Paylaş
Diyorum ki bunu yapanların ruh sağlığının kesinlikle yerinde olmaması gerekir ama sonra düşünüyorum ki ruh sağlığı bu derece bozuk insanlar ellerini kollarını sallayarak sokaklarda dolaşamazlar.
İlla bir yerden bir sinyal verirler. Geçmişlerinde kesin bir çürüklük, bir saldırganlık, bir sapıklık öyküleri vardır ama bu öyle de değil.
Üç evladı katleden adam, bir diğer evladı katleden bir üvey anneanne ve ona yardım eden bir üvey anne; bunlar işlerine güçlerine giden, çoluk çocukları olan eş dost çevreleri olup hayatın içinde bizimle yaşayan insanlar, içimizdeler. Bir gün aynı otobüste, aynı dolmuşta, aynı lokantada dirsek dirseğe onlarla oturma ihtimalimiz var.
Kafam karışıyor.
Peki, bu cinnet mi diyorum? Bence cinnet de değil, cinnet geçiren ne yaptığını, ne ettiğini, olayın tüm detaylarını nasıl hatırlar, tüm yaşananları bir bir nasıl sayar; sayamaz ki.
Eee, o zaman bunlar ne? Bunlar cani. Üç evladı katleden adam ayrıca sapık. Çocukları kaçırmasındaki ana sebep; kız çocuğuna tecavüz etmek, ediyor da şerefsiz.
İşte bu noktada da Hüseyin Üzmezler salıverildiğinde gösterdiğimiz tepkiler haklı çıkıyor. Özellikle bir çocuğa yapılan taciz ve tecavüz direk sapıklık. Adamın gözü o kadar dönüyor ki alacağı iki dakikalık haz, şuurunu kaybetmesine sebep olabiliyor. Buradan da şu çıkıyor; çocuklara taciz, tecavüz eden her sapık potansiyel katil olma riskini de taşıyor.
Evlatlarımız elimizden kayıp gidiyor, bazılarının failleri bir şekilde; bazen hemen, bazen de geç ele geçiriliyor. Bazı evlatlarımız kaybolalı yıllar olmuş, başlarına ne geldiğiyle ilgili, soluk alıp almadıklarıyla ilgili yıllardır hala hiçbir bulgu yok.
Bizler bu durumlara üzülüp, ağlayıp, içimiz yanarken ya bu evlatların anaları babaları neler yaşıyor, nasıl ayakta kalıyorlar, bu acıyı nasıl taşıyabiliyorlar, insan düşünmek dahi istemiyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor, onların yaşadıkları acıyı ancak tahmin edebiliyoruz, hatta belki de edemiyoruz. Muhtemelen etmemiz de mümkün değil, Allah kimseye de tahmin ettirmesin diyoruz.
Uzunca yıllar önce eski eşimle bu konularla ilgili bir film seyrederken bana sordu;
“Ayşe, hırsız ya da katil olabilir misin bir gün?”
“Olamam herhalde”
“Eee, peki filmdeki kadının yerine koy kendini”
Filmdeki kadın gerçekten çok zor durumda, açlık diz boyu, kuruş parası yok. Ne etse, ne iş bulabiliyor, ne bir çıkış yolu. Bir gün hırsızlık yapıyor; sadece evladı için bir lolipop çalıyor, o lolipopu da kızının bir günlük beslenmesi için çalıyor.
“Evladım açlıktan ölmesin diye, başka hiçbir çarem de yoksa yiyecek bir şey çalarım, evet”
“Peki katil?”
Filmdeki kadın ilerleyen günlerde bir adamla evleniyor, artık açlıktan da kurtuluyorlar, mutlular. Kadının hayata karşı ümitleri yeniden yeşeriyor.
Ta ki bir gün eve geldiğinde kocasını kızına tecavüz etmiş ve öldürmüş bulana dek. Adamla burun buruna geliyorlar, kadın haliyle çıldırıyor ve eline geçirdiği şöminenin maşasını adamın kafasına kafasına vurmak suretiyle adamı öldürüyor, sonrasını da, olanları da daha sonra hatırlamıyor. İşte bu cinnet oluyor.
“Evet, aynı durumu yaşasam; katil de olabilirim.”
Konu evladın olunca hayatın duruyor, bildiğini sandığın tüm ezberler bozuluyor. Bir zamanlar dünyada en çok sevdiğini sandığın anan baban, evlattan sonra sevgi sıralamasında aşağılara düşüyor, aynı senin annenin babanın sevgi sıralamasının da sen dünyaya geldiğinde değiştiği gibi.
Peki, şimdi ne olacak, ne tür önlemler alınacak, evlatlarımızı nasıl koruyacağız? Eve mi kapatacağız? Onları nereye kadar koruyabileceğiz? Bir bayram günü kimsenin kapısını çalma mı diyeceğiz? Tanımadığın bir çağırırsa asla yanına gitme mi diyeceğiz? Bir boşanma yaşadıysak çocuğumuzu eşimizin yeni eşinin evine yollamayacak mıyız?
Hadi küçük çocukları kontrolümüz altına aldık ya genç kızlarımız, genç erkek çocuklarımız? Bir flörtü, okuldan bir arkadaşı bir yere davet ettiğinde ne yapacağız? Bu sefer de Münevver’in olayı aklımıza gelmeyecek mi, yine korkular, yine şüpheler içimizi kemirmeyecek mi?
