışma masası yapmış...

Rebul Lavanta duruyor masanın üzerinde, babam gibi kokuyor, içim bir fena oluyor, ağlama isteği sağanak bir yağmur gibi geliyor ve anında gidiyor.

Çünkü arkadaki raflardan birinde nenemin topuklu ayakkabılarını ve dedemin lacivert kareli ev terliklerini görüyorum. Bakar mısın, onları da saklamış! Şaka gibi... Gülmeye başlıyorum...

Büyük dedenin traş tasını da atmamış, içine bozuk para doldurmuş. Bu odaya babam, ölmüş ve yaşayan bütün sevdiklerini sığdırmış.

Duvarlarda resimler, fotoğraflar...

Başka neler yok ki?

Elle çevirmeli telefon, doktor dededen kalma mikroskop, tansiyon aleti, termometre, barometre, saatler, haritalar, lambalar...

Bir çekmeceden ablamın ve kardeşimin küçüklük resmi çıkıyor, diğer çekmeceden benim karnem.

Meğer babam acayip biriktirme meraklısıymış.

Ne tuhaf, babam benim sandığım adam da değilmiş.

Onu, yokluğunda tanımak çok koyuyor.

"Zaman her şeyin ilacı, hayat devam ediyor" filan deniyor ama insan bu kadar büyük bir kayıptan sonra nasıl toparlanıyor?

Allah’tan Alya var, hep ensemde, sabahın köründe uyandırıyor:

"Hadi anne, çok işimiz var. Saymaya oyunu oynayalım. 1, 2, 3, 4..."
Yazarın Tüm Yazıları