Paylaş
Merkür gezegenin akrep burcunda en önemli derecelerinde gerilemeye devam etmesiyle birçok soru soruyorum kendi kendime…
Bu sorular aklımın içinde çarpışıyor ve sanki birbirlerine çok hızlı vuruyorlar gibi…
Sonra bunlara cevap bulamayacağım diye bir korku kaplıyor içimi…
Oysa hangi sorunun cevabı bulunmuş ki…
Dün instagram da dolanıyorum şöyle bakıyorum. Bir kişi şöyle bir post atmış: Gökyüzüne bakarak bardağa su doldur ve 500 tane damla damlat gireceğin işi hayal et vs. diye yazmış.
30 binden fazla beğeni alıyor. 6000’den fazla yorum yazıyor. Bu çok ilgimi çekti. Altındaki yorumları oturdum okudum. İnsanların neye ihtiyacı var ve insanlık nerde hata yapıyor diye. Umut etmek istiyorlar ama kendileri bunu tek başına başaramıyorlar. Sevilmek istiyorlar ama kendileri kendilerinden nefret ediyorlar.
Çünkü umutları ve sevgileri hayal kırıklığına uğrarsa birine suç atmaları gerekiyor. Kimse kendi başarısızlığını kabul etmek istemiyor. Kimse kendi karanlık yönlerini kucaklamıyor. Umutlu ve sevgi veren insanların hayatlarından ilham alarak güç kazanmak istiyorlar. Aslında biraz fazla okusalar biraz fazla araştırsalar biraz da sevgiyi ve sevmeyi başarsalar hiç bunlara ihtiyaçları kalmayacak. Aslında başarısızlığın ne kadar güzel bir başarı olduğunu sevgiyle kucaklasalar çok başka bir hayatları olacak. Şu yazıyı kaç kişi okuyup acaba yorum geliştirecek belirsiz. Âmâ instagram da bir ritüel çalışması her zaman daha popüler kalacak.
Başarısız olmaktan korkmayın.
Evliliğiniz başarısız olabilir, işiniz başarısız olabilir, sağlığınız başarısız olabilir vs.…
Ama bunların ortak yönü yeniden deneyebileceğiniz içinizde minicikte olsa bir yer olmalıdır. Onu hep sıcak tutmalısınız…
Sevgisizlikten kurtarın kendinizi.
Dedemin dediği gibi sevgi zamk gibidir. Yapışın birbirinize…
Sevgi hep yakın çevrede bulunan, varlığını, var oluşundan algıladığımız gizli güçtür. Yerçekimi örnekli çekici yapıştırıcı, bağlayıcıdır. Nötrü olmasına karşın, yönlendireceğiniz hedefe bütün gücüyle koşar, biçim kazanır. İyiliğe derseniz, sonsuz çoğalarak iyiliğe ayrımsız koşar.
Kötülüğe hedeflerseniz, amansız, acımasız kötülüğe dönüşür. Kırmak, dökmek, öldürmek, kıskanmak, yok etmek gücüne ulaşır.
Bu “sevgi” kimdir ya da bu “sevgi” nerededir?
Ne gariptir ki insanoğlu, sevgiyi yaşamın ve yaşanmışlığın labirentlerinde zamanlar boyu hep körü körüne arar durur. Mitolojinin yarattığı, tanrılar imparatorluğu kurulmasaydı belki de aşk da sevgi de ilkelliğini koruyor olacaktı...!
İnsan merkezli bu kuruluş, aslında bir mucizeydi.!
Aslında sevgi; varlığımızda, soluduğumuz havada, içtiğimiz suda çelişkisini ve görkemini koruyarak bizimledir. Sevginin, sonsuz denizlerine yelken açmadan, yaşamında anlamı olamayacağını sanıyorum.
Genellikle başvurulan kaynaklarda, sevginin hangi bilim dalının konusu olduğu belirsizdir. Bir bilim dalı ne sevgiye değinmiştir ne de kendine göre yorumlamıştır. Yaşamın temeli olan sevgi, neden derinlemesine incelenmemiştir?
Güvencemiz; ilim ve fenlerin ışığında teknolojinin verilerini geçmişin belleğini de değerlendirerek, kozmosun derinliklerine doğru yol almaktadır; sanal ve ütopik zamanlara!
Daha iyi, daha mutlu, daha çok insanca yaşanabilir dünyaları aradığımız… Hayvanlar konuşur, bitkiler konuşur, nesneler konuşur. Kendi dillerince.!