Peki, şimdi ne olacak? Caydırıcı olması açısından idama evet mi diyeceğiz? Hadi idama evet dedik, bir insanın başka bir insanın canını almasını kabullenemez ve şiddetle karşı çıkarken aynı yolun yolcusu mu olacağız?
Ya da linç mi? “Bize verin; halka, cezasını biz keselim” mi diyeceğiz? Yani yine mi çelişeceğiz, bizler mi birinin canını alacağız?
Taciz, tecavüz suçlularını hadım etmekle bu işin önüne geçmiş mi olacağız? Adamı sokaklara salıverdikten sonra hadım edildiği için bu sefer de gözü dönmüş bir seri katille mi uğraşacağız, onun korkusunu mu yaşayacağız?
Zaten şu ülkede sanki her şeye karar verebilmek biz halkın tekelinde de. Eh öyle değil, olmasın da zaten. Olması gereken yasaların tekrar gözden geçirilmesi, artık müebbet hapis mi olur, ne olur bilemem ama bildiğim Hüseyin Üzmezler’in sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya gezmeleri olacak iş değil.
Bir an evvel ne yapılması gerekiyorsa yapılsın. Ne katil olalım, ne kimseyi linç edelim, Allah’a inancımızla bunları ilahi adalete, devlete olan inancımızla da devlete havale edelim.
Not: anasının ve anneannesinin caniliği sebebiyle bir başka evlat daha artık yalnız büyüyecek, kim bilir ileride onu nasıl bir hayat bekleyecek. Üvey annenin kendi bebeğini de devlet elinden alacak, kadına oh olsun diyorum da o zavallı, her şeyden habersiz bebeğin bundan sonraki hayatı, ana kokusuz geçecek yaşamı için de üzülüyorum işte.
................................
Bugün bir mail geldi Yaşar Berberoğlu diye birinden. Bana sitesinin adını vermiş, yukarıda yazılı olan sitesinin adını.
Kendisi eskiden zabıtaymış, sokak hayvanları toplayan ve onları katleden biri. Kitabında onları nasıl katlettiğini yazmış. Bu adamı karısı katil ruhlu diye boşamış. Yazdığı kitabın tüm gelirini sokak hayvanlarına adamışmış.
Alın işte size vahim bir örnek daha, aşağıda da kitabından bir parça. Şimdiden söyleyeyim “Bu yaptıklarımdan üzgünüm, beni hasta etti” falan gibi yorumlarını kaale alamıyorum Yaşar Bey. Bunları yazmışsın ya, bana göre senin ruh sağlığın hiç normal değil, acilen psikolojik destek almalısın.
NOT: Buradan savcıları da göreve davet ediyorum. Bunları yazan insan suç işlemektedir. Üstelik bugün hayvan öldürdüğünü bu kadar açıklıkla, haz alarak yaptığını söyleyen, yarın bir çocuğa da rahatlıkla zarar verebilir.
Mutluluk dansları bıçakla kesilir gibi dururdu.
Önce titremeye başlarlardı.
Ardından soluk almaları zorlaşırdı.
"Çok acı çektiğimi görebiliyor musun?"
"Beni kurtarabilir misin?" der gibi bakarlardı.
"Lütfen bana yardım et"
"Ben sana ne yaptım ki bana bunu yaptın?" der gibi bakarlardı.
Garip bir tat alırdım onların yalvarmalarından.
Onların gözlerindeki dehşeti ve yalnızlığı gördükçe; havada kanatlarını çırpmadan süzülen bir kartal kadar huzurlu ve güçlü hissederdim kendimi.
Bazıları çığlık çığlığa can çekişirken
Bazıları hafif ve kesik iniltilerle
Bazıları da sessizce ölürdü
Nedense hepsi ağlardı can verirken.
En çok da denetimsiz ve kuduz bir panik yaşarlardı.
Bakışları bir bilmece gibi olurdu hep."
* * * *
"Kıyma yetsin diye daha az atardık;
O zaman daha zor ölürlerdi."
"Yavruları zehirli kıymadan yemesin diye onları patileriyle uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ağzından kan gelirken can havliyle bebelerini kurtarmaya çalışması dehşet hüzünlü bir manzara oluşturuyordu. "
"Koynumdaki ipi çıkardım; ipi görünce onunla oynamasını istediğimi sanıp çekiştirmeye başlamıştı.
Ritmik bir şekilde dans edip bana sarılmak istiyordu sürekli.
İpin ucunu kement gibi halka yapıp tereddütsüz boynuna geçirdim.
Oyun oynarken birden orada asılacağını tahmin edemezdi elbette."
* * * *
"Hayatım; bir şeyler biliyormuş gibi rol kesen ama asla bir halttan anlamayan psikiyatristlerin odalarında ve antidepresan ilaçların kölesi olarak geçti.
Tiklerimin, takıntılarımın, komplekslerimin esaretinden kalıcı olarak hiç kurtulamadım.
Ölümün rengini estetikleştirme mücadelesi içinde geçti yaşantım."
"İlk bebek cesedini 5 yaşındayken mezarlığa götürüp tek başıma gömdüm.
Öldürmek bana güç veriyordu
Aşağılık komplekslerimi, yenilmişliklerimi bastırıyordum can aldığımda
Annemden, öğretmenden, arkadaşlarımdan, imamdan dayak yemenin ötesine geçip bir cana hükmetmeyi olağanüstü bir mutluluk kaynağı olarak algılıyordum."
Paylaş