Paylaş
Herkesin teknolojiyle güller gibi geçindiği, her yeni gelişmede “Heyyoo!” diye sevinç çığlıkları atıp teknolojiyle aşk tazelediği günümüzde, benim tüm bu olan bitene -af buyurun biraz- öküzün trene baktığı gibi bakmamda, öküzün de, trenin de zerrece suçu yok! Biliyorum ki tüm suç benim. Bende resmen adaptasyon eksikliği var”.
Bu paragrafı babam yıllar önce bir yazısında yazmış.
Geçen gün tesadüfen okuyunca yine dedim ki, “Al işte. Babasına bak kızını al.”
Son yılların en büyük icadı bilgisayarı hayatıma sokmamak için çok direndim. Ben kitaplarımla ve filmlerimle mutlu mesut yaşamaktaydım. Fakat sosyal hayatta da bilgisayar ile ilgili bazı tahrik ve tacizlere maruz kalmaktaydım.
Alışverişe gittiğim her mağaza artık telefon numaramdan önce mail adresimi sormaya başlamıştı. Ne zaman bir bankaya gitsem ve bir işlem için birkaç saat beklemem gerekse direk bana, internet bankacılığından bahsedilmekteydi: “Aslında bankaya gelip beklemenize gerek yoktu. Zamanınıza yazık değil mi, evden de halledebilirdiniz kendi kendinize.”
Uçak bileti almak için telefonla rezervasyon yaptırdığımda ve “Ben bileti sabah alırım” dediğimde “Ne gerek var. Bilgisayardan işleminizi kendiniz yapıp elektronik bilet alsanıza” denmekteydi.
Ama en siniri 16 yaşındaki kızımın sürekli, elinde laptopu evin her köşesinden çıkarttığı klavye sesleriydi… Ve sürekli, “Ama anne sen anlamazsın, yapamazsın edemezsin şeklindeki tahrikleri!..
Ben bir kitaba bir filme ulaşabilmek için eşe dosta yalvarıp binbir ricayla sipariş verirken, onun istediği herhangi bir filmi, giysiyi dünyanın en uzak noktasından 48 saatte eve ulaştırması canıma tak etmişti. Bu arada Facebook diye bir şeyi de sıkça duyar olmuştum ama ilgi alanlarım içinde olmadığı için de, ne olduğunu araştırma gereğini hiç duymadım.
Bilgisayarla buluşmam, daha doğrusu buluşmak zorunda kalmam benim küçük cadı sayesinde oldu. Yani kız kardeşim Ayça.
Ben fazlaca evcimen bir tip olduğumdan ve kendisi benden daha sosyal olduğundan ne zaman sokağa çıksa bir sürü arkadaşımla karşılaşıp her seferinde aynı lafları duymuş durmuş uzunca bir süre:
“Canım ablan nasıl? Çok özledik. Telefonu da yok… Arasak da bulamıyoruz. En sağlamı, sen versene ablanın mail adresini…”
Haliyle, birkaç kere lafı geçiştiren benim küçük cadı, benden habersiz bana bir mail adresi almış. Ondan sonra beni soran eşe dosta da, ben dünyadan bi haberken, bu mail adresini vermiş ve eklemiş; “Ama ablam genelde pek maillerine bakmaz. MSN’de de genelde çevrimdışıdır.” Düşünsenize, abla her şeyden bi haber! Allah’tan akıl edip “Genelde çevrimdışıdır.” demiş…
Tabi durumdan uzun bir süre habersiz kalan ben, bir arkadaşımı sokakta görünce ve bana “Şekerim sana mail attım, doğum günüme geliyor musun diye ve sen cevap vermedin, bozuldum ama” deyince, ben de ona “Benim mail adresim yok” diyemediğimden, tek duyduğum şey olan virüsün arkasına kendimi saklayıp, özür dileyip ve hatta havaya girip sıralıyordum:
“Hayatım, elim ayağım gitti gibi oldum. Tüm bilgilerim gitti. Bütün dünya ile bağlantım adeta kesildi. İnternet bankacılığım çöktü. Beklediğim bir sürü maili alamadım. Notlarım vardı hepsi kayboldu!…” Hani olur ya, kendin bile bir süre sonra kendi yalanına inanırsın… Demek ki güzel palavra sıkmışım. Sonuçta arkadaşım ciddi şekilde bana inandı ve bir virüslerden korunma programı tavsiye etti. Bu olayı da başarıyla kotaran ben, kendi kendime dedim ki, “Küçük cadı, senin sonun pek yakın!”
