Paylaş
Devlet işleriyle benim işler bu hafta birbirine giriverdiler. Hangisi daha vahim derseniz, eh haliyle büyük resim önemli illa ki. Ama benim işlerimin ucu da gelip devlete dayanıverince işte orası düşündürüyor insanı yine. Bir haftadır gözümün önünde rahmetli Michael Jackson’ın Thriller şarkısının klibi dönüyor. Hani insanlar uluma sesleri içinde mezarlarından çıkıp tuhaf bir dansa başlıyorlar, zombiler yani. Sağa sola sallanarak tuhaf tuhaf dans ediyorlar, buna benzer danslar hani tarikatlarda da var. Böyle aklıma geldi, tüm hafta hep gözümün önünde milletçe biz çıkmışız Taksim Meydanı’na, her şehirde meydanlara gelmişler, biz de sağa sola savuruyoruz kendimizi Thriller’daki gibi. Sonra bir ferahlıyoruz sanki. Dedim ya tüm hafta bu görüntüler gözümün önünden gitmedi ve gitmiyor nedense. Neyse yazmadan geçemedim, ruhumdaki dalgalanmaya verin, e mi? Kaset, dinleme, montaj, dublaj falan derken, parasını ödediğim ama ödediğim parayı beğenmeyen bir zibidi benim eski evime bir kâğıt yolluyor. Eski evimdeki düşman da bana bunu ulaştırmıyor. Al sana icra takibi. Ben de gerizekalı, internetten kredi kartıma güya para yatıracağım. Al sana kocaman kırmızı cümle; benim para bloke olmuş.
Şimdi ben avukat tuttum, davalar açılacak. Karşıdakinin canı çekmiş, benden dokuz milyar istemiş; imza yok, belge yok. Bilmem kaç bin TL para yatıracağım, dava açacağım. Daha bir gece öncesi uçan kuşa borcu olan adam yan masamda şampanyalar açtırırken, kimse bu adamın yakasına yapışmazken, eee bu ne, kim kolluyor bunları diye sorarım ben. Aynı soruyu 2002 yılından önce evlenenlerin aşk evliliği yapmadığına mı inanıyorsunuz da mal ayırımında yarı yarıya paylaşım hakkı vermeyip kadınları kepaze ediyorsunuz, 2002’den sonra evlenen kadınlara kraliçe muamelesi yapıyorsunuz diye soracağım gibi.
Bu sinirle annemi aradım. Param gitti diye anlatacaktım.
“Alo” dedi. “Ne var?” dedi.
“Ne ne varı, sen aradın” dedim.
“Hayır, ben aramadım, sen aradın” dedi.
“Pardon kafam karıştı” dedim. “Param” dedim, “param gitti. Üç bin lira param.”
“Yine mi para?” dedi. “Para konuşma benimle, hele telefonda asla” dedi. “Borç veremem artık, bıktım” dedi, telefonu suratıma kapattı. Moralim daha da çok bozulup da bu bende bir çağrışım yapınca kankam Esma’yı aradım; “Moralim çok bozuk” dedim, “beni eğlendirecek bir şey yapsana ama evden çıkmak falan istemiyorum.” İki gün sonra telefon çaldı.
“Alo Ayşe.” Ana ses tanıdık, arayan eski kocam, “sus ve dinle” dedi. Eyvah dedim içimden, hayra alamet değil beni araması, demek durum vahim.
“Seni çok özledim” dedi. “Sensiz yapamıyorum, bu kavga artık bitsin. Gel eskiye dönelim.” Heyecandan bayılacak gibi oldum ama sonrası daha şaşırtıcıydı: “Ev senin, araba senin, arsayı da sana verdim, akşam şurada yemek, randevu.”
“Öpüyorum” dedim, kapattım. Esma’yı aradım: “Esma Esma...”
“Ay kıyamam” dedi, “Çok mu sevindin? Ay Ayşe dur, biliyorsun benim elim uzundur, kocanın telefonunu dinlettim, üzerlerinde biraz montaj yaptırttım, bir tiyatrocu bulup sesini de taklit ettirttim, beni eğlendir dedin ya...”
Önce Esma’ya iki laf saydım, sonra sordum tabii, “Ya bu işler bu kadar kolay mı?” diye.
“Tabi kızım” dedi, “istersen sana Obama’yı bile konuşturabilirim, Beyaz Saray’a kadar uzanıyor benim adamlar.” Yok artık!
Türkiye’de ilk çizgi film
Bir gün bana bir e-posta geldi. Ayşe kızım, oku. Okudum ve nasıl kaçırmışım bu durumu şaştım. Ayşe Şule Bilgiç’in söylemlerine hiç rastlamamıştım. Rastlasaydım kendim zaten yardım edin bana kanıtlayalım diye eskilerden kim varsa araştıracaktım. İlk çizgi film örneklerinden biri annemin evinin duvarlarında asılı. Sevgili Ayşe Şule Bilgiç defalarca, her yerde Türkiye’de ilk çizgi filmi kendilerinin yaptığını söylemiş, hatadır, düzeltelim.
Bana gelen e-postanın sahibi sevgili Derviş Pasin.
Bakın neler diyor e-postasında bu ünlü çizgi adamı.
Tanımayanlar için yazıyorum. Derviş Pasin bu mesleğe yıllarını vermiş, çok değerli bir animatör ve çizerdir.
“Sevgili Ayşe!
Bildiğin üzere ben, Türkiye’de 1967 yılından beri çizgi film yapan ve yine bu sektöre birçok animatör yetiştiren ve hali hazırda sahibi olduğum Pasin Çizgi Film Stüdyosu’nda filmler üreten bir animatör ve yönetmenim.
Bu mail’i sana yazmaya neden gerek duyduğuma gelince; Sayın Ayşe Şule Bilgiç’in basında yaptığı açıklamaların artık ben ve benim gibi animasyona yıllarını vermiş sanatçıları rencide olacak noktaya getirmiş olmasıdır.
Ayrıca bu yaptığı açıklamalar kamuoyunu yanıltmaktadır.
Bu genç bayan birkaç yıl önce Türkiye’de “İLK” defa çizgi filmi kendilerinin yaptığını söyleyince aslında bu sözün üstünde durmamıştım bile.
Genç bir insanın ilk defa çizgi film yapmanın heyecanı ile duygularını kontrol edemediğini düşünmüştüm.
1932’den bugüne kadar Türk çizgi film sektöründe baban ve amcan dâhil aşağıda adı geçen bir sürü film üretmiş, her biri çok değerli animatörlerimizden Vedat Ar, Yalçın Çetin, Mıstık, Oğuz Aral, Tekin Aral, Nihat Bali, Tonguç Yaşar, Orhan Büyükdoğan, Erim Gözen, Tunç İzberk, Ateş Benice, Ali Murat Erkorkmaz, Cemal Erez, Meral Erez, Emre Senan gibi insanların hatırasını kirletmeye ve yaptıkları eserleri göz ardı etmeye kimsenin gücü yetmemeli.
Bu aşamada ‘mütevazı olma, gerçek sanırlar’ sözünün doğruluğunu bir kez daha hatırlatmak isterim kızım.”
Ben de Ayşe Şule Bilgiç’in daha araştırmacı olmasını ve bu önemli isimleri anmadan geçmemesini arzu ederdim.
Ayşe’nin notu: sevgili Ayşe Şule Bilgiç cevap hakkını kullanmak isterseniz köşem size her zaman açık. Sevgili Enver Aysever, Derviş Pasin size ulaşmak istemiş ama ulaşamamış, siz kendisiyle irtibata geçseniz...
Paylaş