Paylaş
Diğeri mücadeleci, kanatları olan romantik bir siyasetçi. Anneler Günü’nde iki dostum Ayşe Önal ve Şafak Pavey’le buluştum. Anne-kız ilişkilerine bir kez daha bayıldım. Siz de bayılacaksınız
Şafak biraz geçmişe dönmek istiyorum, sen çok çalışan bir annenin çocuğuydun, bu zor muydu?
- Şafak Pavey: Aslında çalıştığı için değil ama ortalama annelere benzemediği için zordu. Annem sanki çok hoşgörülüymüş gibi yapıyor. Kesinlikle doğru değil. Onun, bizim toplumun alışkın olmadığı bir çıtası var ve çok yüksek... Bir de şu var: Karnemiz sıfır gelse umursamaz, kırılan dökülen kaybolan şeylere aldırmaz... Paradan hiç anlamaz, klasik bir lafı vardır “Ölüm mü var ucunda” diye. Ama bizim apartman görevlimize selam vermeyi unutsam, onu, tatmin edecek düzeyde hakkaniyetli ve cesur davranmamışsam sıkı bir azar işitir, sıkı da bir dayak yerim.
Şafak nasıl bir çocuktu?
- Ayşe Önal: Kesinlikle normal bir çocuk değildi. İnatçı ve meraklıydı. Sekiz yaşındaydı, oturduğumuz Eskihisar sahilinden tek başına yamaçlara tırmanıp Anibal’in mezarını bulmuştu. Sonra Anibal kim diye baktık, google da yok tabii, koca bir tarih ansiklopedisi almak zorunda kalmıştık. Bir yandan da çok şanslı büyüdü. Keçileri, köpekleri ve tavukları vardı. Okuldan döndüğünde ben işte olduğum için hayvanlarıyla zaman geçirirdi.
Unutamadığın bir an var mı?
- A.Ö: Yalvaç Ural hep anlatır hikâyesini... Yedi yaşındaydı. Milliyet Çocuk’tan ödül kazanmıştı. O zaman Milliyet Babıali’de... Tek başına ödülünü isteyince Yalvaç Abi şaşırmış; “Kızım senin anan baban yok mu?” diye sormuş. Annem aşağıda bekliyor demiş. Yalvaç Abi hep takılırdı... “Bu çocuğu sokakta büyüttün” diye...
Gerçekten sokakta mı büyüttün?
-A.Ö: Annen solcu bir üniversite öğrencisi olunca sana da öğrenciler bakıyor. Tamamen üniversitede büyüdü desem yalan olmaz. Belki benim hiperaktif hayatımı izleyerek büyümesi onun ülkenin her köşesini, her derdini çok erken yaşta fark etmesine yardım etti. Bence ben nasıl yaşayacaksam öyle yaşadım, o beni izledi..
Şafak, “Ne çektin bu Ayşe’den?” desem çok mu abartmış olurum?
- Ş.P: Ahhhh, ahhhh.. Beklenmedik zamanlarda beklenmedik işler yapan bir anne olduğu için hiç abartmıyorsun Aynurcuğum. Şaka bir yana, politikaya girdikten sonra gördüm ki bize temel değerler konusunda, toplumun genel eğilimlerine aykırı olarak çok büyük bir eğitim vermiş. Güçlüye uzak, zayıfa yakın olmak erdemini ve özgüvenimi ona borçluyum.
Ben sesini yükseltmem anneminki inmez
Çılgın bir anne... Sükûnet içinde bir çocuk...
- A.Ö: Benim çılgınlığım onda sükûnet etkisi yaratmış olmalı. Komik bir hikâyem var. Köpeği olmadan yaşayamıyor. Ama apartmandayız. Bir Terrier aldık. Ev dandini. Bir sabah evden çıkmadan önce Şafak’a not yazdım: Dokuz yaşındaydı. “Yatağını topla, köpeğinin yemek tabağını temizle, sorumluluklarını yerine getir.” Akşam eve geldim, yatağımda bir kâğıt, üstünde karikatür kareleriyle notlar yazmış: “Anne yatağını toplamıyorsa çocuk yatak toplamayı nasıl öğrensin?”, “Anne elbiselerini asmıyorsa, çocuk nasıl assın?..” Bir daha onu uyarmadım.
Rollerin karıştığı oluyor mu?
- Ş.P: Sanki biri sana fısıldamış da soruyorsun gibi oldu. Bu benim uzun yıllar kullandığım bir benzetme. Annem bir gencin yapacağı her şeyi yapabilir. Bense daha sakin davranırım. Ankara’ya gidiyoruz arabayla. Süratli olduğumuz için polis durdurdu. Memura, “Ben yavaş gidelim diyorum ama yanımdaki milletvekilinin acelesi var, bana sürat yaptırıyor” deyiverdi. Ben öylece kalakaldım, çünkü yavaş gidelim diye onu uyaran benim...
Ayşe’den izler taşıyor musun?
- Ş.P: Annemle üsluplarımız farklı olsa da kültürel önyargılara karşı hiç korkmadan durmamız aynı. Fiziksel olarak da korkusuzluğumuz benziyor. Hatta o asansörden korkar, ben korkmam. Ben sesimi hiç yükseltmem, onun sesi inmez. Ben iyi kötü giydiklerime özen gösteririm. O yırtık eşofmanla ya da çamaşır suyu dökülmüş tişörtle röportaja gider. Ben tecrübelerden ders çıkarırım o çıkarmaz.
