Paylaş
Ben evimden ayrılalı olmuş neredeyse bir sene.
Bu bir sene boyunca yemedi, kendi evim dediğim gerçek evimin sokağına bile giremedim. Girersem çıkamam diye mi korktum, komşular görür de süzer mi beni diye mi çekindim… ya da belki de hepsi.
Bırak evimi, o sokaktaki anılarım, yaşanmışlıklarım bile beni darmadağın etmeye yeterdi, belki de ondan yemedi.
Hani arabayla bir önünden geçsem diyeceğim, eh en son ektiğim meyve ağacım dallarını sokağa vurmuş, ben de onu görünce başlayacağım ağlamaya ve her şeyi ta başa sarmaya…
Mutfak penceremin önündeki kaktüslerimi de unutmuşum zaten evden ayrılırken.
Kızım dedi ki; “Anne hala oradalar.” Bir de onları aldığım gün aklıma gelecek. Ellerimden 2 gün boyu ayıklayamadığım dikenleri, beni tutan kaşıntı krizine ailece gülmemizi de ekle üstüne; al sana Çin işkencesi.
Garajımız vardı; kapısını açık tutardık köpekler için, o köpeklerden biri “Ginger” hasta dendi; şu kiralık evime aldım; ellerimde vefat etti.
O ev ana baba evimden sonra benim evim dediğim tek evdi.
Bahçeye ellerimle taşlar taşıyıp, belimin beni uzun bir süre terk etmesine sebebiyet vermiştim.
Şöminemiz vardı, ucundan kıyısından resim yapan ben bir aylık tüm ev harçlığımı yağlıboya ve fırçaya yatırıp şöminemizi ellerimle boyamıştım.
Artık bir bahçemiz var diye, ya tutarsa misali yediğimiz her meyvenin sebzenin, sapını çöpünü toprağa gömüp, sulayıp belki çıkarlar diye beklemiştim. Beklememe değmiş; dolmalık biberler yüzümü güldürmüş; on on beş gün boyunca kıymalısından tut, zeytinyağlısına her türlü biber yemeklerini yapıp konu komşuya; “Yine biber var ama bu seferki sumaklı”, “bir diğeri naneli” diye yollamıştım.
Benim evimi bundan tam 12 sene evvel satın almıştık, babam yeni vefat etmişti, hasbel kader bizim elimize de bir para geçmişti. Eski kiralık evdeki babalı anılardan kurtulacak olmak çok işime gelmişti.
Aylarca o dört duvar, kendi evimin içini yapmak için uğraştık, durduk. “En iyisi olsun” dedik, “kalıcı olsun” dedik, tüm imkânlarımızı seferber edip yaşamaktan büyük zevk alacağımız, kendimize göre harika bir ev yarattık.
Bundan tam 12 sene önce bir 5 Şubat’ta, yani benim doğum günümde kendi evimize taşındık. İlk gün “Acaba babam da görüyor mu?” diye çok ağlamıştım; “Gururlansın, beğensin, kendi evim olduğu için sevinsin, inşallah görsün” demiştim.
Kendi evime taşındığımda kızım 5, ben 28, kocam ise 36 yaşındaydı. Gençtik, bu yaşta böyle bir eve sahip olabildiğimiz için Allah’a sürekli dua eder dururdum.
Bir süre sonra kendi evimle öyle bütünleştim ki sürekli; “Hadi gezelim, oraya buraya gidelim” diyen ben, evden çıkmaz oldum. Sürekli eş dost gelsin, ben mutfağa gireyim, kendi evimin mutfağında, kendi ellerimle seçtiğim ocakta, fırında Allah ne verdiyse onları pişireyim, en büyük zevkimdi.
Bir sabah ne tarafımdan uyandıysam, alt kata ineyim derken merdivenlerden uçtum, taş zemine resmen çakıldım. Ağrım, ızdırabım çok olmasına rağmen durumdan şikâyetçi değildim.
