Paylaş
Hele şimdilerde Cumhurbaşkanlığı koşuşturmacası da var, normaldir tabii. Gerçi ben birilerinin Başbakanımızın kulağına bu durumu fısıldamasını, “Aman efendim durum vahim, yaz ayları için özellikle bir önlem alınması gerekmektedir” demelerini beklerdim ama beklentilerim fos çıktı.
Acaba duymamış olabilirler mi, böyle bir şeyin varlığından bihaber olabilirler mi, aklıma anca o geliyor yani.
Neyse ben vatandaşlık görevimi yerine getirip bu konuya dikkatlerini çekeyim, gerisi onlara kalmış efendim.
Durum şu; saat 22.00’den sonra nasıl içki satılmıyorsa, akşamüstleri saat 5 ve 8 arası da içki satışı ve servisi olmamalı asla.
Özellikle ve özellikle yaz ayları buna ehemmiyet gösterilmeli. Kışında gösterilmeli tabii, aman yanlış anlayıp sadece yaza ambargo koymasınlar da!
Nedir bu happy hour denilen zırva?
Mutlu saat; aslında mutlu saatler. Adı bile başlı başına tahrik unsuru. Bir nevi özgürlük yani, günün 5’le 8’i arasında. Adamı, kadını yoldan çıkarır bu mutlu saatler valla. Karılı kocalı gidilmez asla. Adam hop işten çıkar, kadın da hop alışverişten kaçar ya da evden; kızlarla buluşmaya.
Yaz ayları ise, adam bekâr zaten şehirde, kadın ise çocuklarla bir tatil beldesinde ya da yazlık evde.
Zaten oralarda mutlu saatler iskelede başlar, bir de fışkırtırlar tepeden bir şeyler.
Dans desen aman yarabbi. Al sana adrenalinin engellenemez, arasan bulunamaz en yüksek mertebedeki hali. Müzik bile farklı çalar bu happy hour’larda. Bir tane şöyle adaplı, “ah ne romantik, bak eski sevgilim aklıma geldi, bunu da onunla ne dinlerdik” gibi bir şarkı duyduysam bu happy hour’larda, bu hafta köşemi bir DJ’e vereceğim.
Ne kadar iç gıcıklayıcı şarkı varsa hep onlar çalar, hep. 6 sularında başlar kadın-erkek gözler fel fecir oynamaya. O sırada kadın arar ocasını happy hour’dan uzaklaşarak, adam da bakar ki karısı arıyor o da bardan çıkar konuşma şöyle geçer: (İkisinin de kanı kaynıyordur, mutluluktan
uçuyorlardır aslında...)
- Kadın: Aşkım nasılsın?
- Koca: İyiyim yavrum be, ne olsun; sıcak, yorgunluk, bıkkınlık, sıkıntı... Şimdi orada olmak vardı.
- Kadın: Burası da çok sıcak, ya evet, ben de çok özledim seni, neredesin?
- Koca: Marketteyim, eve bir şeyler alıyorum, alışveriş.
- Kadın: Ay kıyamam, tamam, çok öptüm, bye.
- Koca: Bye canım.
Ve happy hour’a dönüş. Dan dan dan, dımçık dımçık dımçık... Müzik ve göz oyunları kaldığı yerden devam eder. Evde oturuyorsan eğer, seni bir arkadaşın arar:
- “Hadi gel.”
- “Nereye?”
- “Happy hour yapacağız falan mekanda.”
Totonu kaldıracak halin de olmasa, depresyonun ayakta geziniyorsa da kelimenin tahriğine kapılırsın, daha hangi happy hour’dan mutsuz kalktın? Happy işte, adı üstünde.
İlk gittiğinde müzik basar seni, dan dan dan diye. Arkadaşların da eğer çoktan barajı geçtiyse üstüne üstüne geliverir bar. Ama en fazla yarım saatlik işin var, adı üstünde mutlu saat yav. Çok tehlikelidir işte.
Yarım saate yoldan çıkarsın. Otokontrolü elden bırakmaman gereken en önemli yerlerden biridir happy hour’lar. Ne kadar evli olup da bekar gözükmeye çalışan erkek, kadın, çıtır avcı varsa hep oralarda dolaşırlar. Çünkü bunlar akşam saatlerinde evde olmak zorundadırlar. Aman ha derim, secerelerini isteyin. Bu happy hour’lar yüzünden bazı dans okullarında ek bir kazanç sağlanmaya başlandı. Size dedikodu vereyim. Tatil yerlerinde happy hour’larda fıstık gibi dansçı kızlar dans ediyorlar. Boru dansı falan da yapıyorlar. Sevgiliyi
eve bağlamak isteyen hatunlar da dans okullarına gidip boru dansı dersi alıyorlar. Sosyetik üç tanenin adını ben biliyorum ama şunu anlayamıyorum, evde boruyu nereden buluyorlar? Tatil yerlerinde happy hour’larda en favori içki ne mesela; sex on the beach (kumsalda seks). Valla iyice çığırından çıkıldı bu memlekette. Acil önlem alınmalı.
Happy hour değil, listen to yourself (kendini dinle) diye bir şey çıkarmalı devlet. 5 ve 8 arası her yerde bedava limonata ikramı olmalı. Barlarda özgün müzik çalmalı, herkes o saatlerde oturup iç sesini dinlemeli, düşünmeli, özüne dönmeli, hayatını gözden geçirmeli...
Bilemedim, biraz düşünelim, daha üretken olabiliriz yani diye düşünmekteyim. Happy hour olmasın yeter ki. Yani işe Başbakan el ataydı da ben bu kadar uğraşmasaydım, bu benim işim değil ki, devletin işi öyle değil mi?
Ayşe’nin notu:
Bu yazıyı iki şekilde yazmış olabilirim:1: Belki tatile çıkamıyorum, hatta o kadar çok işim var ki evden çıkıp bir happy hour’a bile gidemiyorum, onun verdiği yüksek gerilimin altındayım.
2: Bir happy hour’dayım, benim kızlar coştu, ben hâlâ yarım saati tamamlayamadım.
Paylaş