Paylaş
Peki ben? Ben geçinemiyorum benimkiyle, gestapo annemle.
Anacığım kontrol hastası. Yani; asil olacaksın, az gezeceksin, kılığına kıyafetine çok dikkat edeceksin. Geçen gün deri tayt giydim, bana öyle bir baktı ki! Basit kaçmışmışım.
Geçen öğlen yemek yedik kardeşim, annem, ben en uğrak yerlerden birinde. Haliyle kapıştık yine. Bir daraldım ki sormayın, hoop kendimi dört erkekli bir masaya attım. Erkeklerin ikisi kanki.
Anında telefonuma mesaj geldi; “Ben gidiyorum. Böyle bir yerde dört erkeğin olduğu bir masada dışarıdan nasıl kaliteli duruyorsun, anlatamam!” Suçum boyumdan büyük.
Şaka bir yana ben şu annemi günün şartlarına göre nasıl ayarlayacağım, bu gestapo Bayan Rotenmayer halinden nasıl çıkaracağım, varsa bir bileniniz sevaptır, lütfen bana e-posta atıveriniz.
O gidince
Aşk, sevgi, tutku, alışkanlık; bunların hepsi aslında bir paket. Biri oldu mu illa bir diğeri de onu takip ediyor. Sonra biri, sonra yine öteki.
Sadece başlama sırası insanına göre değişiyor. Kafana talih kuşu konmuşsa önce aşkla çıkıyorsun yola.
Aşk olunca tutku zaten yapışıyor koluna. Devamı sevgi, sonrası alışkanlık.
Bazen ilk sevgiyle selamlıyorsun ilişkiyi, gerisi ondan sonra...
Dedim ya sıraları değişiyor, bağlı olarak adamına, kadınına.
Aşkla yola çıkma şansını yakalayabilenlerden olunca bozuluyor ayarlar.
Âşık olunca çakılıyorsun olduğun yere, mıhlanıp kalıyorsun sevdiğine.
Dualarının sıralaması değişiyor. Kendinden önce onun için dua eder buluyorsun kendini defalarca. “Allah’ım onu benden ne olur ayırma” diyorsun. “Ne olur onu alma, alacaksan önce beni al.” “Bana onun acısını yaşatma.”
Ama pazarlığı yok bu işin, aşkın gücü bile yetmiyor yazılanı değiştirmeye.
Ve bakıyorsun bir gün o gidiyor. Sıçan gibi kalıveriyorsun yalnız başına. Ölmek istiyorsun.
Hayat dediğin şey kifayetsiz kalıyor amma işte ite kaka devam ediyor.
Yine de çok uzun sürmüyor. Aklın hep orada, onda, öbür tarafta. Bilinçaltın hep hazırlıkta.
“Ben de gideceğim yanına.”
Ve gidiyorsun çünkü çok istiyorsun.
Bir gün arayla, bir hafta arayla, birkaç ay, birkaç yıl arayla ölen karı kocalar, sevgililer sayıca yadsınamayacak kadar fazla.
Yılmaz Özdil’in anacığı kocasının arkasından 99 gün dayanabildi.
O gidince gidiyorsun işte.
Sahibi ölünce en sadık dost köpekçik bile gidiyor ya, işte öyle.
O gidince gidiyorsun bu kiralık dünyadan.
Bazen haberli, bazen habersiz, ansızın.
Zaten fark etmez ki gittikten sonra.
Tüm âşıklara selam ola.
Açık büfe kadınları
Bu ismi ben bulmadım, sevgili arkadaşım Oya Germen buldu.
Bayıldım, inanılmaz hoşuma gitti.
“Cuk oturdu Oya bu laf birilerine” dedim. Bizler açık büfe kadını değiliz, zaten çoğunuz da değilsiniz.
Olanlar var, hem de bir dolu...
Tek gecelik ilişki yaşayanlar, bile bile evli adamla beraber olanlar, erkek milleti gibi skor peşinde koşanlar, kafa koparıcılar, elin angut, kaba adamına sırf para için ‘aşkımmm...’ diyebilenler, aynı anda üç beş adamı bir arada idare edenler...
Hatta sayı olarak da her geçen gün artmaktalar. Allah akıl fikir vere.
İşte onlar açık büfe kadınlar.
Hani gidersin bir otele ya da tatil yerine ya da açık büfe yapan lokantaya, oraya buraya; alırsın tabağı eline, önce geçersin soğukların önüne; başlarsın tabağını doldurmaya.
“Ay ondan da alayım, ay bundan da.”
“Aaa somon da varmış, dur koyayım tabağa.”
“Aha dolma, bakayım tadına.”
Sonra sıcaklar; tavuk, balık, Allah ne verdiyse koy sepete
Aman tatlıyı da almadan gitme, kaçıyor ya! Senin tabağı ben görsem midem bulanır. İlişkileri de işte bu hesap.
Ya da bazen tam tersi yine açık büfe kadınları ama bu sefer de kendilerine büfede yer edinmişler, elin adamları nerede, bunlar hep orada.
Soğuklarda onlar, sıcaklarda onlar, ekmek bölümünde onlar, tatlılarda onlar...
Yeter ki gelsin, alsın elin herifi.
Ne diyeyim bilemedim, Allah akıl fikir versin.
Tavsiyem; bizim gibi ya açık büfelere takılmayın, takılırsanız da az ve öz yiyin; bir pilav, yanına bir et neyinize
yetmiyor ki?
Paylaş