Bir süredir; “Eh artık, hadi sokağa çıkalım” diyen kocama evimden çıkmamak için verecek cevabım artık hazırdı; “Maalesef kocacığım, en az 10 gün sokak yasak, sadece yemek yaparım, gerisinde yatıp dinlenmem lazım.”
Bir sabah bir baktım evi marangozlar basmış, ellerinde tahta parmaklıklar. Kocama; “Hayırdır?” dedim.
“Merdivenlere taktırıyorum.”
“Ha anladım, Begüm düşmesin diye”
“Yok, o temkinli, kolay kolay düşmez de sana pek güvenim yok, senin için.”
Gel zaman git zaman, yıllar geldi geçti kendi evimde. Dile kolay tam on bir sene. Her geçen sene daha da kendi evim olmaya başlamıştı; evin içinde yaşanmışlıklar çoğalınca, ilk gün bahçeye ektiğin küçük fidanlar afili birer ağaca dönüşünce, küçük kızın o evde bebeklikten ergenliğe geçince, sen de bunların hepsine o evde tanık olunca...
Sonra gün geldi, kapı çaldı. Beklenmeyen bir misafir beni kendi evimden etti. Çünkü kendi evim eşimin üstüneydi.
Kendi evimden ayrılırken arkamı dönüp şöyle bir baktım; aslında yıllar boyu kendimi kandırmıştım, aslında burası hiçbir zaman benim evim olmamıştı, ben sadece kocamın kiracısıydım.
Yeni ev aramam gerektiğinde bir gece Allah’ıma şöyle dua ettim; “Allah’ım ne olur bana yine bu sitede, benim evimin birebir aynısının minyatür halini ve kirası makul olanını nasip eyle” diye.
İnanınca mı, yoksa çok isteyince mi oluyor bilmem ama ertesi gün kendi evimin bir sokak ötesinde, aynısının minyatürünü buldum. Kendi evimde ellerimle seçtiğim banyoların, yer taşlarının, mutfağımın birebir aynısı olmasına, hatta bahçedeki ağaçların aynı olmasına ne dersiniz bilemem. Ben dedim ki; “Bu bir mucize”
Şimdi diyeceksiniz ki; “Ah işte ne güzel, bak kalbin temizmiş; kolay atlatmışsındır kendi evinden ayrılma travmasını.”
Ben de derim ki; “Hala atlatamadım. Arada geliyorlar, böğürüyorum.”
Ivanka; “Ne var Anşa, neden ağlıyorsun?” diyor.
“Evimi özledim” diyorum.
Sonra başlıyor o da ağlamaya; “Ben de özledim evimi” diye. O an utanıyorum kadıncağızdan; üç senedir evinden, ülkesinden uzak diye.
Kendi evimi neden yazdığımı, aklıma bu yazının nereden geldiğini soracak olursanız şundan; kiralık evimin çerçevelerinde bir problem var. Gece gündüz “huuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu” rüzgâr sesleri ensemde.
Geçen gün lağım taştı, banyolardan birinde küvet su sızdırıyor, sürekli kofralar atıyor, yani bir sürü problem. Hepsini tek tek kâğıda yazdım, “Bunları sen yaptıracak olsan biterdin Ayşe” dedim ve ev sahibimi aradım. Hepsini haliyle o üstlendi, ben de Pollyanna oluverdim bir an; “Bak işte, şimdi kendi evin olsa nah kalkardın altından.”
Sonra yine bir hüzün bastı beni, yine özleyiverdim kendi evimi. “Ulen yık bu tabuyu, atla arabaya önünden geç” dedim, sonra yemedi; yine gidemedim.
Aman zaten neden bu kadar takılıyorum ki, şu dünyanın bile kendisi kiralıkken, ha ev senin olmuş ha kiralık ama değil mi?
Not: Bir ara kocamın kiracısıydım, şimdi ise bir kadının ama ahdettim bir gün ben de kendime bir kiracı bulacağım.
Paylaş