Anneler çocuklarını övmeyi severler... Ya sen?
- A.Ö: Nesini öveceğim. Düşman çocuğu bunlar... (Gülüyor) Yıllar önce bir yemek programı yapıyorum. Hoşluk olsun diye Şafak’la Memo’yu programa konuk almışlar. “Anneniz nasıl bir anne, evde yemek pişiriyor mu?” diye sordular. Memo, “Hiç cesaret ödülü alacak bir insan değil, çünkü asansörden ödü patlıyor...” dedi. Ardından Şafak, “Biz evde hiç yemek yemedik değil mi Memo? Hep hamburger ısmarlıyor hatta bazen ısmarlamayı da unutuyor... Komşular bize yemek getiriyor...” diyerek beni rezil ettiler.
Annem üstüne ne bulsa geçirir
Anne-kız arasında bir gardırop çekişmesi varmış...
- Ş.P: Öncelikle annemin bir gardırobu olduğundan söz etmek şaka olur. Üstüne ne bulursa geçirir. Ama sana pek kimsenin tahmin edemeyeceği bir şey söyleyeyim. Kimse inanmaz ama neredeyse hiçbir kıyafet satın almam. Her şeyimi ben görmeden annem alır. Annem gibi ömründe bir kez bile kendi dış görünüşüne özen göstermeyen bir kadının, bana son derece özenli giysiler alması tuhaf ama gerçek..
Doğru mu bu?
- A.Ö: Ah kilo versem, ne kadar çok elbisesine el koyacağım ama şimdilik sadece ayakkabılarla idare ediyorum. Şafak hep çok güzel ayakkabılar alır, ben de ondan gizli ayakkabılarını alır giyerdim. Çok kızardı. Kaza geçirdiği gün yarı koma halindeyken onu ilk gördüğümde, ilk cümlesi, “Fırsatı kaçırmamışsın, hemen ayakkabılarımı giymişsin” oldu. Ben de ona “Sen de fırsatı kaçırmayıp, hazır bu kadar operasyon geçirmişken sol kulağını da yaptırsaydın” dedim. Çünkü Şafak’ın sol kulağı kepçedir ve biz hep onunla dalga geçerdik. (Gülüyor)
Alışveriş yapmaz mısın?
- Ş.P: Kaza geçirmeden önce giysilerimi ikinci el vintage mağazalardan alırdım. Tarihleri, hikâyeleri ve geri dönüşüme katkısı beni çok çekerdi. Annem o kadar kızardı ki, eski elbise ile başkasının kaderini satın aldığıma inanırdı. Kazadan sonra kendim için alışveriş yaptığım çok nadirdir.
Hiç mi benzerliğiniz yok?
- A.Ö: Bence benzeyen tek yönümüz cesaret. O da genetik olarak geçmiş. Ben çabuk kızarım. Sabun köpüğü gibi çabuk sönerim. Şafak çok sakindir. Kolay kolay kızmaz. Ama hiç unutmaz. Ayrıntılarla çok ilgilidir, titiz ve evhamlıdır. Benim hareketliliğimden başı döner, benim de onun sakinliğinden üstüme fenalık basar. O hayatı çok ciddiye alır, ben gırgıra alırım.
Gezi’nin annelerini merak ederim
Anneler Günü için özel bir programınız var mı?
Ş.P: Ben evinde oturup, hediyesini alan ve elini öptüren annelere çok özenirim ama bizim evde her zaman bambaşka bir gündem olur. Ayşe’yle Kadıköy’e gitmek üzere arabaya binersin, akşam kendini Irak’ta bulabilirsin ama yolda yemek asla ihmal edilmez. Bugün annemle değil ama annemin de çok değer verdiği kederli annelerle bir programım var. Basına kapalı, sadece hüznümüzü bölüşmek için bir ziyaret. Hediye almadım, aldıklarımı kullanmadığı için almaktan vazgeçirdi. Ona verilebilecek hediyeler farklı. İlgilendiği bir öğrenciye İngilizce çalıştırmak gibi. İlgilendiği bir engellinin emeklilik işini takip etmek gibi.
A.Ö: Nasıl bir insansanız öyle bir annesinizdir. İnsan başkasının çocuğunu severse kendi çocuğunu da sever. Çocuklarım dahil en yakın arkadaşlarım, “Başımızı döndürüyorsun” der. Ben anne olmaktan ziyade sadık, vefalı ve yorucu bir arkadaş olarak tanımlıyorum kendimi. Ama zararlı bir bağımlılık yarattığım da kesin. Böyle kutsal günlere itibar etmem. Ayaz bebeğin annesi, Gezi’nin anneleri ne haldedir diye merak ederim. Anneler Günü’nü içtenlikle kutlamak için daha yüksek bir empati seviyesine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
A.T: Anne olmak istiyor musun?
Ş.P: Hiç düşünmedim. Çocuklarla çok yakın bir ilişkim var ve bundan ötürü her yerde sevgilisi olan denizciler gibi benim de Haiti’den Afganistan’a kadar birçok ülkede kızlarım var. s
Paylaş