Neyse, anneme anlattım küçük kızını. Annem de dedi ki, “Ama haklı hayatım kardeşin. Bak alalım sana bir laptop… Hele senin gibi bir kitap, film delisi, okuma manyağı… Bayılırsın sen. Zaten sokağa-mokağa çıktığın da yok. Bir de boşanma falan da yaşıyorsun.. Kafan da dağılır belki.. Bak ben bile şu yaşımda dayınla chat yapıyorum, Avustralya’yla… Ayrıca her gece de briç oynuyorum arkadaşlarımla…”
Haa… Bu arada annem şunu da ekledi: “Ay n’olur kızma kardeşine. O seni Facebook’a da üye yapmış.” Beni Facebook’a niye üye yaptığını sonra öğrendim. Belki bir gün paylaşırız. Aklınıza bile gelebilecek bir şey değil ya, neyse…. (Gerçi hatun kısmı muhtemelen uyanmıştır duruma)
Aldım açtım, baktım pek de bir şık.
Kızım okuldan gelmek üzere. “Tamam” dedim “İşte şimdi intikam anı. Sen mi beni aşağılarsın?!..” Koydum kucağıma laptopu , bastım Power’a… Kapı çaldı, kızım girdi “Selam anne” dedi ve şoka girdi. “Anne sen ne yapıyorsun?” “N’apiyim kızım? Şu bulamadığım kitap vardı ya Amazon’da onu araştırıyorum” dedim ve devam ettim:
“Hani bir baharattan bahsediyordum ya geçen gün sana. Etlere çok yakışır diye ve bulamıyordum onu buldum Tayland’da ve sipariş ettim. Bir de yılbaşı geliyor ya, tatile gideceğiz. Şimdiden her türlü rezervasyonu da yapayım” dedim. (Kriz yoktu o aralar)
Tabii ki bunların hiçbirini yapmıyordum ama kızımın bana bakışı çok hoşuma gitmişti. Ben de kendini "Taş Devri"nden "Jetgiller"e terfi etmiş gibi hissetmiştim.
Not 1: Her işte bir hayır varmış ya… İyi ki küçük kardeşim beni bilgisayarla tanıştırmış. Hayatım pek hoş oldu bu anlamda. Artık hem hürriyet.com.tr,
hem de sizler varsınız hayatımda.
Not 2: Hani olur da internet üzerinden isteyip ulaşamadığınız bir adres olur, bir kitap olur, pul biber olur… Direk bana yazın sevgili dostlar. Adresim belli: aaral@hurriyet.com.tr
Bunu da demesem rahat edemem dip notu: Patronum Fatih Bey ile ilk buluşmamızda yanımızda sevgili Uğur Cebeci de vardı. Ben haliyle, işi alabilmek için en şirin hallerimi takınmıştım. (Fatih Bey’i de tanımanız lazım. Aman Allah! Allame-i cihan olsan, eğer sende bir ışık ve bir farklılık falan görmediyse, işe alınma ihtimalin falan yok yani! İstersen Kraliçe Elizabeth’in kızı ol)….
Tam işle ilgili konuşmalarımız bitmiş, Fatih Bey bana olumlu yaklaşıp, beni Hürriyet Towers’a davet etmişti, hem çok mutlu olmuştum hem de çok heyecanlanmıştım. Sonrasında bir süre sohbetimiz devam etti, gözüm kulağım elbette ki müstakbel patronumdaydı..
Laf arası Fatih Bey, bir davette gördüğü, çok beğendiği, havada uçan içi mumlu bir şeylerden bahsetti. “Valla çok hoşuma gittiler” dedi.
“Ey Ayşe” dedim kendime, “Sen şimdi gideceksin eve, bulacaksın internetten bunlardan… Patron beğenmiş. Hürriyet Towers’a da kesin elinde bunlarla gideceksin!” (Kurdu oldum ya internetin… Üç günlük de vaktim var… Uçsa uçsa ne uçar, balondur tabii ki.)
Aradım taradım her yeri internette… “Balon, balon…” diye! Ne zeplinler çıktı önüme, ne reklam
Yazdım Google’a: “Uçan fener….”
Çıktı mı önüme beş site, uçan fener satan.. Biri siparişi banka ödemesi olmadan almıyor. Beş tane ona sipariş ettim… Bir başkasına kapıda ödeme yapıyorsun; bir beş de ona… “Allah’ın hakkı üç” dedim, “Ayşe sen gel, bu işi garantiye al…” bir beş de ona…
Sabah kalktım saat 08:00… Öğleden sonra gazeteye gideceğim. Başladı mı gelmeye evin önüne kamyonlar… İçleri fener dolu hepsinin. Fenerler de meğer kocaman mı hatta? Ayşe sen salak, internette sayı yazarken, beş yerine hepsine ellişer tane yazmamış mısın? (Allahtan ucuzdular) Arkadaşlar, fenere ihtiyacı olan bana mail atsın. Düğün, dernek, nişan, sünnet… Çokca fenerimiz var, emrinize amade!
Paylaş