Onlarla iletişim kurmamız da bir sevgi değil midir? Yaşam yörüngesel bir bütündür. Dirliğin kurulması ve korunması, özümseme; empati, sempatiyle olasıdır.
Bana göre; aşk da böyle bir şeydir. Düşüncenin yaratısıdır. Düşünceden bu yana, insan doğanın da bütün sorunlarını üstlenen çaresiz bir Don Kişot'tur. Doğayı ve doğalı değiştirmek? Bernard Shaw: "Onlarca düzeni bozarak belki de bir düzen kurabiliyoruz artık" diyor.
Değişiyor, değiştiriyoruz; kurulu düzeni bozarken, kazanımlarımızın sanal da olsa, güvencesi nedir?
Yerküre elimizde bir deprem geçiriyor, yok olabilir de...? Seçeneğimiz yok...!
İnsana karşı savaştığımız süreçte, kaosta yeni dünyalar kurmak hayal ötesidir.
Yine de mikrodaki sıradan olaylar makroyu bağlamaz. Evrim sürüyor.
Eflatun'dan bu yana (Schopenhauer, Sigmund Freud) kadar sevgi; cinsellik, seks, aşk bağlamında düşünülmüştür. Yine çağlar boyu öyküler, söylenceler, romanlar, sahne oyunları, müzik, müzikal gösteriler, resim, yontu; insanın kendi boşluğunun sınırlarında, uçurumlarında, olmayanın imgesel görüntüleriyle avunmuş, gerçekte yaşamadığı romantizmin hayalleriyle yetinmiştir.
"Aşka inanmıyorum, aşk diye bir şey yoktur" diyen, Tolstoy, Anna Kararina savaş ve barış romanlarını ulaşılmaz, uzlaşılmaz aşk temalarıyla bezemiştir. Prosper Merimme Karmen, Andre Gide, Pastoral senfoni (Victor Hugo), Notr Dam'ın kamburu bu tür umarsız aşkları örnekleridir.
Ressam Caravaggio (Muzeffer aşk); Prado(Aşkın doğuşu), Watteau (Amour au Theatre) yapıtlarıyla romantik ve platonik aşkı vurgularlar.
Beni hayrete düşüren; İsa'dan önce, Sokrates (şölen) de sevgiyi ne güzel, sıradanlıkla örtüştürmüş, insana ulaştırmıştır. Var oluşumuzun gizemini, şairin dizelerinde buluyoruz.:
Ey yaşam, hoş geldin!
Milyonlarca kez gidiyorum karşılamaya, deneyimin gerçekliğini dövmeye, ruhumun örsünde, soyumun yaratılmamış vicdanını...!! (James Joyce)
Sevgi'yi, anlaşılabilirlige ulaştırmak için, kozmosun değişmezlerine göz atmak yeterli olacağı kanısındayım. Bunlar çekim güçleridir. Fizik bilimden hepimizin tanıdığı değişmezlerdir. Çekim kuvveti, zayıf kuvvet, elektromanyetik, nükleer kuvvet ve türevleridir. Ah ederek, vah ederek, yoksunluğundan dem vurduğumuz sevgi. Canlı cansız bütün varlıkların özünde, birleştirici, bağlayıcı, sonsuz kapsamlı yaşam nedenimizdir.
Dememiz o ki; Yukarı da değindiğim gibi, öğretilebilirliği, öğrenilebilirliği nedeniyle sevgi belli başlıklarda toplanmıştır. Ana-baba sevgisi, kardeş sevgisi, cinsel sevgi, tinsel sevgi, tensel sevgi, ben sevgisi, vatan sevgisi, dinsel sevgi, sanat sevgisi...
İnsanın bilinci arttıkça çoğalan sevgi çeşitleri böylece sürer gider. Leonardo Da Vinci; "Sevgi bilginin kızıdır, ne kadar çok bilirsen o kadar çok seversin" der.
Zamanlar boyu anlayamadığımız, yorumlayamadığımız AŞK’a gelince: Aşk, soyun sürmesini amaçlar. Schopenhauer'ın vurguladığı gibi aşk "kör irade”dir. İki karşı cinsi hedef alan, yüksek bir gerilimdir. Seller gibi gelir, bentleri yıkar, seçici amacına ulaşır, sonra yavaş yavaş zayıflayarak; belki de yerini pişmanlığa bırakarak, yok olur gider…
Çok sevin ki çok sevilin…
Mutlu pazarlar dilerim.
Paylaş