Paylaş
2000 notları
Bilgisayarlar sapıtacak...
Banka hesapları karışacak...
Bin Laden bomba atacak...
Kıyamet kopacak derken yeni milenyuma giriverdik.
Üstelik ne dünyanın sonu geldi, ne birdenbire yeşile döndük, ne de kafamızda antenler çıktı.
Yani bunca telaş boşunaymış.
Bazı küçük aksaklıkların dışında her şey, her zamanki gibi tıkır tıkır işlemeye devam ediyor.
‘‘Çok şükür Y2K (Yıl 2 Bin)'ı atlattık ve hala yaşıyoruz’’ diyerek derin bir nefes alan Amerikalılardan biri, kiraladığı video kasetini 100 yıldır iade etmediği için 91.250 dolar cezaya çarptırılmış.
Kolorado'nun 2000 acil durumlar merkezinin bilgisayarı, 6 Şubat 1936'yı göstermeye başlamış.
Amerika'daki karışıklıklar bunun gibi olaylardan ibaret.
Oysa nasıl da korkutup durmuşlardı hepimizi.
Şimdi, bütün patırtı bittikten sonra anlıyoruz ki yaklaşık 3 yıldır kıyamet teorileri üstüne büyük bir sanayi oluşturuldu.
Tedbir alınacak diye milyonlarca dolar harcandı.
Yılbaşından önce herkes marketlere koşuşturup yiyecek stoku yaptı.
Evlerde, bizdeki deprem çantaları gibi Y2K (Yıl İkibin) çantaları hazırlandı.
Bu çantaların içine yiyecek, içecek, mum, fener gibi gerekli şeyler tıkıştırıldı.
Sanırsınız ki savaş çıkıyor.
En sonunda da yılbaşı gecesi bizi evde tutmayı başardılar.
Korkudan hiçbir yere gidemedik.
Gerçi iyi de oldu.
Ben, ailemle ve çok sevdiğim bir arkadaşım ve onun ailesiyle sakin, harika bir gece geçirdim.
Birçok kişi gibi dünyada olan biteni de televizyondan izledim.
Tüm korkutmalara rağmen sokakları dolduranları da içimden tebrik ettim.
Galiba biraz fazla ödlek olduğumu da kendime itiraf ettim.
Yine de tedbirli olmanın zararı olmaz diye kendimi avutuyorum.
Çünkü o gece 8 mm'lik bir silahla New York'un ünlü meydanı Times Square'e girmeye çalışan biri yakalanmış ve 21. Yüzyılın ilk tutuklusu olma unvanını kazanmış.
2000'İN İLKLERİ
İlklerden söz açmışken yeni milenyumun ilk bebeğinden söz etmeden olmaz.
Hatırlıyorum da birçok kadın, bebeği 2000 yılbaşında doğsun diye hesaplar kitaplar yapıp öyle hamile kalmıştı.
Yüzyılın ilk bebeği 12.00.01 Yeni Zellanda da doğmuş.
Aynı saniyede doğan başka bir bebek de burada, New York'da dünyaya gözünü açan Rebekah Yi.
Bu arada Amerika'da yılbaşı lotosunu kazanan kişi bir türlü ortaya çıkamadı.
Bu kişi her halde 100 milyon dolar kazandığını öğrenince şoka girip bir türlü kendine gelememiştir.
Düşünsenize, kıyamet beklerken bir anda dolar milyoneri oluyorsunuz.
İnsan üşütür vallahi.
Ya da fıkradaki gibi gayet sakin bir şekilde eve koşup kocasına, ‘‘Şekerim lotoda 100 milyon dolar kazandım, çabuk bavulları çıkar’’ der.
Koca da, ‘‘Bu harika bir haber hayatım. Bahama’ya mı gidiyoruz?’’ diye sorduğunda ‘‘İster Bahamalara ister cehenneme. Ben kalıyorum, sen gidiyorsun!’’ diye cevap verir.
(Nedense bu fıkradaki esas kahramanın kadın olmasından sadistik bir zevk alıyorum.)
Las Vegas’da 60 Türk hanımı
Neyse, zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış.
Biz yine dönelim bizim yeni yıla Las Vegas'ta giren 60 hanımımıza.
Geçen hafta bu konuyu yazmıştım ya...
Aman bir merak bir merak.
Herkes soruyor...
Bu hanımlar kimmiş? Niye kadın kadına Las Vegas'a gitmişlermiş?
Keyif onların değil mi?
Giderler giderler...
Çok merak ediyorsanız söyleyeyim.
Berna Yılmaz onlarla birlikte değildi.
O, yılbaşından bir gün önce Türkiye'ye döndü.
Las Vegas'a gidenler arasında Ender Mermerci, Heves Ekinci gibi isimler vardı. (60 ismin hepsini de yazamam ya...)
Niye mi Las Vegas?
Orası bu aralar çok ‘‘in’’ bilmiyor musunuz?
Otel Bellagio'da kaldınız mı, biraz da kumar oynayıp su şovlarını izlediniz mi sizden keyiflisi yok.
Ayrıca bu otellerde, belli bir para karşılığı kumar oynamayı kabul ederseniz bedava kalıyorsunuz.
Amerikalılar bize bayılıyor
Yeni yüzyılda zihnim açıldı.
Uzun zamandır anlayamadığım bazı şeyleri pat diye kavrayıverdim.
Örneğin New York'daki restoranların nasıl olup da gittikçe daha pahalılaştığını ve pahalılaştıkça dolduğunu, rezervasyon yapmanın neredeyse imkansız olduğunu pıt diye anlayıverdim.
Çünkü uzun zamandır merak ediyordum, buraları kimler dolduruyor diye...
Meğer Türklermiş.
Evet, yanlış okumadınız. Türkler.
Her gittiğim restoranın en az 5 masasında Türkler oturuyor.
Kimi burada yaşayan, kimi de turist olarak gelmiş Türkler.
Sokaklar da ‘‘Ayşe, bak vitrindeki kazağı gördün mü? Bayıldım vallahi!’’ gibi laflardan geçilmiyor.
Sanki New York'un Madison caddesinde değil de Nişantaşı'nda yürüyorsunuz.
Nerede olduğunuz belli değil.
Ama belli olan bir şey var ki o da Amerikalılar'ın, özellikle restoran ve butik sahiplerinin biz Türkler'i çok sevdiği.
Paylaş