Paylaş
Birinde çantam gitti. Bir diğerinde hırsızı arka sokaklarda kıstırdım, ufacık bir çocuktu. Hatta onu çalıştıran patronu bana bıçak göstermişti.
Çığlık atarak başıma insanları toplamış, veledi polis karakoluna götürmüştüm.
Polis demişti ki “Bunlar çete, sizdeki de iyi cesaretmiş yani. Yapacak bir şey yok, yaşı küçük, şimdi ailesini arayacağız, gelip alacaklar, sonra yine sokaklara salacaklar”...
Çantamı kurtarmış, evime dönmüştüm.
Geçen gün meşhur bir muhallebicide, denize nazır olanlardan birinde oturayım, bir kahve içeyim dedim. (İlaç kullandığımdan oruç tutamıyorum, çok laf sokuyorsunuz bazılarınız da yazayım. Allah’a vereceğimiz hesabı size de vermek durumunda kalıyoruz, bu da tuhaf ya neyse...)
Çantam yine benden uzakta elbette, diğer sandalyede.
Bir kadın olarak ben de imkânlarım yettiğince çantaya para veririm, iyi çanta kullanmayı severim.
Kahvemi içerken bu aralar olmayan iç huzurumu daha da bozacak bir telefon konuşmasına kaptırıverdim kendimi.
Bağrınıyordum telefonda, “Bak görecek, artık bu kadarı fazla” falan filan diye...
Bir anda tepemde bir siyahlık gördüm. Kara bulutlar üstüme üstüme geliyorlar işte dedim.
Sonra ayılıverdim duruma; o kara bulutlar çantamla beraber uzaklaşmaya başladı! 50’li yaşlarda bir kadın, sanırsınız maratoncu, rüzgar hızıyla elinde benim çanta, başladı koşmaya.
Elimdeki telefonu havada gördüm en son. Zaten sinirim had safhada, ben bırakın koşmayı, düz yolda zor yürürüm ama işte can havli demek ki, başladım kadının arkasından bağrınarak koşmaya.
Olduğum yer aslında karakola da çok yakın “Polis!” diye de bağrınıyorum ama arkamdan gelen yok...
Arka sokağa daldı kadın, ben de arkasından...
Çantam kıymetli, ama onu geçin... Ev mev tutacağım ya, param var kendime göre yüksek bir rakam, hem de epeyce yüksek.
Avukatla işim var bu aralar, gidip üç saatte çıkarttığım belgeler falan da var.
Her şeyim içinde işte ya. Anahtarlar. iPad’imi de unutmayayım ayrıca...
Ve kadını gözden kaybediyorum bir anda. Yok!
Yer yarılıyor, kadın o daracık sokakta kayboluyor. Ama tek şanslı olduğum nokta sokak çıkmaz sokak... Ve sokakta gecekondular var. Tamam, kadın bunlardan birine sığındı diyorum. Ya da hatta belki kadın bu evlerden birinde yaşıyor.
Ben de bu evlerin hepsine girip çıkmazsam ne olayım. O çantayı bulacağım.
Birinden yardım istemem lazım, polisi çağırmam lazım ama nasıl, cep telefonum yanımda değil.
Olduğum yerden çok uzaklaşmak da istemiyorum.
Sokağın başına kadar geri geri yürüyorum hareket olursa gözümden kaçmasın diye.
Sokağın başında hiç mi hareket olmaz be!
Bir taksi de mi geçmez?
İki insan da mı yürümez?
Sokağın başından sağa sola bağrınıyorum, tık yok.
İnadım inat, illa bu sokağa gelen olacak.
Camlara taş atmaya çalışıyorum, zilleri çalıyorum.
Bir iki insan “Kim o?” diyor.
Anlatıyorum: “Poposu büyük, başında turuncu eşarp olan, 50’li yaşlarda bir kadın oturuyor mu bu sokakta, çantamı çaldı. Şimdi polis geliyor, her evi arayacak.”
“Bilmiyoruz.” Küt...
Sadece küçük, 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu bir şey söyleyecek gibi bana bakıyor, annesi ya da belki anneannesi “Gir içeri” diyor.
Arada yine sokağın başına gidiyorum.
Perili sokak sanki, önünden kimse geçmiyor.
Ve sonunda yaşlı bir amca, takım elbiseli, elinde pidelerle sokağa doğru giriyor. Koşuyorum.
“Amca” diyorum, “Ne olur yardım et”...
“Hayırdır kızım?” diyor.
Anlatıyorum.
“Gel kızım” diyor, “Alalım çantanı, adı Zehra onun (İsim tabii ki değiştirildi tarafımdan), bu sokakta onu kimse ele vermez.
Yaptığı büyük hata ama evladı kan kanseri. Biz mahallece destek oluyoruz, sigortası yok, devletten ilaçlarını bile alamıyor. Kocası desen alkoliğin teki. Hayatı çok zor yani...”
Gidiyoruz Zehra’ya meğer kaldırımında beklediğim evin bodrumunda yaşıyormuş, burnumun dibindeymiş yani.
Beni görünce yerin dibine giriyor, ben de evinin içine...
Ağlıyor, ben de ağlıyorum küçük Esma’yı görünce.
Çantamı alıp çıkıyorum.
Yahu diyorum nereden nereye...
Bak sen Yetiş Ayşe’sin, bu sefer e-postalarda değil, sokakta buldu seni acı bir yaşam hikâyesi.
Ne edeceksen edeceksin, bir şeyler yapacaksın Ayşe.
Hemen muhallebiciye gidiyorum.
Telefonumu buluyorum, Allah’tan saklamışlar ama ekranı tuzla buz bir halde, nasıl fırlatmışsam o sinirle...
İlerleyen günlerde yardım isteyeceğim sizlerden de.
Ne hayatlar var işte...
Ben bağrınıyordum o telefonda salakça şeylere, gerçi iyi ki bağrınıyordum belki de yoksa gözüm çantada olsaydı tanıyamayacaktım Zehra’yla Esma’yı.
Böyle hırsıza kızamıyor bile insan, Allah kimseyi buna muhtaç etmesin işte...
Paylaş